- Kategori
- Öykü
Rüzgarın oğlu – Yağmurun kızı

Rüzgârın oğlu İbrahim ile yağmurun kızı Gülizar… Şimdi Çimento Fabrikası'nın karşısındaki Söke Asri Mezarlığı'nda yan yana yatıyorlar… Hayattayken birbirlerini daima sevdiler ve uzun bir ömür sürdüler…Sonra bir hafta arayla bu dünyadan ayrıldılar…Rüzgâr estiği zaman ve yağmur yağdığında onları hatırlıyorum.
Söke, Aydın ilinin şirin bir ilçesidir. Moralı Dağından uçsuz bucaksız Söke ovasını seyredersiniz. Bu geniş ovanın sonunda Beşparmak Dağları dizilmiştir.
Söke’ nin rüzgârı meşhurdur. Erenler, Granta tarafında sıcaktan bunalınca’’Sökül Yâ Rab’’ demişler ve o günden beri bu şirin ilçe hep eser hale gelmiş… Söke’ de yaşayan her insan yaz kış rüzgârla iç içe..
Kışları da yağışlı geçer Söke’nin. Bazen Menderes nehri taşar, yollar kapanır, ova suya iyice doyar.
İşte böyle rüzgârlı ve yağmurlu, bereketli şehre… küçük yaşta Girit Adasından ayrılıp önce İstanköy Adasına, sonra da Bodrum ve Karşıyaka’ ya gelen İbrahim Efendi ile Gülizar Hanım, en sonunda …Söke’ ye yerleşmeye karar vermişler.
Onları çok yakından tanıdım. Çok sayıda çocukları vardı. Hayatı çok severlerdi. Gezmeyi çok severlerdi. Yemekleri çok severlerdi. İnsanları ve bilhassa çocukları çok severlerdi.
Bugünkü Suriye’ den küçük yaşta savaştan kaçıp gelen insanlar gibiydiler. Adalarını, bahçelerini, evlerini, dükkânlarını Girit’te bırakmak zorunda kalmışlardı. Anadolu’nun bağrında tekrar yeşermeye çalışıyorlardı. Küçücük yerlerde barınmaya alışıyor, karınlarını çevreden topladıkları otlardan yaptıkları yemeklerle doyuruyorlardı. Türk ve müslümandılar. Türkçe'yi yarım yamalak konuşuyorlar, bu yüzden insanlar tarafından tuhaf karşılanıyorlardı. Ama onlar anavatanlarında kendilerini güvende hissediyorlardı.
Esnaflığa alışkındılar. Berberlik, kunduracılık, yoğurtçuluk, sütçülük, bakkallık, kasaplık, lokantacılık, celeplik, marangozluk, boyacılık, pazarcılık yaparlardı.
İbrahim Efendi artık Sökeli olmuştu. Yaz, kış esen rüzgâr artık onun da hayatındaydı. Yazları bu esintilerle serinler, kışları da ayazını yerdi. Artık o da rüzgârın oğluydu..
Gülizar Hanım da evin yemeğini yapar, temizliği ile uğraşır, çocuklarını sever, radyosunu dinler, mevlitlere gider, mahalle arkadaşlarıyla sohbet ederdi. O da Söke’ nin yağmuruna alışmıştı. Allahın rahmeti ile ıslanır, gökyüzünden akan suyla beslenen toprağın ürünleri meyve ve sebzeleriyle beslenir, arasıra çakan şimşeğin gürültüsü ile irkilirdi. O da artık yağmurun kızı olmuştu.
İki güzel insan tıpkı masallardaki prens ve prensesler gibi mutlu yaşadılar. Birlikte neşelendiler, birlikte üzüldüler, birlikte yediler içtiler, birlikte gezdiler, birlikte şarkı söylediler, birlikte estiler ve yağdılar.
Biz sevgiyi, saygıyı onlardan öğrendik. Manevi dünyanın hazzını onlarla tattık.
Rüzgârın oğlu doksanı geçkin yaşta bir delikanlı gibi bu dünyadan ayrıldı. Yağmurun kızına ne yaptıysak yapalım; yemedi, içmedi, konuşmadı, uyumadı. O da bir hafta sonra rüzgârın oğlunun yanına gitti.
Şimdi onlar yan yana Söke Asri Mezarlığında yatıyorlar. Rüzgâr, etraflarındaki ağaçları sağa sola sallıyor, yağmur da topraklarını ıslatıyor. Ruhları da Söke’nin rüzgârına ve yağmuruna karışmış vaziyette semalarda geziniyor.