Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Mart '10

 
Kategori
Bilim
 

Rüyalarımız gerçeğimiz mi? (1 )

Rüyalarımız gerçeğimiz mi?  (1 )
 

Hayırdır inşallah diye uyandığımız gecelerin sabahında gördüğümüz rüyalar hepimizi bazen derinden etkiler. Bazen de görmüş olduğunuz çoğu zaman da tam olarak hepsini hatırlayamadığınız rüyalarınızın ne anlama geldiğini hep merak etmişsinizdir. Bu yazımda da insanoğlunun binlerce yıldır zihnini kurcalayan konunun üstündeki örtüyü açmak istiyorum. Bu konudaki sorularınız ile yazı birkaç bölüm halinde devam edebilir.

Evrende hiçbir zaman lüzumsuz yere bir iş yapılmıyor ve zaman kaybı yok yani zaman kaybedilmiyor. Her şeyi çok düzenli bir şekilde planlıyor ve hazırlıyor. Dönüp olaya baktığınızda diyorsunuz ki, mademki bir insanın üst beyni ve bilinçaltı var, yani bir gerçeği bir de sanalı var. O zaman bu dünyada yaşarken de bizim bir gerçeğimiz olması gerekiyor dan yola çıktığımızda bakıyorsunuz ki siz bu dünyada üst beyninizle yaşıyorsunuz.

Şimdi bunu niye anlatıyorum. İnsanların çoğu kendi gerçeklerinin farkına varmadan önce sanal bir alemde yaşıyorlar. Buna gölge alemi de diyebiliriz. Hani bir ışığın asıl kendisi bir de yansıyan gölgesi vardır ya öyle bir şey. İşte bunun gibi bizim fark etmediğimiz öfkelerimiz, beş yüzden fazla değişik korkumuz vardır.. Affedememelerimiz, başka insanları yargılamalarımız, endişelerimiz, şüphelerimiz, acılarımız, insanlara karşı duyduğumuz kinler, cesaretsizliklerimiz, kendimize karşı sevgisizliklerimiz, bir şeyi zorla kabul etmelerimiz, özgürlüğümüzün kısıtlanması bunlar büyük bir negatif enerji grubu olarak bizim bilinçaltımızda yatıyor.

İnsanları sanallıktan kurtarabilmek için Tanrı şöyle bir yöntem uyguluyor; onlara rüya gösteriyor. Boşu boşuna rüya görmüyorsunuz yada bedeninizde lüzumsuz yere bir şey olmuyor. Lüzumsuz bir organ olmadığına göre rüya da lüzumsuz bir şey değil. Peki neden rüya görüyorsunuz? Çünkü rüya sizin bilinçaltınızda olan olayları sembolize ederek sizin fark etmeniz için var. Rüyalar bu yüzden yapılmış durumda. Rüyalar sizin bir şeyi fark etmenizi istiyor. Ama tabi rüya çözümlemelerine gittiğiniz zaman, kitapları açıp ta güneş şu demek, bu demek demiyorsunuz. Çünkü herkese göre siyahın anlamı yada herkese göre suyun, kuşun cennetin anlamı farklı, o yüzden rüyayı yorarken, rüyayı anlatırken onun kendi gerçeğindeki birtakım şeyleri fark etmesi sağlanmaya çalışılıyor.

Demek ki rüyayı niye görüyoruz. Bizim bilinçaltımızdaki kendi gerçeklerimizi fark edebilmemiz için. Eğer siz çocuğunuzun başına bir şey gelmesinden korkuyorsanız, bu korkunuz enerjiniz ne kadar kuvvetliyse o kadar çabuk gelir. Yada bir gün eşinizin sizi terk edip gitmesinden korkuyorsanız bunu yaşarsınız, yada bir gün işinizin bozulmasından korkuyorsanız bunu da yaşarsınız. O yüzden bütün olaylar, ama bütün olayları korktuğunuz şeyleri başınıza çekiyorsunuz. Bunun sebebi şu “Ben Tanrıya inanıyorum ama ondan emin değilim. Aslında kendime inanıyorum ama kendimden emin değilim” anlamına geliyor. Ben eğer Tanrıdan eminsem o zaman ben niye başıma kötü bir şey geleceğinden korkayım ki? Yani Tanrının bizimle bir zoru falan yok. Hayatın, evrenin de bize acı çektirmek gibi bir isteği falan yok. Ama biz kendi kendimizin gerçeklerini çözemediğimiz için kendi yaşamımız olumsuzluklarla doluyor. Bir bakıyorsunuz ki hep aynı tip insanları çekiyorsunuz. Neden aynı tip insanları çekiyorsunuz? Birincisi aynı, ikincisi aynı, üçüncüsü aynı çünkü bilinçaltınız size diyor ki “artık fark et, sen yalan söyleyen insanları yargılıyorsun, sen yalan söyleyen insanlardan nefret ediyorsun senin böyle bir hakkın yok. Sen yalan söyleme ama yalan söyleyenlerin de işine karışma” diyor.

Eğer onlara bir şey anlatman gerekiyorsa öyle bir ortam oluşursa onlara güzellikle bunu ifade et ama onların evrimi düşük. “Nasıl bir yaşındaki bir çocuğa kızmazsan yalan söyleyen bir insana da kızamazsın” diyor. Siz yargıladığınız her insanı başınıza çekersiniz, ta ki yargılamayı durdurana kadar. Çünkü Tanrı yargılamak gibi bir hakkı hiçbir insana vermiyor, tam tersi diyor ki “sizin evriminiz yüksek olabilir birçok şeyi fark etmiş olabilirsiniz ama onların evrimi düşükse ben onları suçlamıyorum ki”. Siz fark ediyorsanız suçlayan sizsiniz. Onu yargılayamazsınız diyor. Şimdi evinize gelen bir yaşındaki misafir çocuğu kendi haline bırakın, salonunuzdaki tüm kırılabilecek kül tablalarını vazoları döker, onları kırar. Kızabilir miyiz ona? Kızamayız.

İşte insan 30 yaşına, 40 yaşına, 50 yaşına gelir bir şirketin yöneticisidir ama o insan bir yaşındaki bir çocuğun evrimine sahip olabilir. Önemli olan neden o insanı sizin çektiğiniz. Neden öyle bir insan sizin yaşamınızda var. Yada neden sizin işyerinde öyle bir insan var. Size neyi hatırlatmak için o orada. Çünkü onu siz çekiyorsunuz oraya. Belki bir satış müdürü alıyor ama sizin enerjiniz çekiyor onu oraya. Bütün insanlara baktığınızda Tanrı diyor ki kitabında, bütün dinleri okuduğunuzda böyle diyor. İnsanların hiçbirisi suçlu değil diyor. Çünkü insanlar düzelmeye çalışıyorlar. Ben insanı öyle yarattım diyor. Hata yapacaksınız ama sizin birbirinizi yargılamak gibi bir hakkınız yok. Herkes kendi çevresindeki insanlara baktığı zaman sizin çocuğunuz, sizin eşiniz, arkadaşınız sizin aynanızdır diyor. Orada mutlaka bütününüzü görmeseniz de karşınızdakinde kendinize ait bir parça vardır. O yüzden karşınızdakini yargılarken arkadaşlar siz kendinizi yargılıyorsunuz ve siz kendinize başkalarını yargılama hakkı sağlıyorsunuz.

Şimdi buradan yola çıktığımızda rüyalara geliyoruz ve diyoruz ki; madem ki bilinçaltı bu, madem ki bilinçaltı bizim gerçeğimiz, öyleyse rüyalarımıza dikkat etmemiz gerekiyor. Şimdi gece uyuduğunuz zaman bedeniniz aslında derin bir hipnoza giriyor. Bütün psikiyatristlerin söyledikleri bu. Beden hipnozda, şimdi bedende, bedenin yöneticileri var. Bedenimiz bir şirket. İrade dediğimiz enerji sistemi, ego dediğimiz yada nefis dediğimiz enerji sistemi, akıl dediğimiz enerji sistemi ve ruh dediğimiz enerji sistemi dördü bu şirketin yöneticileri. Eğer sizin aklınız, iradeniz ve ruhunuz üçü bir arada oy verirse egonun reddetmek gibi bir hakkı yok ve siz üçünü hep dengede bir arada tutmak ve egoyla da barışı sağlamak zorundasınız.

Egoyu şirketten dışarı atamıyorsunuz. Orada pay sahibi. Evet onunla barış imzalayabiliyorsunuz. Barış imzalamaya gelince de olay söyle oluyor. Ego öfkeleniyor, ego nefret ediyor, ego küfrediyor, ego yargılıyor, ego sinirleniyor ve dışarı atıyor. Kesip atıyor ya da kesin kurallar koyuyor.Böyle olursan, böyle şöyle olursan. Ruh-akıl-irade üçlüsü eğer yeterli bir pozitiflik içindeyse, yeterli bir inanış içindeyse, yeterli bir olumluluk içindeyse o zaman ego bunları yapamıyor ve ister istemez diyor ki ben istemiyorum ama size uymak zorundayım, siz ne derseniz o olur. O zaman şirketi yani bedeni siz yönetiyorsunuz. Rüya alemine de pozitif taraftan giriyorsunuz.

Konu uzun, sizi bir okuyuşta fazla sıkmamak için yazıma haftaya devam edeceğim. Tekrar görüşünceye kadar sevgiyle kalın.

Alahattin Öztekin

 
Toplam blog
: 101
: 5279
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Ege Üniv. İşletme Fakultesi'ni, daha sonra da Harward Üniversitesi'nin Master programını Türkiye'de ..