- Kategori
- Kişisel Gelişim
Rutinlik ve bilinmezlik
Yaşantımızın içinde alışkanlıklarımız önemli bir yer tutar. Alışkanlık zorunlu olarak; fiziksel ve sosyal ihtiyaç ya da dayatmalarla kazanıldığı gibi, tercihlerimiz olarak da gelişebilir.
Fiziksel alışkanlıklarımız genelde; sağlıklı yaşama, rahat yaşama ve sosyal çevreye uyum ile gelişen rutin bir akış haline gelir. Bunun içindir ki; yatış, kalkış saatlerimiz, yemek ihtiyaçlarımız, tuvalet ve temizlik alışkanlıklarımız, çalışma, dinlenme zamanlarımız ve şeklimiz, “üç aşağı beş yukarı” deyimiyle birbirine benzemektedir.
Bireysel olarak edinilen alışkanlıklarsa kişinin kendi tercihidir. Kişi tercihini genelde, rahatına ve zevkine hitap eder biçimde kurgular. Bu tercihleri varlığının temsiliymiş gibi algıladığındandır ki, rutin hale getirdiği alışkanlıkları içinde huzur duyar. Çünkü rutinlik bir tekrardan ibarettir, bilindik bir şeydir ve insanı yormaz. Oysa “bilinmez”lik, içinde endişe veya korku barındırır. Bunun da insanı yoran bir tarafı vardır. İnsan egosu, rahatını sağlayan düzeni ve tekdüzeliği tercih ederken de bu alışkanlıklara teslim olur.
Alışkanlık bir düzene teslimiyetçiliktir.
Zira, alışkanlıklarımızı biz yarattıktan sonra alışkanlıklarımız bizi yönlendirir ve kendisine bağlar.
Birçok alışkanlığın bağımlılığa dönüşmesi; kişinin alışkanlıktan duyduğu psikolojik veya fiziksel rahatlıkla orantılı olarak süreç içinde artmaktadır.
İyi veya kötü diyebileceğimiz her alışkanlığımız bizi yönetmektedir. Karşı koymak, o gücü yenmek, davranış biçimimizi değiştirmek zordur.
Yazımın en başında, alışkanlıkların sosyal yaşam içinde yer edinme arzusu ile gelişen sosyal dayatmalar olduğundan söz etmiştim ve bir paragraf içinde de alışkanlıkların rahatlığı ve bilinmezliğinin ise insanı yoran bir tarafı olduğunu yazmıştım.
Çağımızdaki teknolojinin alışkanlıklarımızın oluşması üzerindeki etkisini aşmaya gücümüz yeter mi?
Şimdi bunu açmak istiyorum
Ne kadar cesuruz?
Bu sayfada küçük bir oyun kurgulasam katılmak ister misiniz?
Bir sözlükten elektrik kelimesini çıkaracak olsak, kaç kişi bunun eksikliğini fark eder ya da fark etti diyelim kaç kişinin hayatını etkiler?
Biz bu oyunun içinde, hayatımızdan elektrik kelimesini değil, elektriği kaldıralım. Kimi, nasıl, ne şekilde etkileyeceğini düşünelim ve etkilerini gözden geçirelim.
Elektrik yok!
Bu halde;
Hava karardı lambalar yanmıyor.
Televizyon yok, bilgisayar yok. Telefon yok. Fırın, ocak yok. Tıraş makineniz, fön makineniz, kahve, çay makineniz, çamaşır, bulaşık makineniz, elektrikli süpürgeniz… hepsi bir anda yoklar arasında oldu. Sinemaya, tiyatroya gidemezsiniz. Müzik dinleyemezsiniz. Gazetenizi, kitabınızı bile okuyamaz hale geldiniz. Haberleşme, hatta ısınma ve hatta ulaşım, bankacılık, iş alanınız bile sekteye uğradı.
Yaşamı sıfırlanmış gibi hissettik değil mi?
Böyle bir hayata sabrımız ne kadardır acaba? Kaç gün, kaç ay, kaç yıl?
Oysa; bütün bu yaşamımızı şekillendiren buradaki en belirgin unsur elektrik ve devamındaki teknoloji.
Elektik yaşayabilmemiz için çok gerekli mi?
Evet!
Hayır!
Evet, çünkü;
Elektrik hayatımızda, ihtiyacımız, rahatımız, konforumuz için var olmuş bir icat. İcatlar, ihtiyaçlar doğrultusunda oluştular.
Hayır, çünkü;
İnsanlık tarihi göze alındığında elektriğin icadı, insanlık tarihi sürecinde daha dün gibi.
Elektrik icat edilmeden önce insanlar bütün bu saydıklarımızdan habersiz binlerce yıl yaşamışlar.
O halde elektriği hayatımızdan çıkardığımızda yaşamımızı sıfırlanmış gibi görmek niye?
Tek cevap; genel alışkanlıklarımız!
Karşı koyabilir miyiz?
Hayır!...
Ha cesaret!
Kim var?
Lambanın yerine mum yakmaya, çamaşır çitilemeye, bulaşıkları ova ova yıkamaya, odun ateşiyle ısınıp üstünde yemek pişirmeye, çay demlemeye, televizyon izlemek yerine sohbet etmeye, müzik dinlemek yerine şarkı söylemeye…
Kaç evet var bu oyunda?
Sanırım… yok!
Vazgeçmek zor değil mi?
Alışmışız bir kere…
Nevin KURULAR