Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Haziran '20

 
Kategori
Öykü
 

Reptilian 4

Ekrem kendine iyi davransalar da  bu iki yaratıktan ve bulunduğu ortamdan ürküyordu. Düşlerinde bile yoktu bu yer, ruhuna yabancıydı. İki yaratıkla yürümeye başladı.

Biri “Benim adım Enmeenluanna. Seni toplantı salonuna götüreceğiz. Kralımızın taç giyme kutlaması töreni var. Kralımız iki yıldır iktidarda. Törenimiz eğlenceli ve bir o kadar ilginçtir. Sürprizi sen de göreceksin.” Dedi.

Ekrem dinliyordu sadece. Soru sormak aklına gelmiyordu, bilmiyordu ki bir şey. Az sonra Ekrem yanında ki iki yaratığın benzerlerini görmeye başladı. Yaratıklar da ilgiyle ona bakıyorlardı.

Büyük kesme taştan yapılmış bir binanın önüne geldiler. Basamaktan çıktılar, içeriye girdiler. Binanın içinde odalar yoktu. Geniş yuvarlak şekilde  oturulacak taş basamaklar vardı. İçerisi bir hayli kalabalıktı, reptilian doluydu.

Ekrem’i boş bir basamağa oturttular. Enmeenluanna yanındaydı. Diğeri ayrılıp gitmişti. Onca reptiliandan konuşma sesleri geliyordu. Sözlerinden sesli harfleri atmışlar sessiz harflerle konuşuyorlardı.

Bir borazan çaldı. Ardından ona eşlik eden beş borazan daha. Trampet sesleri geldi. Tüm reptilianlar ayağa kalktı. Kral olduğu belli olan reptilianın işareti ile iki bine yakın ayağa kalkan reptilian kalabalığı oturdu. Ama kral tahtına oturmadı. Önünde duran ayna gibi şeye dokundu.

Aynanın içinden iki reptilian ve taşıdıkları kadın olan bir insanla çıktılar. Kadın korku ortamında bağırmıyordu ama belli belirsiz hareketler yapıyordu. Ona uyuşturucu vermiş olmalıydılar. Kadını uzun bbira yüksek zemine yatırdılar.

Bir kaç reptilian kralın yanında tuhaf sesler çıkardı. Sessiz harflerden ve anlamı bilinmeyen ve onların kutsal saydığı sözler.

Kral eline aldığı biraz uzun kamayı kadının tam göğsüne sapladı. Ardından cesedi yanındaki iki reptiliana bıraktı. İki reptilian kadını dakikalar içinde parçalara ayırdı.

Kral reptilian bağımaya başladı. “Azag galra sagbi mu unna te. Namtar galra zibi mu unna te. Utuk sul gubi mu unna te. Ala sul gabi mu unna te. Gıdım sul ibbi mu unna te. Galla sul kadbi mu unna te. Dıngır sul girbi mu unna te.” Sözlerini söyledi. Ardından boğazlanıyormuş gibi ağlama çığlıkları atmaya başladı.

Sonra eli ile Ekrem’in oturduğu tarafı gösterdi. Ekrem yanındaki iki reptilian tarafından oturduğu yerden kaldırıldı. Koluna girdiler.

Sağdaki reptilian “Korkma sana bir şey yapmayacağız. Kralımız kadının kanı ile seni kutsayacak.” Dedi.

Korku ile ilerliyordu Ekrem. Reptilian kalabalığının arasından geçerken tezahürat benzeri naralar duyuyordu. Ekrem’in bacağı titremeye başladı. Gözü karardı. Birden karanlığa dönüştü etraf.

İki reptilian Ekrem’i kurban edilen kadının bulunduğu taş yükseltiye koydular.

Kral “Bu iki insan parçalanma tamamlandıktan sonra kutsallaşacaklar ve evlenecekler. Cihazda parçaları birleştirirken önce dişiyi sonra erkeği birleştirin. Bilinçlerini kazanmadan dünya yüzüne velerine taşıyın. Kadının ismi İrem. Geride iz bırakmayın. Zihinlerinden öldürülüşlerini silin. Haydi şimdi de erkeği öldürüp parçalayın.”

İki reptiliandan biri uzun kamayı aldı. Ekrem’in göğsüne batırdı. Ardından Ekrem’in kolunu ve bacaklarını kopardılar. Ardından kafasını koparıp vücudunu parçalara ayırdılar. Taç giyme kutlaması bitmişti. Kral mahiyeti ile oradan ayrıldı.

Ekrem sağına ve soluna dönüp duruyordu. Kötü bir rüya görmüştü. Gözlerini açtığında doğruldu. “Ben mağaraya girmemiş miydim. Evime nasıl geldim.” Diye söylendi. Hatırlaması gerektiği hatırlıyordu. “Evet en son mağaradaydım. Bir şeyler oldu bana. Ama ne?”

Rüyasında kendini kestiklerini ve parçaladıklarını görmüştü. Eline, koluna, bacaklarına baktı. Hiç bir iz yoktu. “Tabi ya arada ki kayıp halka benim ile mağara arasında. Hiç iz bırakmadan beni taşımanın yolunu bulmuşlar. İnsanı uyurken kendi şehrinden taşıyıp gözünü başka bir şehirde açarlarsa elbet kayıp halka olacak.” Dedi.

O an cep telefonuna mesaj gelmişti. Mesaja baktı. Bir kızdan geliyordu. Mesaj “Pardon sizi tanıyamıyorum. Adım İrem. Yanlışlıkla mesaj gönderdim. Kusura bakmayın.” Diyordu.

Ekrem de “Önemli değil.” Şeklinde gönderdi cevabını. “Ne şanslıyım. Üniversite de kız arkadaşlarım var, köyde yok ama illaki tanımadığım bir kız arkadaşımda olacak. Neyse bakalım işimize.” Dedi.

Çantasına baktı. Çalışma masasının yanında yerde duruyordu. Bilgisayarı da hakeza masanın üzerinde. Karnı açtı. Saate baktı. Saat tam on yediyi gösteriyordu.Ayağa kalkıp mutfağa yöneldi. O da ne. Ocağın üzerinde türüm türüm bir yemek tencere içinde.

“Filiz’i yabancıya kaptırdık. Aşk olsun Filiz. Yabancı birine elinden geldiği kadar yardım ediyorsun.” Dedi kendi kendine. Boş bir tabak ve kaşık aldı. Tencere kapağını açtı. Tezgahtaki kepçe ile tabağına iki kepçe kuru fasulyeden kattı. Dolapta ayran olduğunu biliyordu. Bu sabah Filiz getirmişti.

Ayran dolu tası masaya çıkarıp koydu. Bardağına ayran döktü. Ekmeğini de hazır edip oturdu. Birden davul ve zurna sesi duymaya başladı. “Düğün yarın değil mi. Tarih mi atladım yoksa. Yarına hazırlık olabilir. Bakkal ne demişti acaba. Yarın mı öbürsü gün mü?” Diye söylendi.

Yemeğini bitirip bulaşıklarını kalıp sabunla yıkadı. Temizlik bitince çaydanlığa su doldurdu, ocağa koyup altını yaktı. Canı bilgisayarda oyun oynamak istedi. Hemen odasına geçti. Bilgisayarını yerinden alıp mutfağa getirdi. Aç düğmesine dokundu.

“Hem redalert oynarım hem çaydanlığa dikkat ederim. Bekarlık gibisi yok. Birde mali kaynaklarım tükenmese yeme de yanında yat.” Dedi kendi kendine.

Filiz kız kardeşi Gülistan ile konuşuyordu. Filiz “Tüm bildiklerini baştan anlat. Can kulağı ile seni dinliyorum.” Dedi kardeşine.

Gülistan “Abla iki kere söyledim. Anlamıyor musun. Hem sen Olcay ile nişanlısın. Nereden çıktı, üstüme eğilik sağlık. Duyan olursa seni tefe korlar.”

Filiz “Neyse anlatmayı bırakabilirsin. Olcay'ı sevmiyorum. Koca bulmak zorundaydım ama şimdi değil artık.”

Gülistan “Gerçekten anlaşılmaz birisin. Yoksa Ekrem denen o çocuk ve Olcay ile aynı anda mı evleneceksin?”

Filiz “Ben seninle dalga geçiyorum. Elbet Ekrem’i alıp Olcay’ı boşamayacağım.”

Gülistan “Yine karışık konuşmaya başladın. Heyecanlandın mı cümlelerin sonu başına geliyor. Bu da seni ele veriyor. Düğün büyük bir olay. Karizmanı çizdirirsin. Ağır iken yenli olursun. Bırak bana Ekrem’i. Onunla ben evleneyim. Bana daha münasip.”

Filiz “Verdim gitti.” Deyince Gülistan sevinçten ablasının boynuna sarıldı.

Ekrem redalert oyununda öndeydi. Bilgisayarın tüm saldırılarını savuşturmuştu. Dört yerde ana üssü vardı. Şu an uçan askerleri yeterince çoğalmıştı. Düşman üssüne doğru harekete geçti. Kısa zamanda oraya varıp üssü bombardımana başladı. Ana üssü yok etti. Diğer yapılar ise çocuk oyuncağıydı. Ana üs yok edilince düşman ilerleme değil, kesin gerileme sürecine giriyordu.

Ekrem ağıra alarak önce yerdeki askerleri öldürdü. Sonra tankları ve altın toplayan arabaları. Oyunu kazandı.

Çayı unutmuştu. Hemen kalkıp ocağı söndürdü. Çaydanlıktan bir hayli su eksilmişti. Bunu önemsemedi.Çok kaynamış suyun çay deminin parlak olacağını biliyordu. Sevindiği şey ise çok kaynamış suyun kireç oluşturmadığıydı. Demek o kadar çok kaynamamıştı. Ocağı tam zamanında söndürmüştü.

Poşetten demliğe çay koydu. Demliğin kapağını kapatıp dinlenmeye bıraktı. Çok kaynamış su iyi bir şeydi ama canı sıkıldı bundan. Oyun zevki kaçtı. Masaya dönüp oyundan çıktı, sonra bilgisayarını kapattı.

Dışarıda zurna sesi hiç susmamıştı. Havaya bir kaç el kurşun sıkıldığını duydu. Pat pat sesleri yüksekti. Dışarıda ne oluyorsa kalabalığa karşı yapılmış bir gösteriydi. Bu belki de köylüleri eğlenceye çekmek içindi.

Ekrem çayın demlenmesi için yarım  saat beklemişti. Demliğin kapağını açıp baktı. Çay taneleri dibe çökmüştü. Bardağını hazırladı. Bardağına demden koydu. Tahmin ettiği gibiydi. Parlaktı dem, bulanık değildi. Sonra üzerine çaydanlıktaki sıcak sudan döktü.

Ekrem düğün eğlencesine akşam katılmaya karar vermişti. O vakte kadar kitap okumak istiyordu. Odasında ki kapaklı kitap rafına yöneldi. Kapağı açtı. Dionis Yayınlarından çıkma, Robinson Crusoe isimli romanı aldı. İçine sayfanın başına baktı. Daniel Defoe, Ağustos 2017 basımı olduğunu gördü.

Odadaki tek koltuğa oturdu. Çayını sehpaya bıraktı. Şekerini atıp karıştırdı. Kitabı okuyacağı için sevinç duyuyordu. Bir mental yoğunluk yaşıyordu. Bu onu kitap okumaya sevk ediyordu.

Yirmili sayfaya gelmişti. Cama birileri taş atmış gibi ses geldi. Ekrem pencereden baktı, kimse yoktu. Pencereyi açıp öyle de baktı. Yine kimseyi göremedi.

Gülistan ecel terleri döküyordu fark edilmemek için.Ekrem onundu artık. Gülistan “Cama benden başka taş atan olmadı. Bir şekilde ruhu beni hissedecek. Ve bende onu kutsal kafesime koyacağım. Sen benimsin Ekrem. Ölüm ayırır bizi. Bunca yıldır erkek değmedi elime. Dur bu daha başlangıç.” Diyordu içinden.

Arkasına sindiği kaysı ağacından dikkatle baktı. Görünmüyordu Ekrem. Gülistan hızla bahçe duvarına yürüdü. Seri bir şekilde duvara çıkıp kendi bahçelerine atladı.

Gülistan “Abla abla başardım. Ekrem’in camına taş attım. Dışarıya baktı, beni göremedi. Ama yakında beni hissetmesi an meselesi.”

Filiz “Kendini ağırdan sat. Hemen koyverme, yelkenleri indirme. Bak benim sözümü  dinledin. Sana güzel bir şey yaptırdım. Kıymetimi bil sözümden çıkma.”

Gülistan “Aman abla öğündüğün şeye bak. Altı üstü pencereye taş attım.”

Filiz “Yanakların elma gibi kızarmış. Gelinlik kız gibi heyecanlısın.”

Tuna M. Yaşar

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..