- Kategori
- Blog
Renkli bir dünya

İnsanları seviyorum diyorum.
Fakat bu genel bir ifade. Hayatımızda sevmediğimiz insanlar da olabiliyor mutlaka. Ben bununla demek istiyorum ki; yaşamı seviyorum, insanlar da yaşamımın bir parçası.
Ben insanlarla birlikte olmaktan, duygu alışverişinde bulunmaktan, sahip olduğum güzel, doğru ve yararlı olduğuna inandığım birikimlerimi ve duygularımı onlarla paylaşmaktan ve paylaşmak isteyenlerin de yanında olmaktan mutluyum.
İnsanlara karşı önyargılarım yok.Onları yargılamamaya çalışıyorum ya da yargılarken içinde bulundukları çevresel faktörleri, sahip oldukları düşünsel ve duygusal kapasitelerini de hesaba katıp onları anlamaya çalışıyorum. İşte ben “insanları seviyorum” derken bunu söylemek istiyorum.
İnsanları sevebilmek ve onlarla birlikte olmaktan zevk alabilmek için öncelikle kendimi sevmem ve barışık olmam da gerekiyor.
Kendimi sevmem içinde kendimi iyi tanımam.
Kendimi iyi tanıyabilmek içinde olabildiğince insanla birlikte olmalı, onların neler düşündüğünü, nasıl yaşadıklarını, deneyimlerini, duygularını, neyi biriktirip neye önem verdiklerini bilmeli ve kıyaslamalar yapabilmeliyim. Bu yaşamımız boyunca sürecek ve hiç bitmeyecek bir süreç.
Biz bu nedenle okuyoruz. Bilmek için. Yaşamı bilmek, bilinmezlere ulaşmak, sorgulamak, kıyaslamak için. Doğruyu ve yanlışı... Güzeli ve çirkini... İyiyi ve kötüyü... Sonuçlara ulaşmak için.
Okuduklarımızın içinde bizim işimize yarayıp yaramayacakları da beynimiz ve sahip olduğumuz entelektüel kapasitemiz ayıklıyor.
Biz, yani 1700 küsur kişinin Milliyet blog da olma nedenimiz nedir?
Neden okuyoruz ve neden yazıyoruz?
Birçok arkadaşımız bu sorunun kendince analizini yaptı yazdığı bloglarında. Kimisi yalnızlık dedi, kimisi paylaşımın güzelliği.
Mutlaka her ikisinin de payı vardır. Zaman zaman, düşüncelerimizde, hayata bakışımızda, beğenilerimizde, siyasi görüşümüzde, hatalarımızda, günahlarımızda, yaşadıklarımızda yalnız olduğumuzu düşündüğümüz zamanlar olmuştur mutlaka. Ve bu yalnızlık duygusu bizi başkalarını da bilme konusunda uyarmıştır. Bu durum da paylaşımı getirir.
Kendimizi ifade etmek için yazarız, yazılanları da okuruz. Farklılıkları nerelerde arayacağımız, hangi yolları kullanacağımız, bizdeki bilme, öğrenme ve merak iştahına bağlı.
Blog da bildiğim kadarıyla konu kısıtlaması yok. İsteyen istediği konuda yazabiliyor. Zaten kategoriler belli. Hatta peynir kategorisi olduğunu gören bir arkadaşımız “madem var o konuda da yazayım bari” demiş. Ne güzel. Editörler var. Belli kriterlere uymak koşuluyla ama iyice incelenerek yazılar yayına alınıyor. Bence burasının güzel tarafı da bu. Renkli bir site burası.
Burası bizi, bizim ülkemizi, bizim beğeni ve seçimlerimizi, kültürümüzü, bizim insanımızı anlatıyor. Bizim düşüncelerimizi yansıtıyor. Üstelik okuyup okumamak ta bizim elimizde.
Neye ilgi duyuyorsak, hangi yazı ilgimizi çekiyorsa onu okumak bizim elimizdeyken, yazıları değerli- değersiz, yaratıcı- yaratıcı olmayan, sığ – derin sularda gezen, edebi-edebi olmayan, çıplak- giyinik, bol salçalı- salçasız diye eleştirmenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Çok değerli yazar arkadaşlarımız bu çok sesliliğin ve amatörlüğün kendilerini bozduğunu mu söylemek istiyorlar, anlamış da değilim.
Gerçekten çok kaliteli, birikimi olan zevkle okuduğumuz ve düşünsel alanda bize katkısı fazla olan yazılar var. Müthiş estetik, söz kullanma sanatını başarıyla uygulayan yazılar da var. Ve bu yazılar okuyucusuna da ulaşıyor zaten. Fakat görüyorum ki bazı arkadaşlarımız burasının bir internet günlüğü olduğunu, her kategoriden yazıların bu günlükte olabileceğini, amatörce sahip olunan, duyulan ve paylaşılmak istenen her şeyin bu günlüğün konusu olabileceğini ve gelen yazıların da editörlerce gerçekten incelenip değerlendirip yayına verildiğini unutuyorlar.
Ben şahsen bu blog da yemek tarifi olmasını da, futbol yorumlarını da, güncel gazete haberlerinin yorumlanmasını da, cinsellik üzerine yazılan( bayağılaşmadan)yazıları da, çok doğal ve amatörce yazılan anıları da, fal ve burç tahlillerini de, doğru buluyorum. Çok hoşuma giden de var. Beni kızdırıp sinirlendiren de. Ama zaten böyle de olması gerekmiyor mu?
Nasıl başlamıştık yazımıza? “İnsanları seviyorum” diye.
İnsanları seviyorum ama bazen çok bilmiş havalarında, insanlara yukarıdan bakan, kimseleri beğenmeyenlere de kızıyorum. Bırakalım, insanlar ne yazarsa yazsın, çok okunsun, reytingleri yüksek olsun. Bunun bizim yazdıklarımıza ne zararı var ki?
Yazdıklarımızın kalitesi mi düşüyor? Benim düşüncelerim bunlar. Bu Pazar günü de bunları yazmak istedim. Belki son günlerdeki yazılardan alınganlık göstermiş de olabilirim.