Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Kasım '09

 
Kategori
Güncel
 

Ruhi Su'dan, Güler Zere'ye acı türküler...

Ruhi Su'dan, Güler Zere'ye acı türküler...
 

Ruhi Su,''Türkülerin efendisi...''


''İnsanların türküleri kendilerinden güzel,
kendilerinden umutlu,
kendilerinden kederli,
daha uzun ömürlü kendilerinden....'' Nazım Hikmet

Ali Şir Nevai'den bu günlere, Anadolu'da yaşayan halkların bilinen türküleri ve onların ezgileri, bu toplumun bir aynası olarak, kırık havalarda; barlardan semahlara, horondan horaya, deyişlerden ilahilere, günümüze kadar geldi ki , binlerce yıllık ortak bir yaşam ibriğinden damıtılmış...

Yalnız bir de acı türküler var ki, ciğer delen, yürek yakan...

12 Eylül'ün acımasız koşullarında, bu coğrafyanın güzel insanlarından biri olan, sanat insanı Ruhi Su'ya çektirilen acılar, onun yakalandığı amansız hastalıktan yurt dışına giderek kurtulabilme şansının, o günün devlet yöneticilerince engellendiği o karanlık günler, Güler Zere olayıyla birlikte beni eski yakın zamanlara götürdü... Yeni kuşağın hakkında doğru dürüst, hiç bir şey bilmediği o karanlık zamanlara... Ceberrut, korkak ve karanlık insanların onun yaşamını bir şekilde elinden almaya çalıştığı günlere... Arkasına devletin halk ve yurttaş yararına kullanılması gereken gücünü alıp haksızca kullanan, karikatürleşmiş, zayıf yürekli zavallı insanlarca bu ülkenin elli yıl geri götürüldüğü günlere...

Cenazesinde bile, o günün polis şeflerinden Mehmet Ağar, niceliği artan korteji Mecidiyeköy'de engellemeye çalışıp, bizleri yani onu sevip sayanları, dağıtmaya çalışmıştı!... Mezarlık çıkışındaki karışıklık, gözaltı ve rezalet durumlarını da hiç unutamadım... Bizim ülkemizde işler maalesef, hep böyle yürüyordu... İkiyüz yıldır bir batılılaşma sürecinde bocalayıp duruyorduk, meşrutiyetin ve cumhuriyetin, iç dinamiklerin nitel değişimiyle ortaya çıkamadığı zamansal süreçlerde, demokrasi de, bulutların arasından, hava durumuna göre, bir görünüp, bir kayboluyordu...

İnsan haklarıyla ilgili insan, Hüsnü Öndül’ ün (dış dinamiğin büyük etkisi dışında), şu saptamaları, durumu yerli yerine oturtuyor:

Türkiye, demokratik ülke olma isteksizliğinin ve kararsızlığının acılarını ve sancılarını yaşıyor. Bunda Türkiye’yi yöneten politik ve bürokratik kadroların sorumluluğu büyük.

Otoriter ve yer yer totaliter özellikler taşıyan Türkiye’nin anayasal ve yasal sistemi, sorunun bizzat kaynağıdır. Sürekli ve sistemli sorun üreten sistem, kriz hâlini de sürekli kılmaktadır. Dolayısıyla en küçük bir demokrasi hamlesi bir süre sonra geri alınmak istenmektedir. Bunun sonucu, sistemin hiçbir zaman demokratikleşememesidir.”

Her zaman söylerim; bu ülke en değerli evlatlarının büyük bir kısmını , Çanakkale'de ve 12 Eylül'de yitirdi... Cumhuriyet'in daha ileriye gidememesinin nedenlerinden birisi de bu kayıplardır!... Kimileri öldü, öldürüldü, kimileri sustu, susturuldu, kimileri de kaçtı, kaçıttırıldı ve kimileri de hapishanelerde çürütüldü... İşkencelerle, tecritlerle, zorla kimlik kazandırılanlardan bir kısmı da, ayrılıkçı hareketi ilerletmek için dağlara çıktılar, düşman oldular, yüzyıldır tezgahlanan başka oyunların içine düştüler!... Bu ülkenin birçok değerli insan kızı, insan oğlu da bu ülkeyi terk ederek, beyinlerini bizleri Tanzimat'tan bu yana bu durumlara düşüren batı ülkelerinin hizmetine sunmak zorunda kaldılar!... Ne büyük bir trajedi; hep batı eliyle ve ona iman eden işbirlikçileri eliyle imar edilmiş!...

Demokrasiye bir türlü geçememiş, sivilliğin ne olduğunu bir türlü algılayamış bir toplumda, ortaya çıkabilecek rezil, utanç verici durumlar da her zaman, her yerde yaşanmaya başlandı... Eskiden gizlice yapılan toplumsal ahlakın kabul edemediği şeyler, magazin basının baş sayfalarında, doğallıkla yer almaya başladı... Bir şekilde ağalıktan bir dönem de sanayiciliğe terfi ettirilenler, medyada, marifetlerini sırıtarak anlatma küstahlığını, doğallıkla gösterebildikleri bir başka bozulma sürecini de, duyabilene ifade etmiş oldular... Sistemden her şekilde beslenenlerin, sistemi değiştirmeyeceği, yalnızca kendi pastasını büyütmeye çalışacağı, gücü her şekilde ele geçirmeye çalışacağı dönemler başlıyordu...

Ve Bekçi Murtazalar her ne hikmetse, her tarafta boy vermeye başlamıştı!... Kamu kuruluşlarının ceberrut gölgeleri kendini geçmeye başladı! Bürokrasinin bir kısmı, görevlerinin dışında bir şekilde, farklı misyonlar yüklenmeyi sanki İttihak ve Terakki'nin genetiksel bir uzantısı olarak, her ne hikmetse tercih etti... Bu gün bilim ve etik dışı davranışlar sergiliyebilen, adamına göre muamele işlemlerinin meslek ahlakı dışına maalesef çıktığını birçok olayda gözlemlediğimiz, Adli Tıp Kurumu'nun başkanının güncelde karşılaştığımız 'kendince doğru'(!) , bu anlamlı söylemindeki öznel yaklaşımının altında da, bu hakikat yatmaktadır!...

Güler Zere'yi pek fazla tanımasam da, bağlı olduğu örgütü az çok tanıyıp ve bilime aykırı ideolojisinden kaynaklanan eylemlerini hiçbir şekilde onaylamasam da, bir insan olarak yasalar ve evrensel insani gereklilikler doğrusunda, gerekenin yapılmasından yana olduğumu belirtmek isterim... Bu ülkede kim ve ne olursa olsun birçok tutuklu insanımız, bu umarsızlık, acımasızlık yüzünden infaz süreçleri içinde yaşamlarını kaybettiler ki Ergenekon davası sürecinde kanser olup ölen insanımızın da, ailesinin de çektiği acılar, bizlerin bu konudaki zaafiyetini yakın zamanda bir kez daha ortaya çıkardı...

Dileğimiz; Ruhi Su üstadın büyük kafeste kapatılıp, tedavisinin engellenerek ölüme bir şekilde terkedildiği zamanlardan çeyrek yüzyıl sonra, artık insanlık adına utanç verici durumlardan bu ülke insanlarının bir an önce kurtulabilmesi... Adi ya da siyasi suçlu, kim olursa olsun, bu insanlarımızın, insani ve yasal haklar açısından, bir ucu kara mizaha uzanan bu tür trajedilerle karşılaşmalarının bir an önce engellenmesi... Onlara yaşam haklarının iade edilmesi...

6.kasım.2009 / Tarabya,

 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..