- Kategori
- Öykü
Rüya içinde rüya, bu yaşam gerçek güya

Rüyaların dili
Sabah tüm aileden erken uyanmıştı. Baktı daha fazla uyuyamadı, yataktan kalktı ve mutfağa gitti. Henüz daha yürürken bile esniyordu ve kendine gelmeye çalışıyordu.
Mutfağa girer girmez bir şeylerin farklı olduğu hissetti ve bir anda durdu. Bu mutfak bildiği mutfak değildi. Garip bir mutfak tasarımıydı önünde duran. Ancak, tek bildiği bu mutfağın kendi evinin bildiği mutfak olmadığıydı.
Mutfak derinlemesine 7-8 metre uzunluğundaydı ve sol tarafta banko, fırın, dolaplar vs bulunuyordu. İşin garip yanı da mutfağın sağ kısmında 2 adet yürüme bandı olmasıydı. Bir anda kendine sordu “acaba bu bir rüya mıydı?”
Hemen mutfaktan çıkıp yandaki salona gitti. Burası da sanki farklıydı ama bildiği bir yer gibiydi de. O an anladı her şeyin bir rüya olduğunu ve emin olmak için de kendini çimdikledi. Bacağını çimdiklerken duyduğu acı o kadar gerçekti ki, bir anda rüya sandığı şeyin aslında gerçek olduğunu anladı. Başka nasıl olabilirdi ki? Zira, bir rüyada bu denli gerçek bir acı yaşayamazdı. Emin olmak için diğer bacağına da çimdik attı ve gördü ki aynı acı hissini yaşıyordu. Demek ki bu bir rüya değildi.
Tam bu sırada eşi salona geldi. “Günaydın canım ne yapıyorsun öyle sabah sabah?” diye merakla sordu.
“Bilemedim aşkım. Uyandım ve salona geldim ama öyle bir uyudum ki sanırım uyanıp uyanmadığımı anlayamadım. Hatta kendime çimdik atıp rüyada mıyım diye de emin olmak istedim”
“Peki neye karar verdin?” diye eşi ona gülümseyerek ve biraz da muzipçe sordu.
“Bacaklarım bu denli acıyınca rüyada olmadığımı anladım.” Bu cevabı verirken içinde rahatladığını da hissetti.
Eşinin cevabıyla biraz daha da rahatlayacaktı. “Başka ne sanıyordun ki tatlım. Bu rüya değil. Kafayı mı yedin sen. Hepimiz gerçeğiz.”
O sırada çocuklar da uyanmış ve salona dalmışlardı. Her ikisi de üstüne atladı ve yerde boğuşmaya başladılar. Tüm bu güzel anlar içinde ne biraz önceki rüyadan eser kalmıştı, ne de bu yaşadıklarının rüya mı veyahut gerçek mi olduğunu sorgulayan aklının vesveseleri.
BİPPPPPPPPPPPPPPPPPPPPPPPP.........
Yanı başında çalan saatin güçlü sesiyle bir anda kalktığı yerden uyandı. Bu da neydi şimdi? Tam bir afallama içindeydi bu sefer. Zira afallaması uykudan yeni kalmış olmasından dolayı değildi. Hemen yanı başında hala uyumakta olan eşine baktı. Rüyadaki gibi yine yanındaydı ama bu sefer uyuyordu eşi.
Acaba bu sefer gördüğü rüya mıydı ya da gerçek miydi?
Tüm bu sorular içindeyken eşi de çalan saatle uyanmış ona bakıyordu. Merak etmişti neden bu denli şaşırdığını.
“Aşkım inanılmaz bir rüya gördüm” diye hemen söze girdi ve rüyasını anlattı.
“Hiç bu kadar gerçek bir rüya görmemiştim. O kadar gerçekti ki bacağıma attığım çimdik ve hatta yerde yürürken attığım adımlar şu an burada attıklarım gibi gerçekti.” Tüm bunları anlatırken hala şaşkınlığı devam ediyordu.
“Vardır bir hayır bunda da” diye cevap verdi eşi.
“Hayırlısı aşkım. Sanırım tüm bu gerçekliğin aslında gelip geçici olduğunu bana anlatan hatırlatıcı bir mesajdı bu”. Bunu söylerken rüyaların dili olduğu aklına geldi. Bu rüyada bir mesaj varsa acaba neydi?
Bir süredir aklına takılan kritik soruları düşüne düşüne kendini yorduğu bir dönemdeydi. Doğru cevabı bulmak için onca mantıksal sorgulamalar ve akıl yürütmeler, analizlerden sonra bu sürecin kendisini ne kadar yormuş olduğunu fark etti tekrar.
Eşi sanki onun aklından geçen bu düşünceleri sezermişçesine “her şey oluruna varır, sen de biliyorsun bunu. Sen elinden gelenin en iyisini yaptın ve yapıyorsun zaten. Artık gerisini Allah’a bırakma zamanı geldi. Biliyorum senin gibi mantıksal düşünceye hakim birisi için bu kolay olmayabilir. Ancak geleceği O’ndan başka kim bilebilir?” dedi. Bir şekilde kendisinin bile ifade edemediklerimi eşi sezer ve özetlerdi. Bu konuda doğal bir yeteneği vardı.
Haklıydı eşi. Tüm bu hayat mantıkla yaşanmayacak kadar kısa ve karmaşıktı. Lineer zaman algımız ve hayatı kontrol etme çabalarımız beşer imkanlarımız ile haddimizi bilmemekten başka bir şey değildi.
“Kesinlikle haklısın canım” diye eşini dediklerini teyit etti. “Hiçbir çiçek vaktinden önce çiçek açmaz derler. Sanırım hayat dediğimiz şey dünyaya gelmeden önce belirlenen bir kaderin her gün büyümekte olan bir ağacın tohumdan meyve vermesine dek olan süreçte an be an filizlenmesinden ibaret. Elbette ki cüz-i irademiz var, yoksa kukla oluruz ancak bu cüz-i irade ile sanırım elimizden gelenin en iyisini yapmak ve gerisini sisteme ve Allah’a bırakmak en güzeli”
“Ne haddini aşmalı ne de kendi gücünü yadsımalı insan bence”. Bu sözlerin ardından her ikisi de birkaç saniye sustu. Düşünüyorlardı.
Ve eşi tekrar devam etti. “ Kendini bilmeyen gücünü kullanamaz zira Allah “isteyin, vereyim” demiş. Ama istemeye kendini fazla kaptıran da güç zehirlenmesi ile kibir ateşinde kendini mahveder.”
Sanki içinde uzun süredir tuttuğu bir nefesi dışarı bırakırcasına konuşarak devam etti. “İyi ki bu rüyayı gördüm aşkım. Tekrar anladım tüm bu kafamın içindeki soruların ve vesveselerin geçiciliğini ve geçersizliğini.”
“Bunu anladığına sevindim. Demek sana rüyalar aracılığıyla dokunulması lazımmış.” diyerek eşi kendisinin verdiği cevabından dolayı memnuniyetini gösterdi.
Haklıyı biricik eşi. Yine tüm sezgisel bilgeliğiyle kelamını paylaşarak gönlüne su serpiyordu. “İyi ki rüyada bile olsa mesaj geldi” diyerek onu teyit etti. İçi bir büyük bir şükran ile dolmuştu bir anda.
“Demek ki seni sevenin var aşkım. Buna böyle bakmak lazım.”
Her zaman eşinin doğal koçluk yeteneğinden etkilenmişti. Onun içindeki potansiyel karşısında tekrar şapka çıkarmadan edemedi. “Şükürler olsun. Bu kadar nazik ve güzel bir fikir benim aklıma gelemezdi.”
Eşi her zamanki tevazusuyla cevap verdi. “Söyleyene değil söyletene bakmak lazım.” Bu tür güzel argümanları kendisine mal etmeyi sevmezdi.
“Sabah sabah amma da felsefe yaptık. Güne spiritüelliğin dibine girerek başladık desene...” diyerek gerinerek üstündeki sabah rehavetini atmakmak istedi.
Her ikisi de gülümsüyordu. “Ama şunu gördüm aşkım” diye adam devam etti. “Biraz önce rüya gördüm ve gerçek sandım. Uyandım ve şu an biliyorum ki burası yani bu dünya gerçek. Ancak gerçek dediğimiz şey gerçek değil ki. Gerçek hakikat olamaz ki. Burası da ben diğer tarafa göç ettiğim zaman geride kalacak ve şu an yaşadığımız her şeye ama her şeye rüya diyeceğim.”
Eşi muzip bir şekilde gülümsüyordu sanki Arşimed’in “euraka” diyerek keşif yapması gibi. “Hayatın güzelliği de bu bilinmezlik ve gizem değil mi ki? Düşünsene öldükten sonra sen ve ben iki ruh diğer alemde bu anılara bakıp “ne rüyaydı ama” diye gülüp geçeceğiz belki de...”
“İnşallah aşkım. İnşallah. Bu da demek ki “ yere göğe sığman ancak mü’min kulumun gönlüne sığarım” sözüyle de işaret edildiği gibi amaç gönül kırmadan yaşamak, kendimize karma yaratmadan yani ah almadan yaşamak ve bu dünyada yaşarken cenneti burada tesis etmek.” Bir anda gönlünden diline akan bu kelimelerin güzelliği karşısında kendisi bile şaşırmıştı. Bu kadar zor bir kelamı nasıl ettiğine şaşırmadan edemedi.
“Çok zor bir idealden bahsediyorsun, farkında mısın aşkım?”. Bilgeliğiyle övündüğü eşi bile bu güzel sözler karşısında mutluluk dolu şaşkınlığını gizleyememişti.
“Haklısın ama neden olmasın ki? Biz elimizden gelenin en iyisini yüksek idealler ışığında yapalım. Ve gerisini O’na bırakalım.”
“Olan her şey zaten en iyisi oluyor. Geriye baktığımızdaki tüm zorluklara bugün bizi büyüttükleri için şükretmiyor muyuz? Demek ki, hayır ya da şer hepsi aynı. Hepsi hayır, her şey güzel.”
Konuştukları her cümle onları artık daha derinlere götürmeye başlamıştı. Sabah uyanır uyanmaz sürmekte olan bu sohbet onları uyandırmakla kalmamış bir anda mana aleminde yolculuğa sürüklemişti.
“Farklı olsaydı keşke deme lüksümüzde yok. Daha iyisini yapabilecek olsak zaten yapardık.”
Eşi bu sözden etkilenmişti. Zira kocası söylediği bu sözle günlerdir aklına takılan sorunun cevabını vermişti kendi kendine... “İşte bu yüzden de geleceğe dair fazla endişelenme aşkım. Her şey hayırlısı ise şu ana dek, bunda sonra da hayırlısı olacak. Her şer bile hayırlara vesile olduysa şimdiye dek, bundan sonra da hayırlısı olacaktır.”
“Haklısın ama.. Beşer haliyle insan her şeyin güzel olmasını diliyor. Hayırlı olanı sadece güzelde arıyor insan evladı. “
“İşte bu yüzden elinden gelenin en iyisini yapıp olacak olana kendini teslim etmen lazım. Güzel de de zorluklarda sana imtihanlar olacaktır. Sen sana gelen mesaja bak. Hayat bir okul ise bu yaşadıklarının sana neden yaşatıldığına bak. Bak ve öğren. Sen öğrendikçe tüm o imtihanlar zamanla azalacaktır.”
Tekrar odayı bir sessizlik kapladı. Bir toz zerresinin bile yere düşse sesinin duyulabileceği denli derin bir sessizlikti bu. Her ikisi de düşünüyordu.
Bu sükuneti ilk bozan eşi oldu. “Bu kadar sohbet edersek işe yetişemeyeceğiz. Bak zaten yarım saattir sohbet ediyoruz. Mananın hakkını verdik bugün, artık işe gidip maddesel hayatın hakkını verelim artık. Çalışmadan yaşamak zor”
“Haklısın aşkım. Her şey denge bu kozmik tiyatroda. Haydi yepyeni bu güne merhaba deyip, her şey için minnet ederek bu yeni güzel başlayalım...”
Dilerim ki, bu hikayedeki gibi aktif bir teslimiyet haliyle hayatımızı yaşayabiliriz. Pasif teslimiyetten bahsetmiyorum, zira pasiflik kendini kaderin eline bırakıp hiçbir şey yapmamaktır. Aktif teslimiyet ise elinden geleni yapmak, o anki koşullara göre en iyi kararı vermek ve olanı olduğu gibi kabul etmektir. Ki bu da ancak içsel denge ve evren ile ahenk sağlamakla olabilir.
Kabul edebilenlerdir ki hayata tepki değil karşılık verirler.
Kabul edebilenlerdir ki hayatın kuklası değil, izleyicisi olabilir ve bu kozmik oyundan keyif alabilirler. Her şey Hz.Mevlana’nın dediği gibi “RIZA” da saklı. Dünyadaki cennetin anahtarı rızadır. Çünkü rıza kabulden öte güzeli de çirkini de, iyiyi de kötüyü de, doğruyu da yanlışı da her an, her durumda, her koşulda ve herkesle kabul etmektir.
Sevgiler,
Kenan Kolday