- Kategori
- Edebiyat
Sabahattin Ali'ye mektup

Çok kıymetli üstadım,
Evvela şunu söylemeliyim; çevremdeki insanlar, artık bugün hayatta olmayan yazarlara mektuplar yazmamı garipsiyor, ama ben bunu önemsiyorum. Sizin için şu boş sayfayı dolduran sözcüklerim, yalnızca düşüncelerimi değil, aynı zamanda hislerimi ve umutlarımı da bir biçimde tezahür ediyor. Belki canlı kanlı bir şekilde olup da sizin için yazılmış bu cümleleri hiçbir zaman okuyamayacaksınız, lakin zamana bıraktığınız izler öylesine kuvvetli ki eminim sizin ile naçizane benim aramda muhtemel bir bağ kurup, yüreğimin sesini size ulaştıracaktır.
Ülkemde herkes sizi tanır, isminizi bilir. Ama kitaplarınızı ne kadarı okumuştur, okuyup da ne kadarı gerçekte anlatmak istediklerinizi anlamıştır, bunu elbette bilemem. Şayet bu zaman diliminde herkes kendisinden sorumlu ise o vakit ben de kendim ile mesulüm. Sizin kitaplarınızı okudum, hem de büyük bir dikkat ve özveri ile. Biliyor musunuz, siz bir dahisiniz ve sözcüklere böylesi derin ve müstesna anlamlar yükleyip, onlardan akılda kalıcı intibalar yaratan çok az yazar vardır. Elbette bu denli tanınmanızda yalnızca edebi yetenekleriniz değil, takdir olan da odur ki, ezilen, yok sayılan, sömürülen ve ötekileştirilen insanların da gür sesi oldunuz. Bir yerde birisi haksızlığa mı uğradı, orada sizin sözcükleriz bu haksızlığı cümle âleme duyururdu. Kendilerine güvenen insanlara ihanet edip, makamlarını kendi kasalarını doldurmak için kullanan politikacılar mı var, ilk itiraz cümleleri sizin edebi dehlizinizde yükselir ve bununla da kalmaz, toplumun bir daha böylesi bir ihanet ile tecrübe yaşamayıp, kandırılmaması adına güçlü ve esaslı yollar gösterirdi.
Yaşamınız boyunca sadece kendi kabuğunuzda olup, gündelik bir rutin haline ulaşmış haksızlıklara ses etmeseydiniz, kuşkusuz hayatınız pek konforlu, rahat ve uzun sürebilirdi, ama siz, size yakışanı seçip, edebi lezzette sunduğunuz sözcüklerinizi toplumsalcı bir mücadele gerçeğinden geçirerek, bunları duymaya en fazla ihtiyacı olan yoksul/ezilmiş halklara ulaştırdınız ve sırf bu çabanız yüzünden kıyasıya eleştirdiğiniz zorba egemenlerin hışmına uğradınız, zor günler geçirdiniz ve hayatınızın en verimli çağını dört duvarlar arasında geçirmeye mecbur bırakıldınız. Gelin görün ki sizin onurlu yüreğinizde yaptıklarınıza dair en ufak bir pişmanlık yoktu. Aslında o günleri harikulade bir tasvir ile şöyle izah ediyordunuz bir yazınızda;
“Namuslu olmak, ne zor şeymiş meğer? Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika`ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi cefakeş milletimizdir.
Meğer ne büyük günah işlemişiz! Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. Bugünün itibarlı kişileri gibi kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik.
Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: “Görüyor musun şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor…”
Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?”
Üzülerek belirtmem gerekir ise ne yazık ki o günden bugüne değişen pek bir şey yok. Evet, imkânlarımız ve keşiflerimiz, geçmiş yüzyıla nazaran çok ilerlemiş durumda, ama insan ruhuna sirayet etmiş açgözlülük ve kibir anlayışı, maalesef aynı geçerliliğini korumaya devam ediyor. Adaleti çiğneyen, namussuzları koruyan, yoksulları daha fazla fakirleştiren, zenginin gücünü yücelten ve farklı olanları düşman belleyen bir anlayış, bu olup bitenlere bir şekilde itiraz eden ve karşı gelen insanlara olur olmadık işkenceler yapıyor, özgürlüklerini gasp ediyor ve insanlık onuruna yakışmayacak türden suçlar işliyor. Ama biliyorum ki doğru sözcükler, eğri işleri her zaman alt eder. Zaman ne kadar değişirse değişsin, zorbalar ne kadar iktidarda kalırsa kalsın, zamanın hükmünü her zaman doğruluğu kanıtlanmış sözcükler belirler. Tıpkı sizin bundan yetmiş yıl önce zamana nakşettiğiniz kıymetli sözcüklerinizin müthiş etkili gücü gibi…
Sevgili bilge üstadım,
Sabahattin Ali, sadece bir edebiyat yazarının ismi midir? Hayır, böyle düşünecek olursak tüm emeklerinize ve zahmetlerinize karşı saygısızlık etmiş oluruz. Sabahattin Ali, umudun ismidir aynı zamanda. Karşılıksız sevmenin, doludizgin âşık olmanın, çaresizce içine atmanın, yalnız başına delice ağlamanın, ışıldayan gözlerle ufka bakmanın, mazlumların dilinde şakıyan ümitli sözcüklerin, geleceğin günlerine olan aydınlık inancın adıdır, bu zannımca kesinlikle böyledir.
Ne hazindir ki gerek ülkemizde, gerek ise insanın ve ona bağlı olarak kötülüğün olduğu bir başka coğrafyada iyi olanların ömrü pek uzun sürmüyor. Siz de tarihin tecrübeler ile tatbik olmuş sözündeki bu onurlu kahramanlar gibi, güvendiğiniz bir insanın ihaneti ile ardınızdan vurulup, olanca heybetinizle yere yıkılacak ve bir başka coğrafyada size yapılan haksızlıkları insanlığa duyurmak, yine bir bakıma umudunu yitirmiş olanlara umut olmaya devam etmek yönündeki inancınızı ne yazık ki yarım bırakacaktınız. Kızınız Filiz Ali üzülmesin dediniz ya, doğrusu sizi tanıyan ve tanımayan milyonlarca insanı bu çok erken ölümünüzle derinden üzdünüz. Acı olan da odur ki, sizi vahşice ve alçakça aramızdan alan o yaratık ise işlediği suçun cezasını çekmeden, kendisine verilen görevi yerine getirmenin gururu ile aramıza salındı ve adice, tıpkı bir sinsice aramızda yıllarca yaşamaya devam etti. Oysa siz onun bile içinde mutlu/mesut bir hayat süreceği bir ülke kurulmasını hayal etmiştiniz, ne trajik bir andır bu an…
Her şeye rağmen çok kısacık ömrünüze bile müthiş şeyler sığdırdınız. Size düşmanlık beslemiş ve ölümünüzü istemiş kötüleri bugün toplum hatırlamaz, ama siz yetmiş yıla yakındır yaşıyorsunuz ve sevilerek, sayılarak, örnek alınarak, hayranlık duyularak yüzlerce yıl daha yaşamaya devam edeceksiniz. Bu bile bir insan için ulaşılması çok zor olan onurlu bir payedir ve kuşkusuz sizin makamınız, uğruna hayatınızdan vazgeçtiğiniz bu çilekeş halkın saf yüreğidir…
28 Ekim 2016
İstanbul