Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '08

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Recep abi

Recep abi
 

Derin bir sessizliğe boğuldu sokaklar; çığlıklar, feryatlar ve kimsesiz kalmış dudaklar, hepsi birden susmuş ne varsa dillerinin ucunda artık bütün acılar unutulmuştu. Kimsesizlerin sokak ortası dilenmeleri, babaların parasızlık içinde oyuncakçı dükkânlarına uzak seyirleri, anaların yağmura aldırış etmeden etekleriyle sokakları süpürmeleri, hepsinin birden durup saygıyla başlarını öne eğmeleri… Her adımda okuduklarımın yanımda, benimle sokağa çıkmaları yalnızlığımdan alıkoymakta beni.

İlk adım toprağa; şairler mahallesinden Çayeli’ne uzanan on beş dakikalık yol Anadolu Lisesi’nin temiz sıraları.Okul yolu. Sabahattin Ali’nin “İçimizdeki Şeytan” yapıtında insana biçtiği rollerdeki gibi gençlik yıllarımızda dünyayı kurtarma hevesi içinde iken hep başkalarını “kötü”ler olarak çizerdik kafamızda. Sorunlar belliydi; taş kaldırımlarda koşar adım yağmur bulutlarından kaçarken az mı kurtarmadık dünyayı? Ve okul çıkışlarında kurduğumuz öğrenci cemiyetlerinde düzen üstüne düzenler inşa etmedik mi? Şimdi geriye dönüp baktığımızda hatıramızda kalan Charles Dickens’in “Kasvetli Evi”ndeki entrikalar.

Gençliğimizin şairlerindendi Atilla İlhan;

<ı>Beni de kırdılar ben artık küsüm
yağmurları yağmıyor ağaçlarıma
sularından içmiyorum susadım ama
beni de kırdılar soğuk bir ölüm
çevik bir bıçak gibi çakıldı aklıma

Daha hiç bir şeyi oturtamamışken aklımızda, karanlık ölüm hülyaları ve anlamsızlıklar dönerken etrafımızda gençliğimize el uzatır gibi gelmemiş miydi Mehmet Akif;

<ı>Âtiyi karanlık görerek azmi bırakmak...
Alçak bir ölüm varsa, emînim, budur ancak.
Dünyâda inanmam, hani görsem de gözümle.
İmânı olan kimse gebermez bu ölümle…

<ı>

diyerek imdadımıza yetişmemiş miydi? Ansızın üstümüze odaklanan sabah bulutları yerini güneşin içimizi ve dışımızı yakan serin ateşine bırakmıştı.

Şairlerin ve yazarların kelimeleri arasında kendimize yer ararken her bir mana içimize işledi. Delikanlılık çağımızın çehresini oluşturan yazarlar ve yazıları bugünlerde dilimizden düşmeyen ve bizi ayakta tutan en büyük mirasımız oldu. Okumak… ne güzel bir eylem, ne güzel bir çaba; anlam ile varlık arasındaki en derin muhabbettir okumak. En Sevgili’ye sunulan ilk tebliğ, dimağımızın açlığını gideren aş gibi okumak.

Okudukça büyüdüğümüzü, okumayanlardan farklı olduğumuz düşünmedik mi hiç? Elbet düşündük; hangi yazarın dünyasına dalmış isek o yazarın düşünceleriyle düşündük; hangi kelimelere sığınmış ise yazar biz de o kelimeleri dilimizden düşürmemeye özen gösterdik. Ve kelimelere sığındık; kelimeler büyüdükçe büyüdü gözlerimizde sonunda sığmadılar aklımıza ve birden anladık hayat tek kelime;

<ı>Ne var ki, pazarlığa girişecek ecelle;
Sermayem tek kelime, Allah azze ve celle...

<ı>

Böyle geldik Kısakürek’in kelimelerine ve daldık yazmanın seyrine. Okudukça büyümek vardı ya hani hayalimizde ama bizler okudukça küçüldük. Küçüldükçe büyümek için okuduk ama gel gör ki okudukça küçüldük. Nihayetinde yokluğumuza varmadan kendimizi kalemin ucuna bağlayıp deryanın derinliklerine daldık. İşte yazmanın içimizdeki uzun seyrinin üç-beş dakikalık seyri budur.

Hangimizin hatırında kalmadı, lacivert ceket, üç numara tıraşlı başımız, yağmur ve titrek ellerimizde köfte ekmek. Soğuktan kızarmış kulak ve burun, soğanın kokusu ve köftenin sıcaklığında yarım saat sonraki dersin çalmaya şimdiden hazırlıklı zili. Ah birde limonatandan içebilseydik Recep Abi… Sen hep öyle derdin be abi; <ı>okuyun çocuklar siz bilemezsinin soğukta köfte ekmek satmakla aynı havada köfte ekmek yemenin farkını. Okuyun da büyüyün… Belki büyüyemedik ama okuduk be Recep Abi.

 
Toplam blog
: 32
: 3380
Kayıt tarihi
: 08.02.07
 
 

Bilgi hegemonyasında her türlü medya araçlarında onbinlerce bilgi ile günlük yaşantımızda karşılaşma..