Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '08

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Türkiye'de 1980 Sonrası Gelişen Liberal Politikalar Bağlamında, Radyo-TV Sektörünün Analizi

Türkiye'de 1980 Sonrası Gelişen Liberal Politikalar Bağlamında, Radyo-TV Sektörünün Analizi
 

Medyanın günümüzde hangi amaca hizmet ettiği büyük bir tartışma konusudur...!?!


Türkiye’de Televizyon Sektörü; 1960’larda örtülü olarak, 1970’lerde ise açıkça süren yayınlar üzerindeki baskı ve denetim 1980’lerde de değişmedi. Eylül 1980 ile Kasım 1983 arasındaki dönem, baskıcı bir askeri yönetim dönemi olarak, Radyo ve Televizyon alanında TRT’nin doğrudan askeri rejimin kumandası altına girmesiyle nitelenmektedir.

1982 Anayasa’sının 133. maddesi 1972’deki gibi Radyo-Televizyon istasyonlarının ancak devlet eliyle kurulabileceği ve idarenin bir kamu tüzel kişiliği halinde düzenleneceğini; esas olarakta tarafsızlık ilkesinin gözetileceği belirtilmekteydi. İkinci Yasa; 1 Ocak 1984’de yürürlüğe giren 2954 Sayılı Türkiye Radyo Televizyon Kanunu’dur. Bu Kanun, yayın tekeli TRT’de olmasına karşın bütün Radyo ve TV yayınlarına ilişkin olarak düşünülmüştür. Bu durumun en iyi göstergesi; Radyo Televizyon Yüksek Kurulu’nun (RTYK) kurulmasıdır. 12 Üyeden oluşan bu Kurul; bütün yayınların gözetimi, denetimi ve genel ilkelerini saptamakla yükümlüydü. RTYK, aynı zamanda TRT Genel Müdür ve Yönetim Kurulu üyeliği için aday gösteren bir kuruldu. Bakanlar Kurulu’da bu adaylar içerisinden uygun gördüğünü atama yetkisine sahipti.

1983-1990 arası TRT ile ilgili olarak hükümet yanlısı yayınların, kardolaşmanın, genel müdürlerin, yayın yasaklarının tartışıldığı yıllar oldu. Orhan Gencebay, Bülent Ersoy gibi isimler yasaklanırken hafif arabesk adı altında Hakkı Bulut gibi isimler desteklendi. Devlet toplumunun ne dinleyip ne dinlemeyeceği, popüler kültürün nasıl şekillenmesi gerektiğini belirleme çabası içerisindeydi. TRT ekranlarını sansür mekanizması ile kendince temiz tutma çabası içerisindeyken, sinema salonları ve kaset satışları TRT’nin yasaklarının aksi istikamette ilerlemekteydi. Kamu yayıncılığı ve denetleme mekanizması popüler kültürün gücü karşısında kayıtsız kalmaktaydı.

Türkiye’de ilk renki televizyon yayınlarının başladığı tarih 1 Temmuz 1984’dür. Bunu Türkçe müzik kanalı olan TRT-FM’in de bu dönemde yayına başlaması izledi. İkinci televizyon kanalı 6 Ekim 1986’da devreye girdikten sonra TRT 3 ve GAP TV ise 1-2 Ekim 1989’da yayına geçtiler. Dördüncü TV kanalı TRT-İNT ve Telegün(Teletekst) yayınları ise 1990’da başladı. Ayrıca 1990’larda devlet kanadında Avrasya(1992) ve TBMM-TV(1994)’de devreye sokuldu.

1980’li yıllarda TRT yavaş yavaş özel kanallar için elverişli ortamı sağlayacak girişimlerde de bulunuyordu. Bunlardan biri; TRT’nin 1985’den itibaren özel yapım şirketlerinin gelişmesine olanak sağlayacak, TRT dışında yapılan yayınlara yer vermeye başlamasıydı. Ayrıca 1990 itibariyle sponsorlu programlara ayrılan saatlerde de artış göze çarpmaktadır.

1988’den itibaren TRT’yi ve RTYK’yi uğraştıracak yeni gelişmeler meydana gelmeye başladı. Aralık 1988’de PTT’nin Ankara’da kablolu TV deneme yayınlarına başlaması bunlardan ilkini oluşturur. 1989’da da TRT vericilerinin personeliyle birlikte PTT’ye devredilmesi meselesi göndeme geldi. Ardından, belediyelerin uydu yayınlarını aktarma sorunu ve Star 1’in yayına başlaması sözkonusu oldu. Kısacası, yasal olarak TRT’ye ait olan yayın tekeli, fiili duruma kurban gitmişti; ama bu durumu oluşturanda bizzat hükümetti.

Teknolojik gelişmeler sayesinde bütünleşen bilişim, telekominikasyon ve yayıncılık alyapısı ile dünyadaki baskıcı siyaset uygulamaları ve neo-liberal iktisadi siyasaları bir dönüşümü zorluyordu. Artık küreselleşme eğilimindeki dünyada liberal politikalar uygulamak bir tercih değil bir zorunluluk olarak dayatılmaktaydı. Bu gelişmeler altında oluşan ve Yasaya Aykırı Dönem olarak tabir edilen 1990-1993 tarihleri arasındaki süreci; Rumeli Holding’in sahibi Uzan ailesi ve ortagı Ahmet Özal’ın İsviçre’de kurdukları Magic Box(MBI) şirketi aracılığıyla Almanya’dan Türkiye’ye yayın yapmak üzere Eutelsat uydusundan iki kanal kiralamaları başlatır. Böylece Türkiye’nin ilk özel televizyonu Star – 1, 1 Mart 1990’da deneme yayınlarına başlar. Bu kanal TRT personelini yüksek ücretlerle transfer etti, TRT’nin reklam gelirinde düşüşe neden oldu, çanak anten firmaları ile ortak kampanyalar düzenledi, PTT’den naklen maç yayınları için link hatları kiraladı ve TRT’nin alışılan yayıncılık anlayışından farklı oldukça renkli bir yayın anlayışı ile tüm ilgilerin odağı durumuna geldi. Artık devletin yasal düzenlemeleri sürecin önünde bir engel teşkil edemiyordu. Sistem uluslarüstü bir dayanakla kendini varediyordu.

Lakin hem TRT’nin hem de Star 1’in hükümet lehindeki yayınları muhalefeti rahatsız etti. Sonuçta SHP’de 1991 seçimleri öncesinde, seçim kampanyası boyunca Mega 10 isimli bir kanalı kullandı. (Mali sorunlar nedeniyle kanal seçim sonrası kapandı) Sistem iktidarıyla, muhalefetiyle kitle iletişim araçlarının gücünün farkına varmıştı. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de coğrafi keşiflerin ardından ikinci büyük keşif dönemini yaşıyordu, keşfedilen kitle iletişim araçlarının gücüydü.

1992’den itibaren de ard arda tecimsel radyo ve televizyon kanalları açılmaya başlandı. Radyo yayınları için gereken donanım televizyon için gereken donanıma kıyasla daha ucuz olduğu için kısa sürede yüzlerce radyo kanalı oluşmuştu. Kısa süredeki bu hızlı artışa devletin bir düzenleme getirme çabası 1993 yılında radyoların kendilerini savunma amacı ile başlattıkları kitlesel bir eyleme dönüşerek ‘Radyomu İstiyorum’ sloganı eşliğinde araçların radyo antenlerine bağlanan siyah kurdelelerle her tarafı sardı. Yer yer siyasal ve ekonomik yapılanmaların elindeki etkili silah olan kitle iletişim araçları bu olayda başka bir gücün değil kendinin savunması için çalışıyor, kitleleri bu kez kendi menfati için yönlendiriyordu.

8 Temmuz 1993’te Anayasa’nın 133. Maddesi’nden yapılan değişiklikle ‘...radyo ve televizyon istasyonları kurmak ve işletmek kanunla düzenlenecek şartlar çerçevsinde serbest’ bırakıldı. Bu maddeyle, kamu tüzel kişiliği olaran TRT kurumununda özerkliği ve yayınlarının tarafsızlığı esası kabul edildi.

3984 Sayılı Yasa ve kanun bağlamında oluşan Radyo Televizyon Üst Kurulu RTÜK Türkiye Televizyon tarihi açısından önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye’nin 1992’de imzaladığı Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesi, Kasım 1993’de Mecliste onaylanıp yasalaştı. 13 Nisan 1994’de Meclis’te kabul edilen 3984 Sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’da bu sözleşmeye uyumlu olarak hazırlanmaya çalışıldı. Bu yasanın getirdiği en önemli yapılanma kuşkusuz ki; Radyo Televizyon Üst Kurulu(RTÜK)’dur. RTÜK; 5’i iktidar, 4’ü muhalefet partilerinin göstereceği adaylar arasından Meclisin seçtiği 9 üyeden oluşmaktaydı. 1994’de kuruluşlara uyarılarla başlayan ve Şubat 1995’ten itibaren kapatma cezalarıyla süren RTÜK uygulamaları, RTÜK’ü Türkiyede en çok tartışılan kurumlardan biri haline getirmişti.

3984 Sayılı Kanun’da belirlenen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun yetki ve sorumlulukları şunlardır; * Ulusal ve Bölgesel frekans planlamalarını yaptırmak, önşartları yerine getirmiş müracaatçı kuruluşlara, tarafsızlık ve hakkaniyet ölçüleri dahilinde yayın izni ve lisans vermek ve ilgili kanunda belirtilen görevleri yerine getirmek için yönetmelikler hazırlamak. * Radyo ve Televizyon yayınlarını izleme sistemleri kurarak, yayınların 4’ünü maddeye ve bu alanda Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası antlaşmaların uygunluğu açılarından denetlenmesini yapmak. Uydu aracılığıyla yurt içinden veya yurt içine yapılacak yayınların ulusal ve uluslararası esaslara uygunluğunu gözetmek, bu amaçla diğer ülkelerdeki yetkili kuruluşlarla işbirliği yapmak. * Üst Kurul öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlal eden, yayın ilke ve esaslarına aykırı yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını uyarır. Bu uyarıda, ihlalin ağırlığı ve tekrarı halinde sonuçları açıkça belirtilir. İhlalin tekrarlanması halinde, ihlalin ağırlığına göre izin uygulaması bir yıla kadar geçici olarak durdurulur veya yayın izni iptal edilir.

4756 Sayılı Yasa Türk Televizyonculuk tarihi açısından büyük tartışmalara sebep olmuş bir sürecin isimini oluşturur. İlkkez 2000 yılında meclis gündemine gelen yasa Cumhurbaşkanı Ahmet Nejdet Sezer’in tüm zorlamalarına rağmen 16 Mayıs 2002’de meclisten geçti. 14 Haziran tarihinde bazı maddelerinin yürürlüğü durdurulsada genel hatları ile eksik bir yapılanma olduğu tartışmasız kabul edildi. 4756 Sayılı Yasa’nın yayın ilkelerine yaptığı vurgu ve interneti denetlemeye çalışması ile düşünüldüğünde karşımıza baskıcı, denetimci ve cezacı bir anlayış çıkmaktadır. Her türlü uyarı ve karşıtlıkta uzlaşmaya rağmen bu yasanın çıkmasında gösterilen ısrar ve dayatma anlaşılmaz bir özellik sergilemektedir.

2008 yılı itibari ile RTÜK'ün yeni yasa taslağı hazırlayıp Başbakan'a gönderdiği haberi Radyo ve Televizyon yayınları ve yayıncılarını bir beklenti ve bekleyiş sürecine soktu. Yeni taslak şimdi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın masasında yasalaşma sürecini bekliyor. RTÜK tarafından hazırlanan taslağın getirdiği yenilikler şöyle; yayınlar, edebe aykırı olamayacak, terör ve suç örgütlerinin korkutucu, yıldırıcı özellikleri yansıtılamayacak, alkol, tütün ürünleri ve uyuşturucu madde kullanımını özendirici türden yayın yapılamayacak, çizgi filmlerin en az yüzde 20’sini yerli yapım eserlere ayrılacak, haberlerde doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemeyecek, 5 kez yayın ilkelerine aykırılık cezası alan kuruluşun lisansı iptal edilecek.

Kuşkusuz bu yeniliklerde en dikkat çeken unsur yayınların "edebe aykırı olamayacağına" ilişkin hüküm. Bir yayının edebe aykırı olup olmadığı, raporlar ışığında Radyo Televizyon Üst Kurulu tarafından değerlendirilecek. Oradan çıkan karar da doyurucu olmazsa, muhataplar konuyu mahkemeye taşıyabilecekler. Bu durumda bilirkişi raporları önem kazanacak.

Başbakan'ın masasındaki taslağın getirdiği bir diğer yenilikse, radyo ve televizyonlardaki yabancı sermaye payının arttırılması. Mevcut yasada radyo ve televizyonlarda en fazla yüzde 25 olan yabancı sermaye payı taslakta yüzde 50'ye çıkarılıyor. Yabancılar en fazla iki özel radyo ve iki özel televizyon kuruluşuna ortak olabilecek. Yabacıların bölgesel radyo ve televizyonlarda hisse sahibi olmasınaysa kesinlikle izin verilmiyor.

Ayrıca taslakta RTÜK'ün gelirlerine ilişkin bir madde yer almadı. Önceki yasada yayın kuruluşlarının reklam gelirlerinden yüzde 5 pay alan RTÜK'ün taslağın yasalaşmasının ardından nasıl gelir sahibi olacağına Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın karar vereceği belirtiliyor. Hazırlanan taslak için Avrupa sınır ötesi televizyon sözleşmesi referans alındı. Dolayısıyla Türkiye'nin Avrupa Birliği perspektifine uygun bir yasa taslağı var ortada. Ancak kimi kesimler özellikle "edebe aykırılık" konusunda Türkiye'nin karar vericilerinin ne derece esnek oldukları konusunda kaygılı.

Yasa Tasarının hazırlanma sürecine dair olarak RTÜK Başkanı Zahid Akman, “Türkiye’deki yayıncılığın gelmiş olduğu seviyede, dünyadaki gelişmeler, Türkiye'nin Avrupa Birliği’ne giriş sırasında yaptığı müzakereler ve ihtiyaçlar dikkate alınarak gerçekten iki buçuk yıllık tecrübemizi de göz önüne alıp, önümüze koyup çok çağdaş, demokratik, basın özgürlüğünü önceleyen bir yasa hazırladık. Doğrusu bu yasa yayıncılara ulaştırıldı, onların görüşleri alındı. İletişim fakültesi dekanlarının kurmuş oldukları bir yapı var, onlara ulaştırıldı, onlardan görüşler alındı. Radyoları özellikle derleyen, toplayan bir çatı, kuruluş var onlara ulaştırıldı, onların görüşleri alındı ve bu çerçevede sektörün tarafı konumundaki hemen herkesle görüşerek yasayı sonuçlandırdık.” diye konuşarak demokratik, katılımcı ve evrensel değerlere sahip bir tasarının oluşturulduğunu belirtiyor. Ayrıca Yasanın temel amacının ifade ve haber alma özgürlüğünü teminat altına almak olduğunu belirterek 1994’ten beri çıkan yasaların hiçbirinde böyle bir özel hükmün olmadığını oysa bu yasanın amacı olarak ilk cümlede bu hükmün kaleme alındığını vurguluyor.

RTÜK Başkanı Zahid Akman Yeni Yasa Tasarısını şu sözlerle anlatıyor;

“17 yıla yakındır ülkemizde özel televizyon yayıncılığı ve radyo yayıncılığı olmasına rağmen şu anda televizyonlarımızın karasal yayın, radyolarımızın da karasal yayın lisansı bulunmamaktadır. Bu Radyo Televizyon Üst Kurulumuzun tek başına hatası değildir ama kamunun bir ayıbıdır, biz bu ayıbı ortadan kaldıracak bir takım düzenlemeleri bu yasanın içine yerleştirdik. Yine lisans süreleriyle ilgili televizyon yayıncılığı gibi gerçekten son derece büyük yatırım gereken bir faaliyet alanında çok sınırlı süre verilerek özellikle yayını rantabl olmaktan fayda getirici olmaktan çıkaran bir sınırlama vardı, bunu ortadan kaldırmayı hedefledik. Reklamlardan alınan paylar diğer hiçbir sektörde olmadığı kadar bizim yayıncılık sektörümüzde ek bir vergi gibi ağırlaştırılmış bir şekilde bulunuyordu. Burada yayın kuruluşlarının bu manada yükünü hafifletmek amacıyla bir takım düzenlemeler yaptık. Tüm çağdaş hukuk sistemlerinde zaman aşımı var biliyorsunuz, bizim kanunumuzda özellikle müeyyide uygularken herhangi bir zaman aşımı uygulaması söz konusu değildi. Şu anki yürürlükte bulunan yasamızda mürrizaman olmadığı için herhangi bir yayın kuruluşu yasanın çıkmasından bu yana yaklaşık 5 yıllık süreçte bu 5 ihlali gerçekleştirdiğinde yayın lisansı söz konusu olabilecekken bizim yasamızda 1 yıllık bir mürrirzaman şartı getirilerek yayın kuruluşunun 1 yıllık zaman dilimi içerisinde eğer aynı ihlali yapması söz konusu olmazsa o maddeyle ilgili almış olduğu müeyyide ortadan kalkacak, yeniden başa dönülecek. Bu şekilde yayıncıların özellikle hatadan dolayı, ihmalden dolayı bilmeden yapmış oldukları bir takım ihlalleri konusunda onlara ciddi manada samimi olarak kanun tarafından bir destek verilmesi söz konusu olacaktır. Yayıncıların özellikle yayın hayatını olumsuz etkileyen bu ağır madde mürrirzaman gündeme getirilerek hafifletilmiş iyi niyetli yayıncıyla, kötü niyetli yayıncı ayırt edilmek istenmiştir.

Avrupa Birliği’ne girme kararlılığında olan ve bu konuyla ilgili müzakereleri başlatan Türkiye’mizin özellikle Avrupa sermayesiyle ilgili sermayenin serbest dolaşımı bağlamında ciddi manada Avrupa’daki yayıncılara imkanlar tanıması zorunluluğu var. Avrupa Birliği’ne Türkiye’miz girdiği anda Avrupa sermayesi olarak kabul edilen tüm yayın kuruluşlarının ülkemizde yüzde 100’lük bir oranda yayın kuruluşuna sahip olma hakkının verilmesi zorunluluğu var. Biz bu dönemde özellikle sermayenin yüzde 25’lik bir yabancı sermaye kısıtlaması vardı. Biz bunu bu dönemde yüzde 50’ye çıkarmayı önerdik. Eskiden bir yayın kuruluşu yalnız bir televizyon kuruluşuna yüzde 25’lik oranda ortak olabilir ve ikinci yayın kuruluşuna ne kadar hisse oranında olursa olsun ortak olamazdı. İkinci bir yayın kuruluşuna da yüzde 25’lik oranda, birincisinde yüzde 50 olduktan sonra ikinci bir yayın kuruluşuna da yüzde 25’lik oranda ortak olma hakkını verdik.

Yeni yasaya hem yayın kuruluşunu, hem yapımcıyı, hem de sunucuyu yapmış olduğu ihlallerden dolayı sorumlu tutan bir takım düzenlemeler getirdik. Tanımlarda özellikle bazı eksiklikler vardı, bu tanımları son derece netleştirdik ve anlaşılabilir bir hale dönüştürdük. Yayın ilkelerinde özellikle geçtiğimiz dönemdeki tecrübelerimizden gördüğümüz bir karmaşa söz konusuydu. Yayın ilkelerinde daha sade, anlaşılabilir ve özellikle daha az yoruma açık hale getirmeye gayret ettik. Türkiye radyo televizyon kurumu TRT 2002 yasa değişikliğiyle Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun denetiminden çıkarılmıştı. Kamu yayıncısı olan TRT’nin de bir ihlal yapması söz konusu olursa bununla ilgili denetim yetkisinin yeniden Radyo Televizyon Üst Kurulu’na verilmesi gerektiği inancıyla bu düzenlemeyi yaptık. Frekans planlaması ve lisans vermede bazı problemlerimiz var. Geçtiğimiz dönemde yaşadık, bugün de yaşıyoruz. Özellikle bildiğiniz gibi ülkemizde çatı anteniyle izlenen yayınlar analog yayınlardı. Yeni bir kararla karasal, sayısal yayına geçilme kararı alındı. Karasal, sayısal yayına geçme sürecinde Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun elini güçlendiren bir takım düzenlemeler yaptık. Yani Türkiye’deki yayıncılığın çağdaş teknolojiye, yeni teknoloji ve gelişmelere ayak uydurmasını sağlayacak ve onların bu imkanı elde etmesi için karşılarına çıkan engelleri ortadan kaldıracak bir yaklaşım kanunumuzda var. Vericiler şu anda Çamlıca’yı İstanbul için örnek verebilirim, Ankara’da Dikmen tepesini örnek verebilirim. Bütün şehirlerimizde her yayın kuruluşu kendi vericisinin yerleştirilmesi için bir direk kurmuştu. Karasal, sayısal yayına geçilmesi arifesinde çevre kirliliğini ortadan kaldıracak ve güzel şehirlerimizin estetiğini bozan bu direk ormanlarını ortadan kaldırıp tek direkten tüm vericilerin yayın yapmasını sağlayacak bir düzenlemeyi kanuna koyduk.

IP TV, HD TV dediğimiz internet ortamından yapılacak yayınlar, cep telefonlarından yapılacak yayınlarla ilgili belirsizlikleri ortadan kaldırdık. Yine multiplex, uydu ve kablo işletmecilerine işletme izni verilmesi konusunda bazı düzenlemeler yaptık. Yayın kuruluşlarımızın belli bir oranda da olsa borsada işlem yapabilme imkanlarını onlara tanıdık. Sahiplik konusunda geçtiğimiz dönemde nicelik olarak, sayı olarak bazı kısıtlamalar getirilirken, biz yasamızda sektörün reklam pastasından aldığı payı ve karasal yayın sırasında işgal ettiği frekansı dikkate alan bir takım düzenlemeler yaptık. İzlenme ölçümü diye ifade ettiğimiz, kimilerinin reyting ölçümü diye nitelendirdiği ve şu anda Türkiye’de son derece sahipsiz ve belirsiz olan bu konuda kanunumuzda bir takım düzenlemeler var. Müeyyide sistemimizi baştan sona yeniledik. Müeyyide sistemimizde bugün uyguladığımız yani şu anda yürürlükteki kanunumuza göre uyarı, program durdurma, para cezası, ağırlaştırılmış para cezası, yayın durdurma tarzında kademeli bir sistem vardı. Biz bu uyarı sistemi yine bulunuyor ama ardından verilen o program durdurma, para cezası uygulamalarını tamamen ortadan kaldırarak yayın kuruluşun gelir getirmeden yayın yapması şeklinde bir cezayı hayata geçirdik. Bu şekilde eğer bir kuruluş ihlal yapar ve bu ihlalden dolayı gelir getirici yayın yasağı verilirse yayın kuruluşlarının reklamsız yayın yapması söz konusu olacak ve 1 günlük bir müeyyide alırsa o gün hiç reklam geliri olmadan yayın yapması sağlanacak. Bu şekilde çok tartışılan işte ikame programda belgeseller ceza olarak gösteriliyor tarzında tartışmalar da ortadan kalkacak. Kriz dönemlerindeki yayınlarla ilgili çok önemli bir düzenleme yaptık. Kriz dönemlerinde ve olağanüstü dönemlerde yayın durdurmayı istisnai hale getirdik, aslolanın yayın özgürlüğü olduğunu ifade ettik ve bu konuda Radyo Televizyon Üst Kurulumuza bir yetki aldık. Bu yetkiyi de mahkeme delaletiyle kullanılması şeklinde düzenledik. Seçim dönemlerinde çok ciddi sorunlar, karmaşalar var. Seçim dönemlerindeki yayınlarla ilgili gerçekten yayıncıların özgürlüğünü sağlayan vatandaşın da haber alma ve bilgilenme özgürlüğünü sağlayan bir takım düzenlemeler de var. ...” (15 Ocak 2008 tarihinde NTV'de yayınlanan ‘NEDEN?’ isimli program metninden alıntıdır.)

Çok daha ayrıntılı ve tartışmalı ilerleyen bu program metninden aktardığım bu özet bilgi bu yasa tasarısının bir nevi tanıtım bilgisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Lakin tanıtımı yapan kişinin aynı zamanda hazırlayan kuruluşun başkanı olması objektiflik hususunda önemli bir soru işareti olarak karşımızda durmaktadır. Bu yeni yasanın neler getireceği ve mevcut sorunlara ne tür çözümler getireceğini zaman belirleyecektir. Ancak eksiklikleri, Anayasa Mahkemesinin iptalleri sonucu oluşan boşlukları ve yeni iletişim teknolojilerine olan uyumsuzluğu ile büyük tartışmalara sebep olan 4756 Sayılı Yasanın devrini kapaması bile kısa vadede bir fayda olarak görülmektedir. Bu kısa vadedeki olumlamanın genele yansıyıp yansıyamayacağını ise süreç belirleyecektir.

Tekelleşme ve Holdingler

İhlas Holding(Foks), Erol Aksoy Grubu, Aydın Doğan Grubu, Karamehmet Grubu, Dinç Bilgin Grubu, Uzan Grubu, Turgay Ciner Grubu, .... gibi bazı holdingler küreselleşme mantığı içerisinde işadamlığı ile iletişim sektörünü birleştirerek medya’yı kendi kişisel çıkarları için bir araç olarak kullanmaya başladılar. Medya bu holdinglerin elinde kamusal görevini yitirerek ticari bir meta halini aldı. Medya sahipliği işadamları için önemli bir silahla kuşanmak anlamını taşımaya başladı. Büyük siyasi rant çalışmalarının işadamları ile arasındaki köprüsü artık medya aracılığıyla kurulmuş oluyordu.

Aslında 3984 Sayılı Radyo TV Kanunu’nun 29. maddesinde, radyo ve televizyonların etkisi gözönüne alınarak, alandaki maddi yapılanmalara ve kurumaların çalışmalarına bazı sınırlamalar getirilmişti. Bu madde bağlamında Radyo ve TV kuruluşlarına hissedar olan gerçek ve tüzel kişilerin hisselerinin toplamı % 10’dan fazla olursa, o ortaklıklar devletten taahhüt işi alamıyacaklardı. Burdaki amaç, medyayı elinde bulunduranların bu güçleri vasıtasıyla taahhüt işlere girişmelerini önlemekti. Fakat bu tarz yasal düzenlemeler holdinglerin baskıları ile delinmektedir ve bu durum dünyanın her yerinde benzerlik göstermektedir.

Türkiye’de medyanın tekelleşmesi konusunda ki en bilinen örnek olan Aydın Doğan Grubu çeşitli dallarda faliyet gösteren 89 farklı şirketten oluşmaktadır. Lakin Aydın Doğan’ın 1980 yılında Milliyeti aldığı dönemde basın dışında sadece otomotiv alanında hizmet göstermekteydi. Doğan Grubunun basında söz sahibi olmasına paralel yaşanan bu hızlı ilerleyiş incelenmeye değer bir ilerleyiş olarak karşımıza çıkmaktadır.

Grubun 2001 yılındaki cirosunun % 14’ü medyadan, %25’i finanstan, % 60’ıda akaryakıttan gelmiştir. Grubun gelir dağılımındaki %14’e rağmen Doğan Grubu Yayıncılık sektöründe en büyük pazar payına sahiptir yapılanmadır. Medya grubunda 5 bin 350 kişi çalışmaktadır olup 2002 yılında 1000’e yakın gazetecinin işine son verilmişti. Fakat bunların % 81’i geri işe alınmış durumda. Televizyon alanında ise grup Türkiye’de 16’sı ulusal olmak üzere 260 TV kanalına sahip yapılanma içerisinde, piyasanın en güçlü televizyon gruplarından olan D Grup ile savaş vermektedir. Son olarak Star kanalını da satın alan Doğan Grubu bu alanda da son derece iddialı olduğunu kanıtlamış durumdadır.

En son yaşanan ATV-Sabah Ticari ve İktisadi Bütünlüğü’nün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 26 yaşındaki damadı Berat Albayrak’ın genel müdürlüğünü yürüttüğü ve diger yönetim kadrosu ile de AKP’ye yakınlığı bilinen Çalık Grubuna satılması küreselleşme bağlamında siyaset, ekonomi, sosyal yapı ve medya bağlamında ki dengeleri gözler önüne koymaktadır. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun (TMSF) düzenlediği ihalede, ATV-Sabah Ticari ve İktisadi Bütünlüğü için 1, 1 milyar dolar teklif veren Turkuvaz Radyo ve Televizyon Gazetecilik ve Yayıncılık A.Ş'nin bağlı bulunduğu Çalık Grubu medya sektörünün devlerinden biri olma amacındadır. Temelleri 1981 yılında atılan Çalık Grubu enerji-telekomünikasyon, finans, tekstil, inşaat, ticaret sektörlerinde faaliyet gösteriyor. Çalık Grubu, 13 farklı ülkede çeşitli iş kollarında yer alarak, 34 şirketinde 14 bin kişiye ulaşan istihdam yaratıyor. Bu en son örnek ekonomik gücünü yükselten veya yükseltmek arzusunda olan yapılanmaların siyasi bağlantılarının ve medya sahipliğinin olmasının en son örneğini teşkil ediyor. Medya, siyaset ve ticaret üçgeni artık işbirliğini değil tek elde toplanmayı ifade ediyor. Tüm bu ayrı dallar satın alma ve evlenme yoluyla birbirine eklenmiş durumda faaliyet göstermektedir. Politikada ki egemen güç yani iktidar, sanayi ve ticarette yandaş kuruluşları destekleyerek ekonomik muhalifliği de engellemiş, kendi ekonomik yapılanmasını oluşturmuş oluyor. Bu ekonomik destekte medya sahipliği aracılığıyla bir nevi gündem belirleme yöntemiyle güç, bir nevide egemen söylemi meşrulaştırarak ve iktidarı destekleyerek teşekkür etmiş oluyor. 1980’lerle birlikte gelişen liberal iletişim teknolojileri bir nevi Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal’ın medya sahipliğiyle başladı, 2000’li yıllarda da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın medya patronluğuyla devam ediyor.

Her türlü söylemin kendi özel yapılanmasının ve söylem duyurma-gündem oluşturma-propaganda yapma alanı haline gelen ekran, sömürmenin, yönlendirmenin ve propagandanın en önemli aracı haline geldi. Sermayedarların pazarlık aracı ekran, tarikatların propaganda alanı ekran, politikacıların meşrulaştırma alanı ekran, küresel kültürün satış alanı ekran, .... girdiği kalıba göre şekil alan ekran, izleyicilere dilediği şekli veren ekran.

Sonuç

Tek kanallı yıllarda kamu hizmeti vermekle yükümlü TRT; herkes için herşey olmaya çalışmaktaydı. Devlete bağlı olan TRT’de bu durum, resmi kültürün onaylamadıklarının dışlanması şeklinde programlara yansıyor, tartışma gündemleri resmi bakış açılarıyla sınırlı tutuluyordu. 1990’lardan itibaren, özel yayıncılıkla birlikte niceliksel büyük bir patlama gerçekleşti fakat herkesin kafasında büyük soru işareti oluşturan soru şuydu ki; niceliksel olarak yaşanılan bu artış nitelige ne derecede bir katkı oluşturdu. 1998 yılında radyo ve televizyon alanındaki rakamlar şöyleydi: 16 Ulusal TV kanalı, 15 bölgesel TV kanalı, 230 yerel TV kanalı, 36 ulusal radyo yayını, 108 bölgesel radyo yayını, yüzlerce yerel radyo yayını ....

Günümüz dünyasında gözetimsiz ve ilkesiz aşırı rekabet; radyo ve televizyonda serbest rekabetin özgürleştirici olacağı yöndeki söylemi yıkarak felç edici olabileceğini, seçenekleri arttırmak yerine sınırlayabileceğini ispatlamış durumdadır. Reyting, televizyon programcılığıyla ilgili en önemli kararların alındığı ortamlarda birinci ölçüt olarak göze çarmaktadır. Neyin başarılı olup olmadığına bizzat halk karar veriyor gibi gösterilmesine karşın bu sözde demokrasi içi boşaltılmış toplumların içi boşaltılmış adaletinden başka bir anlam ifade etmemektedir. Özel televizyonlar için eğemen olan davranış şekli olan ‘reyting için herşey mübahtır’ anlayışı, etik ve sosyal sorumluluk kavramının unutulmasını gündeme getirmiştir. Reyting furyası amansız bir taklit furyası başlatıyor ve herkes reytin alan programın kendi versiyonunu yaratmaya çalışırken, özgürlük bir kenara bırakılıyor, ‘başarılı’ programla başlayan taklit süreci alternatifsiz çürümüşlüğü doğuruyordu. Bu program türlerinin azalması, farklılıkların törpülenmesi ve özgünlügün sürgün edilmesi; tek kanallı ve tek radyolu uzun kıtlık yıllarının ardından sonra ulaşılan teknolojik bolluk ortamında hep aynı kanalı seyrediyor ya da aynı istasyonu dinliyor hissini uyandırıyordu. Küreselleşme kendi istediği tüketim kültürünü Kitle İletişim Araçlarının istilası ile seri bir şekilde üretmeye başlamıştır.

Sözün özüyle küreselleşme etkisiyle gelişen liberal politikaların Türkiye’de Kitle İletişim Araçlarından Radyo-Televizyon alanına yaptığı etki; Amerika Birleşik Devletlerinde televizyon yayıncılığına dair bir açıklama yapan Turgut Özal’ın hemen ardından, Uzan Ailesinin Turgut Özal’ın oğlu Ahmet Özal ile ortaklaşa İsviçre’de kurdukları Magic Box isimli şirketinin, Almanya’dan Eutelsat Uydusundan 2 kanal kiralayarak Türkiye’ye yayın yapmasıdır. Yasal düzenlemelere aykırı oluşan bu yayın 1990-1993 arası yasaya aykırı bir özellikte sürdürülmüştür. Küreselleşme ve liberal politikalar ulusal yasaların üstünde bir özelliği kendisine biçerek sınır tanımaz bir ilerleyiş sergilemiştir. Bu ilerleyiş finansal ve istatistiki olarak gerçekleşirken içerik ve sosyal açıdan büyük kayıpları da beraberinde getirmiştir.

Kaynakça

TOPUZ, Hıfzı; II. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, İstanbul, Remzi Kitapevi, 2. Baskı, 2003.

KEANE, John; Medya ve Demokrasi, çev. Haluk Şahin, İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 3. Baskı, 1999.

TANİLLİ, Server; İnsanlığı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?, İstanbul, Alkım Yayınevi, 7. Baskı, 2006

TANİLLİ, Server; Uygarlık Tarihi, İstanbul, Alkım Yayınevi, 24. Baskı, 2007

KOLOĞLU, Orhan; Osmanlıdan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, İstanbul, Pozitif Yayınları, 2006

JEANNENEY, Jean-Noel; Başlangıcından Günümüze Medya Tarihi, çev. Esra Atuk, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 2006.

AKŞİN, Sina; Kısa Türkiye Tarihi, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, 2007.

ERDOĞAN, İrfan, ALEMDAR, Korkmaz; Popüler Kültür ve İletişim, Ankara, Erk Yayınevi, 2. Baskı, 2005.

SERİM, Ömer; Türk Televizyon Tarihi 1952-2006, İstanbul, Epsilon Yayınevi, 2007

ATABEK, Ümit; İletişime Giriş, http://www.umitatabek.net/ .

Can Dündar, NEDEN ?, 15.01.2008, NTV, RTÜK YASA TASARISI

Der. ALANKUŞ, Sevda; BİA Habercinin El Kitabı Dizisi, IPS İletişim Vakfı Yayınları, 2. Baskı, 2004.

 
Toplam blog
: 64
: 5712
Kayıt tarihi
: 27.06.07
 
 

İnsanım herkes kadar; zengin kadar fakir kadar, kadın kadar erkek kadar, Müslüman kadar Hristiyan ka..