- Kategori
- Kültürler
Rusya'da bir pazar.
Rusya'da 'peçka' denen, hem odayı ısıtan hem de üzerine döşek atılarak yatılabilen soba.
Güneşin batmasının ardından havanın ayaza kestiği saatlerde, semt pazarının ana kapısının önünde tek başına bekleyen ninecik, yanından hızlı adımlarla geçip gidenlere neredeyse yalvaran gözlerle bakıyordu.
Aslında o da diğerleri gibi, sadece işini bitirip biran önce evine gitmenin derdindeydi ancak, bunu yapabilmesi için de önünde satması gereken daha hala iki şişe süt vardı.
Tüm yazı köyünde geçirmiş, tek ineğini sabahtan akşama kadar köyün çobanına emanet edip, kendisi de evinin arkasındaki tarlasında patates, pancar, domates, salatalık yetiştirmiş, uzun sürecek kışa hazırlık yapmıştı.
Bu yüzden de evinin bodrumunda, kendisine yetecek patates çuvallarının yanısıra, domates ve salatalık turşusu yapıp içlerine koyduğu cam kavanozlarla da dolu olduğundan, kış boyunca 'ne yerim ne içerim' derdi olmaksızın, içi hep rahat olmuştu.
İneği için de yeterince saman balyasını bir kenara istiflediğinden, kuşburnu ağaçlarının dallarındaki kırmızı yemişlerin bolluğundan dolayı uzun süreceği dilden dile dolaşan kış, onu hiç kaygılandırmamıştı bile.
Umut dolu gözlerine gülümseyerek bakarken, önündeki iki şişeyi işaret ediyor ve aslında yanıtını çok iyi bildiğim soruyu soruyorum; Ev sütü mü?
Şehrin varoşlarındaki tek katlı kütük evlerinde yalnız başlarına yaşayan, yaşlı ancak daha henüz elden ayaktan da düşmemiş kadınların, hem kendilerine meşgale hem de bir türlü denkleştiremedikleri bütçelerine katkı olsun diye alıp besledikleri bir inekleri, belki bir kaç da tavukları olması buralarda çok doğal kabul edilir.
Şehrin kıyısında yaşamasına rağmen evinde hala doğal gaz ile değil de kuzine ile ısınarak soğuk kış günlerine direnmeye çalışırlar. Gerçi bir ara ağrıları iyice azdığında, artık dayanamayıp gaz idaresine 'evine boru çeksinler' diye de başvurmuştur ama kendisine, ''Anneciğim, senin ev tamamen ahşap. Maalesef elimiz kolumuz kolumuz bağlı böyle evlere gaz veremiyoruz'' denmiştir.
O da zaten sonradan kendi kendine ''Aman gazmış, benim sobam gibisi var mı? Atarım içine odunları, çıtır çıtır yanarken önce yemeğimi ısıtır, sonra da üstüne yatağımı atar mis gibi uyurum. Hem benim neyime her ay o kadar gaz parası ödemek?'' de demiş olmalıdır.
''Ev sütü tabi, hem de akşam kendim sağıp daha biraz önce getirdim.''
''Tamam, kaçtan veriyorsunuz peki?''
''Otuz ruble''
Canım, ninecik'e birazcık takılırken, gerçekte ise onunla kısa süreliğine de olsa sohbet etmek istiyor.
''Neee otuz ruble mi? Siz buna 'ev sütü' falan değil de, 'villa sütü' deseniz daha doğru olur'' diyorum, elimi cüzdanıma atarken.
Parayı çıkartıp kendisine uzattığımı farkedince de şaka yaptığımı anlıyor ve ''Aslında hep bu saatlerde bir genç anne gelir, çocuğu için benden süt alırdı ama, bir kaç gündür nedense gelmez oldu. Merak da etmiyor değilim ancak evini de bilmiyorum maalesef...''
Bugünlerde, yaşadığınız yerlerdeki süpermarketlerde alışverişinizi tamamlayıp da kasaya gittiğiniz zaman kasiyer, aldığınız malları önündeki elektronik tarayıcıdan teker teker geçirirken, siz çocukluğunuzda mahalle maçından sonra gazoz içmek için uğradığınız ya da annenizin tam da akşam yemeğinden önce son dakikada ''Hadi yavrum git bakkal amcadan 2 ekmek al da gel'' diye gönderdiği mahalle bakkalınızı özlediğinizi hissediyorsanız, aynı sıcaklığı yaşamak ve biraz da olsa nostalji yapabilmek için, pazarların girişine sığınmış nineciklerle sohbet gibisi yoktur.