Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '06

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

Rakısız ‘adam olamama’ analizi

Bu yazının uzun versiyonunu bulmak için rakı masalarını tıklayabilirsiniz. Aynı tadı bulamayacağınızı garanti ederim ama biraz analiz yapmaktan da hiç kimseye zarar gelmez. Bünyesi alışık olmayanlar, sütle karıştırarak hazmetsinler.
Deloitte Türkiye, ülkenin en hızlı büyüyen 50 şirketini belirlediği bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Rakamlar, son beş yılda 67 kat büyüyen teknoloji şirketimizin olduğunu gösteriyor. Mobilera adlı bu şirket, Avrupa Birliği projelerinde yer alan sınırlı sayıda şirketimizden biri. Yurtdışında iyi tanınıyor, Türkiye’de genellikle habere layık görülmüyor. Veripark ve Bizitek ise 27 kat büyümüş ve sıralamada küsuratlarla iki ve üçüncü sırada yer almışlar. Bilmeyenler internette arayarak bu şirketleri öğrenebilir.

Basketbolda 12, futbolda 11 dev adam çıkarmayı başarırken takım çıkarmayı beceremememiz, bu alanda da kendisini gösteren bir özellik. Bu tür tekil başarılarımız yok değil ama Türkiye’nin hala bilişimin farklı alanlarında global olarak nereye oturacağı ile ilgili bir plan, hazırlık ya da değerlendirme yok. Elde ne işe yarayacağı belli olmayan bir strateji çalışması ve bunu uygulamaya aday bazı kadrolar var. En güzel özellikleri, bilişim tarafında bu işi ilk defa yapıyor olmaları. Genç olmayan gençlere fırsat tanıyalım, çok güzel. Bu güne kadar yapılan planlardaki sonuçları da ele almayalım ki, moralimiz bozulmasın.

Belirli bir andaki tabloya bakarak, eylem planına dönüşebilecek bir çalışma yapmadan karar verip harekete geçmek bize has bir garabet. Herkes iyi niyetli olsa bile kargaların kahvaltısını paylaşmaktan kurtulamıyoruz. Teknolojiden hiç anlamayanlar da anlayabilsin diye ne demek istediğimi sokaktan bir örnekle anlatayım.

Bizim evin köşesi, mahalli çöp atma alanı olarak seçilmiş. Elektrik direğinin orada bulunması mahallelinin gözünde önemli bir teşvik. Oraya çiçek tarhı koymaya çalışsanız, yasak olduğunu hemen size bildiriyorlar; yapılanı şikayet edecek biri mutlaka bulunuyor ve maceraya son veriliyor. Ama direk görünce bir köpekle aynı içgüdü harekete geçiyor ve o çöp oraya atlıyor.

Kızıyorsunuz belediyeye şikayet etmeye kalkıyorsunuz. Temizlik hizmetlerinin olayla ilgisi yok. Zabıta sadece atanı yakaladıkları zaman müdahale edebileceklerini söylüyor. O zaman yakalayın diyorsunuz; her yere adam dikebilecek gücümüz yok diyor.

O sırada karşı apartmandan çöp atan kadını yakalıyorsunuz. Kadın sizin bütün mahalleye anlattığınız, misafir odanızda her akşam savaştığınız böcek popülasyonu, cam açamama gibi sorunlarınızı size yüksek sesle tekrarlarken çöp poşedini yere bırakmaktan da geri kalmıyor. Bu arada sizin hakkınızı korumak için kendisinin onlarca insanla kavga ettiği geçişiyle aşiret olarak bu mahalleye yerleştiklerini size belletiyor.

Zabıta büyük ısrarınız sonucu mahalledeki çöp zanlılarını uyarmaya geliyor. Uyarılanlar, iki sokak öteden gelip oraya çöp bırakanlarla sözde meydan savaşı yapıyor ama çöp azalmıyor. Akşam geçen çöp arabasındaki görevliye yüksek sesle “kardeş kaçta geçiyorsanız söyleyin biz çöpü elden verelim. Karşıya çöp atılıyor diye bizi şikayet etmişler” tiyatrosu oynanıyor.

Bir sabah kapıda yine çöp bulmanın siniriyle çöpü yola saçmaya giderken, yoldan geçen bir kadın “bu çöpü kim atıyor buraya” gibi bir soruyla karşınıza çıkıyor. Kadına yedi düvelin çöpünü buraya getirdiğini anlatmaya çalışıyorsunuz ama o dinlemiyor ve apartmanın içine bir yazı asarak komşularınızı uyarmanız gerektiğinde ısrar ediyor. Kadını öldürmemek için olay yerinden uzaklaşıyorsunuz.
Kafa göz girişeceğim bu sefer diye pencerede nöbet tutarken, kör bir adam köpeğiyle gelerek çöpünü oraya bırakıyor. Bir şey diyemiyorsunuz; nutkunuz tutuluyor.

O zaman, diyorsunuz, hepiniz benimle beraber çekin. Çöpleri başlıyorsunuz yola atmaya. Kimse rahatsız değil, yoldan geçen insanlar durup çöpleri toplayarak oraya yerleştiriyor; bu dağınıklığa son veriyor.

Apartmandan bir komşunuzu çöp atarken efendice uyarınca, “sen bana şehirde yaşamayı bilmiyorsun mu demek istiyorsun. Herkes buraya atıyor. Buraya çöp atmak benim hakkım” diyor. Bağırıyorsunuz, herkes bakıyor ama bir şey değişmiyor.

O sırada mahalleye yerleşen bir hurdacı da arabasını sizin camınıza zincirleyip çöp toplama noktası yaratıyor. Mahalle plastik şişelerini ayrı poşetlerle camınızın altına dizmeye başlıyor. Bunu sabah yediden itibaren yaparak dayağa hak kazananları yakalayamıyorsunuz.

Mahalledeki Musevi komşularımızdan biri, “temizlik imandan gelir” lafını hatırlatıyor. Gülümsüyoruz, ben utanıyorum. İki üç tane kalan dükkanlarının önünü toz kalkmasın diye ıslatarak süpürüyorlar sabah ben işe gitmek için evden çıkarken.

İyice dinden imandan çıkarak çöpü sokağın ortasına atmayı abartıyorsunuz. Kendi evlerine de sinek girince ne hissedecekler testi yapıyorsunuz kendinizce. Yoldan geçen adamın biri, “bu yaptığınız doğru mu” diyor. Adama durumu anlatmaya çalışıyoruz. Bizim derdimiz bunun pislik olduğunu anlatabilmek yoksa çöpten mahalle yapmak değil. Adam ısrarla bizi anlamıyor. Tam “al o zaman, kendi kapına diz. Akşama kadar birlikte oturun” diye çöpü eline verecekken, “çöpü sokağa atıyor terbiyesizler” diye dönüp gidiyor.

36 senedir yaşadığım ve çocukluğumda böyle hayvanlık görmediğim mahallenin terbiyesizi oluvermiştim. Mahalleli için başkasının kapısına çöp atmak, kendi evini temiz tutmaktı. Hayata otomobil gözlükleriyle bakanlar için, yol yoldu da sizin camın önündeki direğin dibi çöplüktü. Bütün bu saydığım tiplerin bir arada oluşturduğu toplumdan bir şey çıkması mümkün değil. Baktığımız zaman temizlik sevenler, çevre bilincine sahip olanlar, sizin hakkınızı korumak isteyenler gibi en gerekli tiplerin etiketi var ama köşe başını çöp götürmesinden ne rahatsız olan var; ne de oradaki pisliği ortadan kaldıran. Kimseye faydası olmayan bir topluluk. Ha bu arada çıldırtan bir gelişme de, Kadıköy Belediyesi’nin modern çöp toplama sistemini internette çarşaf gibi tanıtması ve bir arkadaşımın da bunu bana iletmesi oldu.

Deloitte’in CEO’larla yaptığı araştırma, bu tablonun da açıklama yazısını oluşturuyor. Araştırmaya göre, Türkiye’de ve Kuzey Amerika dışındaki bölgelerde CEO’ların kişisel öncelikli sorunu karlılığı sağlamak ve sürdürmek olarak belirlendi. Türk yöneticilerin yüzde 34’ü bunu en önemli mesele olarak kabul ederken, bu oran Asyalı yöneticilerde yüzde 35, Avrupa, Ortadoğu ve Afrikalı yöneticilerde ise yüzde 25. Kuzey Amerikalı yöneticiler arasında ise, yüzde 31 ile ilk sırada lider yetiştirip sorumluluk paylaşma yer alıyor.

Çöpü saklamak yerine başkasının kapısının önüne atmak kadar karlı ne olabilir ki? Tabii, Kuzey Amerika ülkelerindeki (ABD ve Kanada) üst düzey yöneticilerin, o çöpü kaldıracak liderleri yetiştirmeyi kafaya koymasının aptallıktan kaynaklanıp kaynaklanmadığını da araştırmak gerekiyor. Bu bize çöpümüzü kaldırtmak ya da yaşam alanı bulmak için gelecekte kime başvurmak zorunda kalacağımızı da gösterecek.

 
Toplam blog
: 38
: 987
Kayıt tarihi
: 04.08.06
 
 

1968 İstanbul doğumluyum. Hayatım boyunca elemelerden geçerek önce Kadıköy Anadolu Lisesi'ni, sonra ..