Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Ruslarla farkımız ve özlediklerim...

Ruslarla farkımız ve özlediklerim...
 

Burada üniversite eğitimi almışların sayısı çok fazla, tabii bunda eski rejimin katkısı çok. Ama üniversite bitirmek yetmez, sadece cehaletinizi giderir ve bir alanda uzmanlaşabilirsiniz ancak... O da eğitimin hangi kalitede verildiği ve eğitim sonrası kendinizi ne kadar geliştirdiğinize bağlıdır. Bizde ise kız çocuklarının okula gönderilmesi halâ problem. Para cezası bile önleyemiyor bu durumu. Ceza olarak belirlenen "bedeli" ödüyor ve göndermiyorlar okula. Öğretmenler, köylerde ev ev dolaşıp, öğrenci toplamaya çalışıyorlar okula. Eğitim kurumlarımızın hali maalesef içler acısı. Öğretmensiz okullar, çocukların evlerinden getirdiği odunla ısıtılmaya çalışılan "ahırdan bozma" sınıflar, kışın yolları kapanan köyünden, bazen "azgın suların üzerindeki köprümsülerin veya salların üzerinde okula gitme savaşı veren çocuklar. Bunlar benim yurdumda "keşke olmasa" dediğim, ama kaçınılamaz gerçekler.

"Çok kültürlüler çoookkk" deniyor ya, "genel kültür" yok denecek kadar az burada. Eğitim gördükleri alanla sınırlı bilgileri. Hangi dalda eğitim gördülerse, o konuyu çok iyi biliyorlar. Bilmek de zorundalar, çünkü aksi halde iş bulamazlar. Ama en basitinden bir soru sorulduğunda... Mesela; "Ülkeniz nerede?" diye, bu soruya önce şaşırıyor, sonra da "kem küm" ediyor, cevap veremiyorlar. Gönülleri Avrupa ülkesi olmaktan yana ama, maalesef coğrafi konumları müsait değil. Oysa bize sorsalar "Avrupa ile Asya arasında..." diye başlar, enlem boylamına kadar tüm bilgileri sıralarız. Hatta yetmez, sorsalar başka ülkelere ait pek çok konuda (coğrafi konum, idare şekli gibi) söyleyeceğimiz bir şeyler mutlaka vardır. Bilmesek de kulaktan dolma bilgilerle idare ederiz durumu (!).

Türkiye hakkında ise -genel olarak- bildikleri üç şey var; Atatürk, Ayasofya ve Tarkan. Ülkemize gelip görenler de, birkaç kelime Türkçe öğrenmişler, bunları gururla, dilleri kırıla kırıla söylemeye çalışıyorlar. Tatil yeri olarak Antalya-Alanya-Bodrum'u... Popüler şehir olarak da İstanbul'u bilenler var.

Hani hep söylenir ya bizde, "metroda bile kitap okuyorlar" diye. Evet, okuyorlar ama, öyle ciddi kitaplar değil. Ya bir magazin gazetemsisi (küçük boy gazete), ya da beyaz dizi türü hafif kitaplar. Belki de çok çalıştıkları için "yorgun beyinlerini" böyle dinlendiriyorlardır, kim bilir? Öyle bizdeki gibi, yol boyu yanındaki arkadaşıyla sohbet (!) yok. Hiç konuşmuyorlar nerede ise. Sevişen çiftler var ama, "sohbet eden yok" desem yeridir. Gençler kulaklarında walkmanle, diğerleri de ellerinde okudukları ile ya da uyuyarak diğer insanlardan soyutluyorlar kendilerini. Kimse kimseye bakmıyor, bakılırlarsa da inanılmaz rahatsız oluyorlar. Yani anlayacağınız kadınlar, "şöööyle bir aşağıdan yukarıya süzüp, sonra da yanındaki ile çekiştirmiyorlar sizi". Ya da erkekler hayatında "gördüğü tek kadın sizmişsiniz gibi" bakmıyorlar.

Metrolar tıklım tıklım. Ve "ayakta hiç tutunmadan durabilme, uyuyabilme ve durağını kaçırmadan inebilme becerisi" inanılmaz boyutlarda. Hem de okuyabiliyorlar o konumda. Metronun dışında tramvay ve troleybus var ulaşım aracı olarak. Tramvay rayları yüzünden, yollarda arabanızla hoplaya, zıplaya gidiyorsunuz. Taksi sayısı az ve taksiler, öyle bizdeki gibi yollarda sellektör yaparak yolcu aramıyorlar. Telefon ediyorsunuz, ne zaman müsaitse o zaman geliyorlar. Bu bekleme süresi bir saate kadar uzayabiliyor. Hem beklemek istemedikleri için, hem de pahalı olduğundan taksiye binmek isteyenler için özel arabalar devrede. Yani, yolda duruyorsunuz, bir özel araca el kaldırıyorsunuz -taksi gibi-, o da sizi alıyor ve gideceğiniz yere -daha uygun bir fiyata- götürüyor. Ama binmeden önce "fiyat konuşuyorsunuz". Yanınız sıra aracını yavaş yavaş sürerek "Gideceğiniz yere bırakayım han'fendi" durumu değil, ciddi ciddi taksi görevi yapıyor bu özel araçlar.

Korna sesi hiç yok. Sürücüler, yayaya değil yola bakıyorlar. Öyle bizdeki gibi elinle arabalara işaret ederek, trafiği durdurup, arabaların arasından geçmek yok. Işıklara uymak zorundasınız. Bir kaza olduğunda ise öyle "çokbilmişler" toplanmıyor etrafınıza, ya da araç sahipleri arabalarından fırlayıp, bağırıp çağırmıyor veya yumruklaşmıyorlar. Sessiz sakin, araçlarında oturup, trafik polisini bekliyorlar. Bunlar tabii ki özenilecek durumlar.

Kredi kartı kullanımı hemen hemen yok denecek kadar az. Sorduğumda "bankaları güvenilmez bulduklarını" söylüyorlar. Ülkemdeki bankaların "kredi kartı kullandırmaya özendirme çabaları" ve "sanki kartla alınca bedava veriliyormuş gibi" çılgınca harcama yapanlar geliyor aklıma. Burada eli-kolu paketlerle dolu insanlar yok zaten... Kredi kartı ile ödeme yaparak, marketlerde "yarın savaş veya kıtlık çıkacakmış gibi" alış-veriş arabasını tepeleme -bazan da gereksiz şeylerle- doldurmuyorlar. İhtiyaçları kadarını -ekonomik güçlerinin yettiği kadarını sanırırm- nakit olarak satın alıyorlar.

Bu arada enteresan bir fark daha; eğer kirada oturuyorsanız, elektrik, doğal gaz, su ve çöp hizmeti (çöpü siz atıyorsunuz bidonlara, kapıcı değil) parasını kiranın içinde ödüyorsunuz... Ki bu da ortalama -kira hariç- 50 Dolar civarı. Kiralar çok pahalı. Hele bir de ev almaya kalkarsanız, metrekaresi ortalama 2000-2500 Dolar civarında. Hani belki ev almaya falan kalkarsanız, haberiniz olsun diye yazdım bunu:)

"Kapıcılık" diye bir iş kolu yok burada. Yeni binaların giriş katında "resepsiyon" var. Burada, kamera ile monitörden "kımıldayan her nesne" izleniyor. Apartmanın güvenliği ve gelen konuklarla irtibat buradan sağlanıyor. Öyle elini-kolunu sallaya sallaya bir arkadaşınızın, akrabanızın dairesine gitmek yok. Yani "Big brother is watching you" durumları". Bu gözlemlenmeyi çoğu yerde hissediyorsunuz zaten... Özellikle yaşlılar tarafından.

Dillerine ve kültürlerine sahip çıkıyorlar. Bilseler bile, başka bir dilde konuşmamaya gayret ediyorlar. Öyle bizdeki gibi "Tarzanca" da olsa anlaşmaya çabalama, yabancıya yardım etme gayretleri yok. "Turiste hoşgörülü davranmak" şöyle dursun... O turistik yerlerdeki "gözlemci yaşlı kadınlar" son derece sert bir şekilde uyarıda bulunuyorlar... Hele bir yere parmağınızın ucu dokunsun, ya da bir nesneye fazla yaklaşın. Ne söylediklerini anlamıyorum ama, ses tonlarından anladığım kadarı ile çok kızıyorlar çoookkk.

Arada bir (bir defa rastladım, genelde Rusca anlatıyorlar) İngilizce bilgi veren bir turist rehberi görür de, dinlemek gafletinde bulunursanız -ki ben bulundum maalesef- sert bir şekilde "grubuma anlatıyorum, dinlemeyin" diyebiliyor. Donup kalıyorsunuz. Ayağınızda galoşunuz, boynunuzda kordonuna yapıştırılmış (fotoğraf çekebileceğinize dair biletinizin olduğunu belirten) etiket, yine girişte kiraladığınız walkmanin kulaklığı kulağınızda (müze hakkında İngilizce bilgi var bu kasette) kendi rehberinizle dolaşarak, bilgi dağarcığınızı (!) arttırıyorsunuz. Kasetteki anlatım, gezdiğiniz bölümü geçerse, geri sara sara yola devam.

Müzelerine, kültürel etkinliklerine özendim. "Gelseler ve gezdirmek istesem nerelere götürebilirim?" diye düşündüğümde ise... Bunca medeniyetin yaşandığı yurdumda, değerlerimize sahip çıkamamış olmamıza... Kültürel etkinliklerimizin azlığına ve yağmalanan, yurt dışına kaçırılan eserlerimize üzüldüm.

Kendisi de St. Petersburg'lu olan Putin, şehri ve müzeleri restore etmek için inanılmaz bir bütçe ayırmış, müzelerde kullanılacak altın bile hazırmış. Bunu duyup da "İstanbul'da hiç bir önlem almadan depremi bekleyen" yöneticilerimizin tutumları ile kıyaslama yapmamak elde mi? St. Petersburg'un baştan aşağıya yenileniyor olması... Şehirlerimiz ve sahillerimizdeki plânsız-programsız çarpık yapılaşmayı getirdi aklıma, hüzünlendim.

Sonra... Bir çay fincanından içtiğim çayda "demlenmiş mis gibi çayımızın tadını, kokusunu" aradım, yoktu. Çeşit çeşit yiyeceklerin dizildiği yemek masasında "damak zevkimi okşayacak, alışık olduğum lezzeti" de bulamadım. İncecik dilimlenmiş, iştah uyandıran görünüşüne rağmen "tadı alıştığımızdan çok farklı" çeşit çeşit ekmeğin içinde, köşesinden şöyle bir parça koparabileceğim sıcacık "ekmeğimizin kokusu" burnumda tüttü.

"İki ucu özlem" bir orta noktadayım. Oraya gelince, buradaki sevdiklerimi özleyeceğim. Burada da oradakileri özlüyorum. Hem sevdiklerimi, hem de alıştıklarımı... Yemeklerinden çayına, ekmeğinden suyuna kadar.

 
Toplam blog
: 139
: 1916
Kayıt tarihi
: 12.04.07
 
 

Bana biri kendini anlat dese, susar kalırım. Her konuda çılgın bir istekle konuşan ben, işte o anda ..