Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ağustos '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Refakatçi

Refakatçi
 

İş çıkışı Cerrahpaşa’nın yolunu tuttum. Çok sevdiğim bir komşum (aynı zamanda eski evsahibim) Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ameliyat gününü bekliyor. Pek iyi huylu görünmeyen bir tümörden dolayı midesinin tamamen alınması sözkonusu. Midesinde ağrı, bulantı, kusma ve kilo kaybı şikayeti vardı. Geçenlerde endoskopi yapıldı; ilk bulgular tahmin ettiğimiz -ve korktuğumuz- gibi çıktı maalesef.

Güçlü kuvvetli, bünyesi çok sağlam bir kadındı. Kolay kolay hastalanmazdı. Şimdi ise kendisine bir an rahat vermeyen ağrının pençesinde kıvranıp duruyor. Yediğini sindiremediği için bir şey yiyemiyor, serum ve sıvı gıdalarla besleniyor. Zayıflamış, rengi solmuş. Bir dakika yerinde duramayan, ihtiyacı olan herkesin yardımına koşan, bir merhamet anıtı gibi yaşayan o insan şimdi bir yatağa mahkum. Kolları serum ve iğne girişilerinden dolayı delik deşik, mor çürüklerle dolu...

Çiçek buketini başucundaki komodine bıraktım. “Niye zahmet ettin?” dedi. Böyledir. En zor durumda bile hep başkalarını düşünür. Kendisi için hiçbir şey istemez. “Ne zahmet olacak ki!” dedim. Keşke midesi kabul etse de yiyecek bir şeyler de götürebilseydim. Odasında ameliyattan yeni çıkmış bir başka kadın vardı. Kısılmış sesiyle arada bir inliyor, etrafındakilere bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Hastanelere hiç dayanamam. Öyle ilaç kokusuna falan pek hassas biri değilimdir ama insanların o hallerinden çok kötü etkilenirim. Onları görüp seyretmekten başka bir şey yapamamak moralimi bozar. Kendimi onların yerine koyarım.

Kızı Meral senelik iznini ona refakat ederek geçiriyor. Yayları kırık bir kanepeyi öteki hastanın refakatçisiyle paylaşarak oturuyorlar. O halleriyle bana bir şeyler ikram etmek için uğraştılar. Meyve, çay, su... Hiçbir şey yiyip içesim yoktu. Israr edince sırf bir şeyler yapalım vakit geçsin diye çay istedim. Bu defa da su ısıtıcısı bozuldu. Güldük. “Bir bardak su ver yeter” dedim.

İstemesek de söz dönüp dolaşıp tanıdığımız hastalara, hastalıklara geliyordu. Konuyu değiştirmek istedim. Mümkün olduğunca hastalık dışında konulardan, işten, ev hallerinden, öteki komşulardan falan söz ettik sonra. Komik şeylerden söz edip güldük bir süre.

Meral’e kedisini sordum. Siyah bir yavru kedisi vardı. Birden gözleri doldu. Önceki gün eve üzerini falan değiştirmeye gittiğinde kedisini apartmanın önündeki kaldırımda yerde yatarken bulmuş. Kendisi eve gelmeden kısa bir süre önce kedi dört katlı binanın teras katından aşağı düşmüş. Yaralıymış ama henüz yaşıyormuş. Hemen bir taksiye atlayıp veterinere götürmüş. Veteriner hayvanın iç kanama geçirdiğini, önce röntgen çekilmesi gerektiğini, ama orada röntgen cihazı olmadığını, donanımlı bir veteriner kliniğine götürmesini söylemiş. Oradan kliniğe gitmek üzere ayrılmış ama gittiğinde klinik kapanmış. O ne yapacağını düşünürken kedisi de son nefesini vermiş. Kediyi kucağından indirmeden ağlaya ağlaya eve dönmüş.

Kedinin hikâyesini dinleyince üzüntüm daha da arttı ama onlara belli etmedim. “Bizim binanın girişinde yaşayan yavru kediyi verelim sana” diye moral vermeye çalıştım. Islanan gözlerini elinin tersiyle silip güldü.

Hastanede zaman çok yavaş ilerliyor.. Refakatçilerin işi hastalar kadar zordu. Sandalye üzerinde, bir kanepe köşesinde günler boyu oturup yanındaki hastanın iniltilerini dinleyerek beklemek hastalıkla cebelleşmek kadar zor. Kendimi bir hastanın bir refakatçinin yerine koyup düşündüm, katlanabilir miydim? Zor bir soruydu.

Yanlarında iki saate yakın bir süre oturdum ama sanki günlerdir ordaymışım gibi geldi. Sabahı beklemek, doktoru beklemek, ateş ölçen, tansiyon alan hastabakıcıyı beklemek, koluna takılı serum şişesinin bitmesini beklemek, ameliyat gününü beklemek, taburcu olacağın günü beklemek... Zor.

Kalktım. En kısa zamanda tekrar geleceğimi söyleyip veda ettim. “Seni yolcu edeyim” dedi Meral. Bir köy büyüklüğündeki hastanenin kapısına kadar epey bir yol vardı, yürüdük. Midem inceden sızladı; yıllardır öyledir, sızlar, yanar hep. Korktum mu? Biraz.

“ - Kediye çok ağladın mı?” diye sordum.

“ - Evet, çok ağladım” dedi.

“ - Sadece kediye mi ağladın?”

“ - Bilmiyorum, öyledir herhalde..”

Kapıya gelmiştik. Sarılıp vedalaştık.

Mona Lisa tablosu gibiydi hayat. Suratının bir tarafında belli belirsiz bir tebessüm, ötekinde aynı derecede müphem bir hüzün, tamamında esrarengiz bir ifade... Son zamanlarda hep hüzünlü tarafından bakıyor bize...

......

E-posta: chelikce@gmail.com


Resim: http://tammy-love.deviantart.com/art/Sick-Bed-56478631

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..