Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

24 Aralık '08

 
Kategori
Resim
 

Resimde bir Issız Adam

Resimde bir Issız Adam
 

www.karakutu.com


“Kırgınım saçılmış bir nar gibiyim!...” Behçet Aysan’ın o çok bilinen ‘Bir Eflatun Ölüm’ şiiri yıllar önce Ezginin Günlüğü tarafından bestelenmiş ne güzel bir ezgidir.

Ne zaman dinlesem bir ıssızlık bir dağılmışlık öyküsü canlanır gözümde.

Neler çağrıştırmıyor ki insana…

Çaresizce sevenin, daha başta kaybedenin acısı.

Kaybetmiş olmanın o derin hüznü.

Teslimiyetin çaresizliği, belki de gönüllü teslimiyetin o iç kanatan hazzı.

İşte böylesi bir yalnızlaşmanın derin ıssızlığını sanata çevirenlerden birinin öyküsüne dokunmak istiyorum bugün. Ressam Fikret Mualla’dan söz edeceğim. Resimin coşkulu renkleri, hayatın ise küskün yüzüdür o.

Hayata kırgın başlar Fikret Mualla. Galatasaray Lisesi’nde okuduğu dönemde 12 yaşındayken geçirdiği talihsiz bir kaza sonucu ayak bileği kırılır, iyileşmesine rağmen ömür boyu aksak yürümek zorunda kalır. Duygusal bir yapıya sahip olan ressam bu fiziki kusurunun etkisiyle olsa gerek pek insan içine karışmaz.

Bunun yanında 15 yaşındayken okuldan kaptığı İspanyol gribini annesine bulaştırmasıyla annesinin genç yaşta ölmesi, onun ömür boyu suçluluk duygusu çekmesine neden olur. Erken yaşta kaybettiği annesinin ölümünden sonra babasının yeniden evlenmesi ise, onu uyumsuz ve asabi bir ruhsal yapıya sürükler.

Kim bilir belki de bu yüzden Fikret Mualla’nın resimlerinde hiç neşeli kadın yüzüne rastlamayız. Oysa tablolarının pek çoğunun konusu davetler, yemekli şölenler, sokak çalgıcıları, müzisyenler gibi neşeli ortamlar olmasına rağmen kadınlar hep küskün ifadeli, hep hüzünlüdür. Daha çok içinde bulunduğu Paris bohem çevresinin yaşamını konu alan resimlerin yanı sıra İstanbul yaşamını ve mimarisini konu alan çizimler, guvaş, suluboya ve yağlıboya resimler yapmıştır.

Fikret Mualla yaşadığı çevrenin yaşayışını betimleyen resimler yapar. Ancak düşlediği ifadeleri yansıtır. Yakın arkadaşı ressam Abidin Dino: “Fikret Mualla, çevresini yansıtmak kadar çevresine bir şeyler anlatmak, katmak istemiştir, güzeli güzel görmüştür, çirkini çirkin. Ayna tutmuştur doğaya, insanlara, ondan da öte, var olan imgelere imgeler katmayı başarmıştır.”der.(1)

Her ressam doğduğu, yaşadığı kültürün renklerini içselleştirir. Kendi toprağından aldığı renkleriyle donatır tuvallerini. Resimlerindeki coşkulu kırmızılar, sarılar Anadolu topraklarında yaşamış Hitit, Asur duvar resimlerindeki göz alıcı renkleri çağrıştırır. Her ne kadar ömrünün büyük bir kısmı Avrupa'da geçmiş olsa da doğduğu toprakların ruhunu yansıtır resimlerinde. Kim bilir belki, Avrupa’daki resim severlerin ilgisini çeken de bu resim anlayışıdır.

Fikret Mualla, Anadolu topraklarının çıkardığı, hayata küskün ama buna karşın resimleri son derece coşkulu renk ve desenlerden oluşan bir ressamdır. Sanki karanlık ve çelişkili yaşama inat, bir direniş gibidir onun resimleri. Hayata küskündür ama bir yandan da hayatı son derece yaşanılası ve çekici görmek ister. Tablolarını izlerken bu huysuz, hayata küskün ressamın yaptığına inanamıyor insan. Kırmızının en göz alıcı tonları, sıcak sarılar, coşkulu maviler ve morlar… Tablolarındaki renkler coşkular yaşatıyor insana, ama bir iç ezikliği, bir hüzün de kendini gösteriyor inceden inceye.

Resimlerindeki kompozisyon kurgusuyla, renkleriyle, hüzünlü, korkulu figürleriyle, çizgilerindeki özgünlükle kendine has bir resim anlayışı vardır. Daha çok doğaçlama ve sezgileriyle resim yapmıştır. Yağlı boya, sulu boyanın yanında guvaş boya ile sayısız resimler yapar.

Resimin kuramsal yönüyle pek ilgilenmemiştir Fikret Mualla. Daha çok içgüdüsel, doğaçlama desen ve renk anlayışı vardır. Aslında bu bilinçli bir seçimdir. Yaşamının büyük bir bölümünü Fransa’da geçirmesine rağmen birçok sanatsal akımın çıktığı bu ülkedeki çağdaş akımların hiçbirine bağlı kalmamıştır. Fikret Mualla 1952de, Hıfzı Topuz’a şöyle söyler: “Mutlaka figüratif veya mutlaka soyut resim yapacağım diye bir iddiam yok. Hepsini yapıyorum. Diğer ressamlarla, ekol’lerle alakalı değilim. Ben bütün bu cereyanların dışında olmaya çalışıyorum.”(1)der.

Acılarını unutmak için hep resim yapar Fikret Mualla, resim yapmadığı zamanlarda ise içerek unutmaya çalışır. Birçok kez alkol tedavisi görmüştür. Dünyasının kaldıramadığı yüklerinin altında ezilmiş olan Fikret Mualla, sinirli ve öfkeli bir yaşam sürmüş. Bu yapısı belki de onun kalkanı olmuştur. Yakın dostu Abidin Dino bu durumu şöyle açıklar:“Mualla’yı sövmek ve gülmek, delilikten kurtarmıştır.”(1)

Aslında dünyaya geldiğinde (1903) şanslı bir çocuktur. Dünyada savaşların ve yoksulluğun kol gezdiği yıllardır. Burjuva bir ailenin çocuğudur Fikret Mualla. İstanbul Moda’da Osmanlı Duyun-u Umumiye 2. müdürü olan babası iyi bir yaşam sürdürür ailesine. Ancak annesinin erken ölümü onu çok sarsar. Annesinin ölümünden kısa bir süre sonra babasının yeniden evlenmesini ise bir türlü kabul edemeyen Fikret Mualla depresyona girer. Hatta bir süre tedavi görür. Ailesi yaşadığı ortamdan uzaklaştırmak için Avrupa’da eğitime gönderilmesine karar verir.

1919da daha 17 yaşında Zürih’e mühendislik okumaya gönderilir. Ancak, mühendislik okulundan çok, resim ve grafik çalışmaları yapan atölyelere gider. Daha sonra Berlin’e geçer. Burada Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’ne devam eder. Münih Güzel Sanatlar Akademisi’nde de afiş ve desinatörlük dersleri alır.(2)

Berlin’de Hale Asaf’a, rastlar, ona ilgi duyar, yakınlaşmak ister, ancak karşılık bulamaz. Aslında birbirine çok yakın kişiliklerdir. Cumhuriyet tarihimizin ilk kadın ressamlarından olan Hale Asaf da hayat içinde tutunamamış, savrulmuş, dağılmış bir kişiliktir. Hale Asaf belki de kendi kişiliğine bu kadar yakın biriyle acılarını derinleştirmek istemedi. Genç yaşta yoksulluk içinde ölen Hale Asaf Paris‘te kimsesizler mezarlığına gömülmüştür. (http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=156617)

1927’de ülkeye dönen Fikret Mualla Milli Eğitim’e başvurarak Ayvalık Ortaokulunda resim öğretmenliğine başlar. Ancak kısa süre sonra istifa edip İstanbul’a döner. Burada bir zamanlar eğitim gördüğü Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik yapar, operetlere kostüm çizer. Yeni Adam dergisine portre ve desenler çizerek geçimini sağlar. Hatta “Schiller’in Hayatı ve Eserleri” adlı bir de kitap yazar. Ancak İstanbul sanat çevrelerinde umduğu ilgiyi bulamaz ve çalışmaları küçümsenir.(2)

İstanbullu sanatsever Salah Cimcoz sanatçıya Moda’daki konağında rahatça çalışabileceği bir yer verir(2). Alkollüyken yaptığı tatsız bir tartışma yüzünden buradan da ayrılır. O yıllarda Salah Cimcoz’un çocuklarına resim dersleri vermektedir. Bu çocuklardan biri de, yıllar sonra gurbetteki mezarını ülkeye getirecek olan öğrencisi, zamanın Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün eşi ressam Emel Korutürk’tür.(1974).

İstanbul’da Semiha Berksoy ve Nazım Hikmet’le yakın dostluk kurar. Hatta Semiha Berksoy’a aşık olur. Ona yakın olmak için Beyoğlu’na taşınır. Ancak, utangaçlığı ve depresifliği yüzünden tek taraflı bir sevda yaşar.

Yakın çevresindeki herkesi kırar döker Fikret Mualla. Bu yüzden yaşamını sürekli paylaştığı ne bir kadın ne de bir yakını vardır. İçe dönük, utangaç ve çevresiyle geçimsizliği yüzünden kadınlarla iyi ilişkiler geliştirememiştir. Onu anlayacak, onu kuşatacak şefkatli bir sevgiliye herkesten daha çok ihtiyacı vardır. Annesine çok düşkün olan sanatçı, onu çocukken Moda-Kadıköy sokaklarında gezdiren annesinin sıcak avucunu avucunda duymak istediği güven ve şefkati düşler hep.

“Fikret’te söz konusu olan kadın değil, kadınlıktır. Mualla hikayeyi aşar, genele erişir.”(1)der yakın dostu Abidin Dino. Düşlediği kadın imgesi iki uçludur Fikret Mualla’nın. Bir yanıyla sevgisine ve şefkatine ihtiyaç duyulan sonsuz güvenilen biridir kadın, öte yandan sahip olmaktan, bağlanmaktan korkulan, sürekli ölüm fobisi yaşatandır. Fikret Mualla’nın bilincinde, ölüme karışmış büyük bir sevgi ve hüzündür kadınlar. Bu yüzden mutlu kadın yoktur resimlerinde.

Bir süre Bakırköy’de Dr. Mazhar Osman’ın hastası olur, gözetiminde kalır, desteğini görür(1936). Hatta dönem dönem buraya gelen Neyzen Tevfik’le oda arkadaşlığı yapar.

1939’da tekrar Paris’e döner. Yoksulluk içinde, yaptığı resimleri çok ucuza satarak yaşamını sürdürür. 1954’te ilk kişisel resim sergisini açar. Paris’te birçok ünlü ressamla tanışır. Bunlardan biri de Picasso’dur. Hatta Picasso imzalı bir tablosunu hediye eder. Ama Fikret Mualla bu resmi, bir şişe şarap parasına satar.

Sanatçı hastalıkları ve alkol tedavisi için birkaç kez hastaneye yatırılır, 1962 de felç geçirir. Resimlerinin sürekli müşterisi olan Madam Angels, ayda belli bir sayıda resim yapmak karşılığında ona yer tahsis eder. Zaman zaman tartışmalar da yaşasalar, ölene kadar Madam Angels’ın korumasında kalır. 1967’de tek başına yaşadığı evde ölü bulunur.

Fikret Mualla, Avrupa’da Anadolu’nun renkleriyle konuşur. Sanatçı ruhunu, sıradan insanınkiyle bir tutmamak gerekir. Kardeşi Theo olmasaydı bugün Van Gogh olmazdı. Theo, V. Gogh’u yüreklendirerek, maddi destek vererek ondaki sanatsal özü dünyayla tanıştırmıştır.

Fikret Mualla’ya sahip çıkıp her durumuna hamilik yapacak biri olsaydı; bugün dünya çapında adı olan bir ressamımızdan söz edecektik. Hassas sanatçı ruhunu, depresyona terk etmek yerine, sanatsal derinlikli üretimlere dönüştürmek gerekir. Hakettiği insanca yaşam koşullarında, onları yüreklendirmek gerek. Bu bazen aileden biri, bazen bir kurum, bazen de bir sanatsever desteğiyle olabilirdi. Ama bizim toplumumuzda sanata ve sanatçıya olan duyarlığın zayıflığından belki, bu özenin gösterilmediğini hepimiz biliyoruz.

Kim bilir belki Fikret Mualla’nın yaşadıkları başka sanatçıların hayatlarına sahip çıkılmasına önayak olur.

(1) Fikret Mualla, Abidin Dino-Ara Güler

(2) Vikipedia

 
Toplam blog
: 36
: 9117
Kayıt tarihi
: 11.07.08
 
 

İzmirliyim. İstanbul Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi mezunuyum. Serbest çalışan diş hekimiyim. M..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara