- Kategori
- TV Programları
Reytinge Kurban Diziler…
‘Rekabet, en iyi ürünlerin ve en kötü insanların ortaya çıkmasını sağlar’ demiş, Amerikan radyo ve televizyonunun kurucusu iş insanı David Sarnoff. Gerçekçi bir tespit. Lakin günümüz dünyasında bu tespitin ne oranda geçerli olduğu tartışılır. Zira rekabet olayındaki kriterler, kaliteden ve kötülükten daha başka unsurları kapsamakta şimdilerde.
Nasıl ki, hâlihazırda yaşanan zorlu dizi rekabetçiliği bunun en bariz örneği! Rekabetin bu boyutunda, ‘en iyi-en kötü’ ikilisinden ziyade, reyting ölçümleri ve izleyici algısı revaçta. Böylesi bir rekabet mantığı neticesinde gerek içerik, gerekse oyunculuk yönüyle dikkat çekme potansiyeline sahip pek çok işin, reytinge kurban edildiği malum. Bu gerçek doğrultusunda ekranlar da, kalitenin ve başarının takdir edildiği bir mecra olmaktan uzak, reklam getirisine temel teşkil eden reytinglere endeksli bir rekabet ortamı kıvamında.
Öte yandan böylesi rekabet ortamında harcanıp giden yapımlardan bazılarının diğer etkenlerin yanı sıra kendi yanlışlarının kurbanı olduklarını da bir kez daha vurgulamak isterim. Zira reyting savaşından galip çıkma kaygısıyla yapılan hatalar nedeniyle gelişim potansiyeline sahip içeriklerini ve ünlü isimlerden oluşan kadrolarını heba eden örnek bolluğu yaşanmakta son dönemlerde!
Misal; ‘Akrep’, ‘Seni Çok Bekledim’, ‘Baraj’, ‘Akıncı’, ‘Arıza’ ve yeni rakiplerin gelişiyle ilk on sıralamasından düşen ‘Alev Alev’… İkinci sezon şansını elde edemeden heba edilen işler. Daha net ifadeyle, potansiyel yönleriyle ele alındıklarında ekranda uzun soluklu olması gereken türden olmakla birlikte, izlenen yolun yanlışlığından dolayı yapabileceklerinin gerisinde kalarak reytinge kurban giden diziler bunlar.
Nitekim Star TV’deki yolculuğunu gayet iyi başlatan ‘Menajerimi Ara’ da, her sezon büyük umutların büyük hüsranlara dönüştüğü ekranlarda reytinge kurban gitme potansiyelindeki dizilerden biri. Giderayak kısaca göz atmakta fayda var.
‘MENAJERİMİ ARA’ BİZE UYMADI
Uyarlama merakı sonucu ekranlarımıza taşınan ‘Menajerimi Ara’, büyük iddialarla yolculuğunu başlatan dizilerdendi. İşin doğrusu dizi-film sektörünün ve oyuncu âleminin gerçeklerini ortaya serip, eleştiri getirme özelliğindeki içeriğiyle ekranda fark yaratmaya uydundu. Lakin uyarlandığı ‘Dix Pour Cent/Call My Agent’ isimli Fransız yapımının aksine, izleyicinin ilgisini yeterince çekemeyip harcananlardan oldu maalesef. Peki, yerli versiyon neden orijinalin başarısına ulaşamadı? Hemen belirtelim…
2020 Ağustos sonunda ilk bölümüyle izleyici karşısına çıkıp Total’de ikinci gelen dizinin süreç içinde kan kaybetmesinin ve gün değişiminin de fayda etmeyerek nihayetinde ilk on arasına dahi girememesinin öncelikli nedeni, bu yapımın içeriğinin bizim izleyici algısına hitap edecek motiflerle donatılmaması!
Şöyle ki; bizdeki klasik televizyon izleyicisinin bir işi beğenmesi için senaryonun, ya sıra dışı karakterler barındırması ya da entrika abartılarına-çatışmacılığa bolca yer vermesi lazım. Yani sakin-düz ilerleyen konulara, normal hayatla paralel karakterlere ve ince esprilere pek sıcak bakılmıyor buralarda. Dolayısıyla ünlü bir ajansta yaşananları işleyip araya aşk olayını sıkıştırırken böylesi naif unsurlarla ilerleyen ‘Menajerimi Ara’nın da bu algının kurbanı olmasına şaşmamak gerek.
Bunun ötesinde dizinin rekabetçilikte elini zayıflatan bir diğer husus, bölüm konuklarının zayıflığı oldu. Başlangıçtaki bölümlere ünlü isimleri konuk ederek dikkat çeken yapım, sonrasında gittikçe silikleşen ve izleyicinin merakından uzak isimleri bölüm konuğu yapmaya başladı. Oysa bu dizinin püf noktası, çokça popüler kişileri doğal halleriyle yansıtıp herkes tarafından merak edilen yönlerini ve çalışma tempolarını ele almaktı!
Ancak ‘Menajerimi Ara’ bu püf noktasını çabucak göz ardı etmeyi seçti. Artık rakipsizliğin yarattığı avantajla elde edilen sıralamanın kalıcı olacağını düşünerek mi, yoksa konuk edecek popüler ünlü bulamadığı için mi bilinmez… Egosu şişik kişilerin zorlama geyik muhabbetinden ibaret hale gelen olayın ‘ünlü konuk’ kanadı salıverildi ve merak duygusu sıfırlandı.
‘Menajerimi Ara’ya darbe vuran bir diğer detay, dizinin süresiydi. Orijinalin bölümleri 70 dakikayı bulmazken bizde 150 dakika rutinine uyduruldu. Gel gör ki böylesi bir yapımın içeriği upuzun bölümleri kaldıracak türden değildi. Böylece komedi unsurları da taşıyan orijinal içeriğin uyarlama hali çatışma temposu düşük, dırdırı bol bir hale geliverdi. İzleyici de kaçtı.
Dahası yerli versiyonun içerik ve karakter yönüyle orijinali kadar özgür ve özgün olmayı, kimi çekincelerden dolayı gerçekleştiremediği de aşikar. Buna bir de sürekli artan güçlü rakip gerçeği eklenince, orijinalinin yol haritasını izleyemeyen ve bizdeki algı kriterlerine uymayı da başaramayarak iki arada bir derede kalan ‘Menajerimi Ara’nın ikinci sezonu iyice suya düştü.
Velhasıl;Ay Yapım imzasını taşıyan ‘Menajerimi Ara’, gelişime uygun içerik yapısına ve acil şifalar dilediğim Canan Ergüder, Barış Falay, Ahsen Eroğlu gibi uyumlu-başarılı oyuncu kadrosuna rağmen, gerek izleyici algısından gerekse yapımın kendinden kaynaklanan hatalardan dolayı, umudun hüsrana dönüştüğü işlerden biri!
Gelinen bu noktada uçurumun kenarından dönülür mü, yeni sezon kararı çıkar mı veya dijital platforma geçilir mi? Umutsuz ama… Yine de, maliyet düşüklüğü ve gün doldurma dengesi avantajlı göründüğü sürece, dizi dünyasında neyin ne olacağı bilinmez. Hani ‘Çıkmadık candan umut kesilmez’ denir ya… Dizilerin ekran ömrünün sonlanması da işte öyle bir şey!
SONUÇTA; Peş peşe yeni dizi sürülen bir sezonda reytinge kurban giden iş olmaması imkânsız bir durum. Lakin yapım bolluğu yaşanacak diye de bazı işlerin pisipisine harcanmasına da gönlümüz elvermiyor. Çünkü kalitenin, salgın yarattığı stres yetmiyormuş gibi kurgularda da psikolojisi bozuk karakterlerin doluştuğu dizilere itibar eden izleyici algısına ve reyting kaygısına kurban verilmesi anlamsız geliyor. Hele hele kimi basit işler baş tacı edilirken!
Tüm bunların ötesinde, iyilerin rahatlıkla harcanabildiği rekabet düzenimize bakıp ‘Reytinge kurban dizilerde patlama görülmesi, emeğin ve kalitenin ne denli kolay heba edildiğinin göstergesi olmuyor mu’ diye sormadan edemiyoruz. Artık kimin umurundaysa…
Tüm harcanmışlıklara karşı Amerikalı girişimci Marshall Field’in ‘Rekabetin yok edemediği tek şey, prestijdir’ sözüyle teselli bularak koyalım noktamızı?
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal