- Kategori
- Deneme
Rekabet

" Âsaf’ın kadrini bilmez, Süleyman olmayan
Bilmez insan kıymetin, âlemde insan olmayan.”
ZİYA PAŞA
Kimileri konuşmaya bayılır. Bir başladı mı, soluk almadan, makineli tüfek gibi…
Sanırsınız, atlı kovalıyor arkasından. Duraklasa da, bir çift söz de siz söyleseniz… Yakalayamazsınız o fırsatı. Yakaladığınızı düşündüğünüz anda da sesini yükselterek sözü ağzınıza tıkayıverir.
Söyledikleri de önemli şeyler olsa… Her karşılaşmanızda dinlediğiniz bayat konular, anlamsız ayrıntılardır.
Hele hele böyleleri, mikrofonu eline bir geçirirse
İyi ki, yazmaya merakı yoktur; böylelerinin
Böyle dediğime bakmayın; ara sıra kalem erbabından da rastlanıyor öylesine.
Onca zaman harcayıp uzun bir yazı okuyorsunuz. Bakıyorsunuz ki, dişe tırnağa dokunur hiçbir şey yok içinde.
Adam, mektup yazıyormuş da bir arkadaşına; “Kusura bakma, sana kısa yazacak kadar uzun zamanım yok.” diye başlamış söze.
Aynı onun gibi, zor olan kısa yazmak ve kısa konuşmaktır. Bir düşünceyi ve duyguyu kısaca anlatabilmek, daha çok zaman, daha çok emek ister.
Ve her işte olduğu gibi, daha çok emek harcanarak elde edilen ürünler daha değerlidir.
Bu işin sırrına varanlardan biri, Nasrettin Hoca’mızdır. Bizim sayfalar dolusu anlatamadığımız bir düşünceyi O, birkaç satırlık bir fıkra ile öyle güzel, öyle etkili anlatır ki!..
Bir kez dinleyen, ya da okuyan, bir daha unutmaz onu. (Elbette Fransız yazar La Fontaine’i de unutmamak gerekir.)
Ülkemizde, uzun konuşmalarıyla ün yapmış Osman Bölükbaşı gibi politikacılar var da kısa konuşmasıyla ün yapmış biri var mı, bilmiyorum.
Ya kısa yazanlar?..
Kısa yazan, kısa konuşandan daha çoktur ülkemizde. Ancak, onların sayısı da bir elin parmaklarını geçmez. (Haydi canım, sizin dediğiniz gibi olsun; iki elin parmaklarını geçmez.)
Onlardan biri de ÖNDER gazetesi başyazarı Feyzullah Aktan’dır.
Değerli dostumuz, adının ilk harfi ve soyadının ilk hecesini birleştirip -FAK. imzası ile, “kısa yazı” türünün en güzel örneklerini sergiledi yıllarca. (Ve ne iyi ki, bırakmadı; devam ediyor.)
Biliyorsunuz “Fak” bir çeşit tuzaktır. “Fak kurmak”, “faka düşmek”, “faka basmak” deyimlerinde de doğrudan “tuzak” anlamındadır. Köşesinin adı da, “KURT KAPANI”…
Kırk beş yıllık bir ÖNDER okuru olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, gerçekten de köşe adının hakkını vererek, çok güzel “av”lar yakaladı dostumuz; bu tuzaklarda.
Diyorum ki, biri iş edinse de bunu, 54 yıllık bu gazeteyi şöyle bir tarasa, zamana yenik düşmemiş, -FAK’a ve “Kurt Kapanı”na yakalanan ve hâlâ diri duran “av”ları derleyip toparlayarak bir kitap yapsa!..
Kim olabilir bu?
Oğuz Yaşar Aktan mı, Cengizhan Aktan mı, Derya Aktan mı?
Neden Dr. Gülder Aktan Esim ya da Dr. Mustafa Esim (Şair Tuğrul Asi Balkar) olmasın?
İlle de aileden biri olması şart mı canım!
Sözgelişi neden öğretmen Melek ve Vahit Özcan çifti yapmasın; böyle bir çalışmayı?
Pekâla, Ayten ve Zihni Akman dostlarım gibi, Zeynep ve Hakkı Gürel ile Melahat ve Kemal Naloğlu dostlarımız da yapabilir.
“-Ahmet Kaya Turan, Ali Özer, Hikmet Bulut, Ahmet Ak, Necdet Tezcan veHasan Akarsu için nedersin?” diye sorarsanız, “Biçilmiş kaftan!..” derim. İlgi duyan olacak mı, bakalım. Bekleyip göreceğiz.
El ele, omuz omuza zevkli bir çalışma olur ve bir eser çıkar ortaya.
“Her kim ki olursa bu sırra mazhar / Dünyaya bırakır ölmez bir eser” dediği gibi Âşık Veysel’imizin, kim ya da kimler yaparsa bu işi, “ölmez bir eser” bırakmış olurlar geride.
Bunca sözden sonra, bir-iki örnek okumayı hak etmedik mi? Buyurun öyleyse:
“REKÂBET EĞİTİMDE OLMALI
“Bir dostumuz, sürücülerin trafik kurallarına uymadığından yakındı:
“Özellikle yaya geçitleri yokmuş gibi davranıyorlar.” dedi ve “Işık olmasa da yaya geçitlerinde önceliğin yayalara ait olduğu, kurslarda öğretilmiyor mu acaba?” diye sordu. *
“Doğru söylüyordu. Ben bir-iki kez yaya geçidinde durarak yayanın yaşamını tehlikeye soktum: Çünkü, arkamdaki sürücü, durmak yerine, sağımdaki boşluktan geçmeye kalkışınca, az daha yayaya çarpıyordu.
“Bunun bir nedeni, aceleci bir toplum oluşumuz…
Özellikle gençler, direksiyon başına geçince kendilerini pilot sanıyorlar…
Bir başka nedeni de sürücü kursları arasındaki ücret indirim yarışı…”
*
“Kursiyer kapmak için fiyat indirimi yapınca, kursiyere bağışladığını eğitimden kısmak zorunda…
Oysa, rekabet, fiyat düşürmek yerine, iyi eğitmek üzerine olsa…
Hem sürücünün, hem onun trafikteki muhataplarının canları güvencede olacak…
Hem de sürücü kursu işletenler, “zarardayız” diye ağlaşmayacak…”
“Sürücü kursuna, belge almak için değil, eğitim almak için gidilir.
Belge, eğitimin kanıtı olarak verilir!.. –FAK.”(12 Haziran 2015)
Bana sorarsanız, mükemmel bir yazı bu… Ancak, ilkokuldan üniversiteye kadar okullara ve her türlü kursa eğitim almak için değil de diploma almak için gidenlere sorarsanız, hiçbir değeri yoktur. 27 Eylül 2014 günkü “KURT KAPANI”, “Kız Saçların Lüle Lüle” adıyla yayımlanmış. “Kız saçlarının ne işi var Kurt Kapanı’nda?” diye merak ederseniz, buyurun:
“Kadın saçlarının uzatılmasının “hikmet”ini bilmiyorum.
Ama bir hikmeti olduğuna inanıyorum…
“Hatta biraz daha ileri gideyim:
Kadınlığı tamamlayan saçlardır.
Aksi halde saçlara bu kadar önem verilmez, bu kadar çok kuaför de olmazdı…
Siyasî amaçla saç kapatmak ise asla doğru değildir…
Hele zorla kapattırmak kadına resmen işkencedir…
“24 Eylül 2014 günü Sözcü’de iki saygın kadının görüşlerini okudum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın eşi Emine Hanım:
“Ağabeyim bana örtünmem gerektiğini söylediği zaman, intihar etmeyi bile düşünmüştüm” diyor.
“11. Cumhurbaşkanı Gül’ün eşi Hayrünnisa Hanım, (ki, türbanı yüzünden Üniversiteye kayıt yaptıramadığı için AİHM’ne başvurmuştu) bir gazetecinin sorusunu:
“Ortaöğretimde türban cehaletten olur; o yaşta kız çocuğu başını neden örtsün ki?” diye soruyla yanıtlıyor.
“O yaştan sonra neden örtsün ki?” sorusunun mantıklı yanıtı var mı?
Ben bulamadım!.. -FAK.”
Doğrusu ya, çocukluk yıllarımdan bu yana, ben de bulamadım; bu sorunun yanıtını.
“Ben buldum, ben biliyorum.” diyenleri okudum; dinledim ama öyle saçma sapan şeylerdi ki, söyledikleri! İkna edemedi beni hiçbiri.
Feyzullah Aktan, yazılarında olduğu gibi, özel sohbetlerinde de az ve öz konuşur. Ama etkili konuşur ve dinletir kendini. Ve O’nu dinleyen, söylediklerine katılsa da, katılmasa da bir şeyler alır; bir şeyler öğrenir, bir şeyler düşünür.
Ne mutlu, Feyzullah Aktan gibi, “acıyı bal eyleme” sırrına erenlere!
Ve dahi O’nun gibi, kısa yazıp kısa konuşarak kendini zevkle okutup dinletenlere!..
Hüseyin Erkan
huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr