Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Temmuz '10

 
Kategori
Edebiyat
 

Rejimin büyüttüğü muhalif yazarlara dair...

Rejimin büyüttüğü muhalif yazarlara dair...
 

Sabarattin Ali-Değirmen Kitabı


Nâzım Hikmet’ten Aziz Nesin’e, Sabahattin Âli’den Kemal Tahir’e kadar birçok kişi aslında bu bilmeden yapılan (hatta bu boyuta ulaşacağı kestirilmeden) üretimin sonucudur.

Hatta işin bir de trajikomik ismi var: Muzaffer İzgü. 1977’de İzgü’nün ilk hikâye kitabı “Bilgi Yayınevi” tarafından yayımlanır. Adı komiktir: “Donumdaki Para” Bu eserle İzgü 1978’de “Türk Dil Kurumu Öykü Ödülü”nü de alır. İçinde daha başka hikâyeler de bulunan bu kitaba adını veren hikâye oldukça komik ve gönderme yüklüdür. “Resmî”ler tarafından evi aranan hikâye kahramanın evi hallaç pamuğu gibi atılır. Bu aramada neler bulunmaz ki: Lise diploması, kaynanasının odunluktan çıkan takma dişleri ve “don”da 500 lira. Hikâyenin kahraman müteşekkirdir çünkü 500 lira büyük para…

Aziz Nesin’in hikâyesi de üç aşağı beş yukarı böyledir. Aziz Nesin, Sabahattin Âli ve Rıfat Ilgaz'la 1940’lı yılların üçüncü çeyreğinde Marko Paşa (Her kapatıldığında Mâlum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa olarak adı değişen) mizah dergisi çıkarır. Ancak, dergiler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşır, dergilerin isimlerindeki Paşa ifadesiyle "Milli Şef" İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile kapatılır. (II. Abdülhamid zamanında da “burun” kelimesine karşı bir hassasiyet vardır.) Sorgulamalar, kovuşturmalar, hapisler, cezalar derken bir de bakıyorsunuz mizahla “özdeşleşmiş” bir Aziz Nesin çıkıyor ortaya.

Elbette Nesinler cenahı da boş durmuyor. Bilendikçe bileniyor. Safını keskinleştiriyor, ünlendikçe de cephesini genişletiyor. Sivil toplum örgütlerinin, “medya”nın desteğini alıyor. Bir de zaten Türkiye’yi “düşünce hürriyetine kapalı ülke” olarak gören Avrupalı 3. sınıf sanatçılar onlara payanda oldu mu işte orada mesele dallanıp budaklanıyor. “Yılanın başını küçükken ezmek gerekir.” kör mantığından yola çıkanlar bir zaman sonra bakıyorlar ki karşılarında bir “ejderha” var. Palazlanmıştır da. Bırak “içeri” atmayı “devlet sanatçısı” bile yapsan, bu pâyeyi kabul etmez, ödülü almaya gelmez açıklamasını da “medya” önünde yapar, medyaya çarşaf çarşaf haber olur.

<ı>(Dipnot-1: <ı>Aziz Nesin, âlem adamdı doğrusu. “Nebat yerine “bitki” kelimesi bulan o olmasına rağmen 1980 öncesinin Türk Dil Kurumu’na üyelik başvurusu bile kabul edilmemişti. Ne Musa’ya yaranabildi ne de İsa’ya. Çok kere notlarını Demirel gibi o da Osmanlıca olarak alırdı. Bir ara kolundan felç inme tehlikesi geçirdi. Doktor: “Tesbih çek, geçer.” tavsiyesinde bulunmuştu. Madımak Oteli ateşe (1993 Sivas) verildiğinde kendisini kurtaranlar yan binadaki Büyük Birlik Partililer idi. Sonradan bu kendisine hatırlatıldığında “garip” bir cevap vermişti. Kurduğu Nesin Vakfı “sırlar ülkesi”ydi. Oradaki çocuklar altın suyuna batırılmış kaşıklarla yemek yerdi. “Terk-i diyar”ı bile mizahî oldu. Ne zaman “medya”da, meselenin pratiğini bilmeyen, üzerinde konuştuğu gerçekle hayatında hiç karşılaşmamış, ama teorik olarak çocuk eğitimi üzerine “bol keseden” atan okul öncesi erbabı, psikolog ve/veya psikiyatrî uzmanını dinlesem, okusam, seyretsem “Mu Ni” hikâyesini hatırlar, kahkahalara boğulurum.)

<ı>(Dipnot-2: <ı>Dergicilikte daha trajikomik olanı 3 Mayıs 1944’te “Turancılık” davasından yargılanan Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan’ın (Ruhu şad olsun. Geçen hafta o da vefat etti.) başına gelendir: Türkkan, Atatürk'ün vefatından bir gün sonra Ergenekon (Şimdiki Ergenekon’la hiçbir ilgisi yoktur. Türkçü bir dergidir.) dergisini çıkarır. Kendisinin yazdığı "Faşizm Tehlikedir" yazısından dolayı dergi kapatılır. Reha Oğuz Türkkan da tutar “Kitap Sevenler Kurulu”nu kurar. Kitap yayımlar. Ama bir gün radyoda “Kitap Sevenler Kurulu”nun Halkevleri'ne ilhak edildiğini (katma, bağlama) duyar. Hiç uğraşmaz, gider Bozkurt dergisini çıkarır.)

Sabahattin Ali

Elbette bu durum sadece cezaevini boylamak ve/veya derginin kapatılması, kitapların toplatılmasıyla da kalmamıştır. İşin içinde canından olmak da vardır. Onlardan biri vardır ki öldürülüşünün sırrı hâlâ çözülmemiştir. O kişi Sabahattin Ali’dir. <ı>(Aslında “derin”lerin bir işidir de, pek kimse derinine inememiştir. Katleden bellidir aslında: Parti üyesi ve Milli Emniyet mensubu olduğu iddia edilen biri. Hatta dört yıla hüküm giymiş; ama aftan yararlanarak serbest kalmıştır.) Sabahattin Ali, şiirlerinde Halk Şiiri geleneğine yaslanarak Türk şiirine yeni bir doku getirememiş ama içli şiirler yazmıştır. “Anlatı” eserleri daha özgündür. Hele hikâye kitaplarından birinin adı da olan “Değirmen” diye bir hikâyesi vardır ki “aşk içre” aşıklardan erkek olanın aşkı için “bedenî eşitlemesi”ni çok güzel vurgular., TRT tek kanalken; TRT’de, film olarak gösterilmişti “Değirmen”. O erkeği yiğitler yiğidi rahmetli Tanju Korel’in oynamıştı. Hâlâ hatırlarım Korel değirmenin çarklarına kolunu nasıl bilerek soktuğunu…

<ı>(Dipnot-:3 <ı>Arifiye’deki öğretmen okulu yıllarının “hit” şarkılarından olan,

<ı>“Dışarda deli dalgalar

<ı>Gelir duvarları yalar;

<ı>Seni bu sesler oyalar,

<ı>Aldırma gönül, aldırma.”

<ı>(Metnin başlığı aslında Hapishane Şarkısı V) onun şiiridir meselâ. Bunu, o zamanların sosyalistleri “Aldırma Güney” şeklinde söylerlerdi ve “içeri”deki Yılmaz Güney’e gönderme yaparlardı. Hatta onun için yazıldığını da eklerlerdi. Çünkü o zamanlar Güney, İzmit’te cezaevinde idi ve o yer denize “nâzır”dı.Oysa Sabahattin Ali Sinop’ta içerdeki hâlini anlatıyordu. Dahası Sabahattin Ali”nin; sonraları Sezen Aksu’nun bestelediği “Dağlar” şiiri, sonradan mahkemelik olacakları, meşhur Türkçü ve Turancı Hüseyin Nihal Atsız’ın çıkardığı “Atsız Mecmua”ın 1931’deki 7. sayısında çıkar. )

Hazin bir sondur Sabahattin Ali’nin hayat hikâyesi:

Hapislerden bıkmıştır. “İçeri”den “dışarı”ya çıktığında da iş bulamama, geçim derdi bunaltmıştır onu. Pasaport almak istemiş, alamamıştır. “Tek Parti Diktası”nın bu işe memur edilmiş “derin görevliler”i tarafından çember, sürekli daraltılıyordur Sabahattin Ali aleyhine. Yurtdışını kapıları kanuni yollardan kapanınca da Bulgaristan'a kaçmaya karar verir. Para karşılığı bir kaçakçı(?) ile anlaşır. Ama kaçakçı(?) tarafından Bulgaristan sınırında 2 Nisan 1948’de, 41 yaşındayken öldürülür.

Son söz: Bu “rejime muhalif”, yazdıklarından dolayı yılları “içeri”de hebâ edilen, mesleklerinden olanlardan; bize “Bozkurtlar” gibi hacimli kitabı hediye eden, Tarihî Araştırmaları hâlâ aşılamamış Hüseyin Nihal Atsız ile “Devlet Ana” gibi başeser bırakmış olan Kemal Tahir’e bir başka yanar içim.

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..