- Kategori
- Ekonomi - Finans
Çin kadar cesur olabilecek miyiz?

İki tür cesaret vardır. Birincisi, hedefleriniz doğrultusunda çalışırken –ama gerçekten çalışırken- kendinize değiştirmeyi göze almaktır. İyi bir dalgıç olmak için kas yapınızı ve vital kapasitenizi (oksijen kullanma yeteneğiniz diyebiliriz) geliştirmeniz, iyi bir mühendis olmak için temel bilimlerden malzeme bilimine kadar altyapınızı geliştirmeniz ve iyi bir yönetici olmak için dikkatinizi odaklamayı ve geniş açıyla bakmayı yaşam tarzı haline getirmeniz aslında hep bir cesaret göstergesidir. Çünkü ulaştığınız yeni noktada, o zamana kadarki kimliğinizden daha farklı bir yapıya sahip olursunuz ve bu genellikle bizimki gibi toplumlarda yadırganır. Bu adam değişti, derler. Ama daha önemlisi kendi içinizde eski yaşam koşullarınızın ve kayıtsızlığınızın rahatlığını yitirirsiniz.
Bunun en çarpıcı örneği, kozasından kelebek olarak çıkan bir tırtılda görülebilir. Canı çıkarcasına kozasını delen bir kelebek – kanatlarının sertleşmesi için bu zorunludur- bize çok şık görünse de, çok daha farklı bir dünyaya uyum sağlamanın bütün zorluklarını yaşamak durumundadır. Ve tabii yeni konumunun gerektirdiği şekilde düşünmek… Kelebek örneği biraz yavan gelmiş olabilir ancak yaşam süresi düşünüldüğünde, bence cuk oturan bir örnektir.
Diğer cesaret örneği, ağabeye, babaya, amcaya güvenerek cesur olmaktır ki ben bunu genellikle “dayı sahibi olmak” terimiyle açıklarım (tabii bana sorarlarsa). Dayı, dayılanmak deyiminde ifadesini bulan, horoz gibi gagasını ileri çıkararak kendisini göstermede simgeleşen ve tam olarak ortama hakim olarak çekinmeye yol açan kişiye ad anlamına gelen bir terim. Bizde bu “cesaret” ilkine göre daha yaygındır.
Bunun bir de toplumsal kökeni var. Kadıköy Anadolu’da iken ABD’den öğrenci değişim programıyla gelen bir Ted’imiz vardı. Bize Amerikan futbolu oynatıyordu güya. İkide bir kuralları değiştiriyordu. Oynadığımız yer asfalt olduğu için yere devirmeden durdurma kuralı ile başlamış, sonra biz onu kolayca yakalayınca yere devirmeden durdurma zorunluluğu koymuştu. Sorunca “I make the rules” diye yanıt vermişti. Kuralları o koyuyordu. Bizim dayıoğlu olmasından kaynaklanan bir cesareti vardı.
New York Times’ın abone olduğum e-bülteninin 1 Eylül tarihli yazılarından birinde Çin’in eğitim sisteminde köklü değişikliğe gideceği belirtiliyor. Yazıldığına göre, ekonomi mucizesini sürdüren Çin, ders kitaplarını savaşlar, hanedanlar ve Komünist Devrim’e övgülerden kurtarıp ekonomi, teknoloji, toplumsal gelenekler ve globalleşme üzerine yeniden kuruyor.
Bizim Cumhuriyet’in ilk yıllarında oluşan yeni toplum yapımıza paralel olarak eğitimde gerçekleştirdiğimiz ancak sonra kafa sallamacı insan tipini belirleyip bir kenara bıraktığımız çabayı hatırlatıyor. Biz üç tane ekonomik veriye bakıp iyiye gidiyoruz diye yayarken, bizden çok daha büyük ve daha hızlı büyüyen bir ekonomi gücü olan Çin’in bu hareketini anlamamız bana pek mümkün görünmüyor. Ama bizde de biraz bu türden cesaret olsa demeden de edemiyorum.
Yoksa kozamızın içinde rahat ve huzur içinde yaşarken, birden kozamızın kaynar suya atılmasıyla ipek bir çorabın ipliği olmak üzere hayatımızın son bulmasından endişe ediyorum.