Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ağustos '20

 
Kategori
Edebiyat
 

Sabahattin Ali

Memleketimden İnsan Manzaraları: 279

 

                                                               SABAHATTİN ALİ

Ayın şavkı vurur, sazım üstüne,

Söz söyleyen yoktur, sözüm üstüne;

Gel ey hilâl kaşlım, dizim üstüne,

Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni. (1)

                                               Sabahattin ALİ

 

                Ünlü yazarlarımızdan Sabahattin Ali’nin ilginç yaşamöyküsünü anlatmaya başlamıştık; geçen hafta. Kaldığımız yerden devam edelim:

                Bir çeşit ceza olarak Aydın’dan Konya’ya atanan öğretmen Sabahattin Âli’nin, orada Yeni Anadolu gazetesini çıkaran yazar Cemal Kutay’la (2) karşılaşması ne güzel olmuş; değil mi!

                Bakın işte, “Bir Kadın Dalaveresi” öyküsü tefrika ediliyor. Öte yandan, yayımlanacağını bildiği için, Kuyucaklı Yusuf romanını da bitirmek üzere. Okullar tatil olunca, gece gündüz çalışıp bitirir. Ve dosyayı aldığı gibi, doğru Yeni Anadolu gazetesine…

                Cemal Bey, sevinçle karşılar; genç yazarı. Her ne kadar, hakkında ileri geri konuşanlar varsa da Sabahattin’in, O yazmaya başlayalıdan beri, gazetesinin satışı artmıştır. Daha önce, öyküsünü tefrika ettiği “altın yumurtlayan bu tavuk”un, romanını da memnuniyetle tefrika edeceğini söyler.

                Sabahattin’i uğurlayan Cemal Bey, Kuyucaklı Yusuf’un gelen ilk bölümlerini okumaya başlar. Çok beğenir. Buram buram Anadolu ve aşk kokan bir romandır bu. Roman kahramanı Yusuf, yaşadığı kasabaya egemen olan beylere, efendilere başkaldıran bir halk kahramanıdır.

                Roman, tefrika edilmeye başlanır başlanmaz elden ele, dilden dile dolaşır olur gazete. Yalnızca gazete mi! Aynı zamanda romanın yazarı da büyük ilgi görmeye başlar.

                Yıl 1932, aylardan Temmuz… Postacının evine getirdiği bir mektubu, imza karşılığı alır. Zarfın üstünde “ihtarname” yazmaktadır. Hemen zarfı açıp okur:

                O zamanlar “Maarif Vekili” denen Millî Eğitim Bakanı’nın imzasıyla, hakkında yapılan iddialara cevap vermesi istenmektedir.

                “Güya, falanca günkü baloda, Konya Kız Öğretmen Okulu bayan öğretmeni falancayı laf atarak taciz etmiş. İsteğine olumsuz cevap alınca, sustalı çakıyla oynamış. Tefrika edilen romanında da bu ve başka öğretmenleri farklı bir isimle eleştirip küçük düşürmüş!”

                Hiçbiri gerçek değildir; bu iddiaların. Canı sıkılır ama savunmasını yazıp gönderir.

                Bu arada sık sık gazeteye uğrar; Cemal Bey’den epeyce birikmiş alacağını ister ama her seferinde eli boş döner. Son bir gidişinde:

                “Alacağımı vermezseniz, romanın devamını getirmeyeceğim.” der.

                “Getirirsin, getirirsin canım!” diyerek ciddiye almaz, bu sözü Cemal Kutay.

                Kuyucaklı Yusuf’un yazarı kararlıdır. Devamını götürmez bir daha. Cemal Bey, evine gelir yazarın. Bir sürü mazeret söyler; yalvarır âdeta. Zırnık ödeme yapmadan devamını ister romanın.

                “Ödeme yapmadan, kesinlikle mümkün değil!” deyince yazar, “Peki o halde!” der; tehditvâri bir tonlamayla.

                Kuyucaklı Yusuf’un 26 bölümü yayınlanmıştır; o güne kadar. Sonra ne olacak bakalım:

                Yaz biter. Okullar açılır yeniden. 1932 - 1933 ders yılı… 26 Aralık günü kar, fırtına, tipi vardır Konya’da. Okuluna zorlukla ulaşan genç öğretmeni polisler karşılar. Gözaltına alınıp Emniyet Müdürlüğü’ne götürülür. Ve hemen tutuklanıp Konya Hapishanesi’ne tıkılır.

                “Suçum ne?” diye sorar.

                “Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya hakaret…”

                “Nerde, ne zaman?”

                1932 ortalarında, Kuyucaklı Yusuf’un tefrika edilmeye başladığı günlerde öğretmen arkadaşlarıyla yaptığı bir ev sohbetinde…

                Tanıklar: Mustafa Bey, Remzi Bey, Mehmet Bey… Üçü de Yeni Anadolu gazetesini övgüyle okuyan öğretmenler… Üçü de Cemal Kutay’ın yakın dostları…

                Diyorlarmış ki, “Ezbere okuduğu bir şiirle Gazi’ye hakaret etti.”

                Bu iddiayı kabul etmese bile sanık yazar, bir süre önce yayımlanması için Cemal Bey’e verdiği şu şiire ne diyecekti:

 

                Cümlesi, “belî” der, “enelhak” dese

                Hâlâ taparlar mı, koca terese?

                İsmet girmedi mi, hâlâ kodese;

                Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?

 

                Gerekirse, gazetenin sahibi Cemal Bey, bu konuda şahitlik yapmaya hazırmış. Yaa!..

                Anlaşıldı mı şimdi, Vehbi’nin kerrâkesi? (Uzun zamandır hiç kullanmadığım bir deyimdi bu. Aklımda fikrimde yokken, zamanı gelince, nasıl da koşarak gelip oturuverdi yerine!) (3)

                7 Ocak 1933 günü yapılır; ilk duruşma. Can arkadaşı Pertev Naili (Boratav) ve birkaç dostu tâ İstanbul’dan bir avukatla birlikte gelirler Konya’ya.

                Genç yazar, avukata söz bırakmadan savunur kendini: “Şiirin adı, Memleketten Haber’dir. İçinde ne Gazi sözü geçer, ne Mustafa Kemal…” deyip Cemal Bey’le olan ilişkisini anlatır.

                “Bana olan borcunu ödemediği için, romanın devamını vermedim. Bu nedenle bana iftira etmekte ve gerçek olmayan suçlamalarda bulunmaktadır” der.

                Ne söylese söylesin, nafile!.. Güçlü olan karşı taraftır çünkü. Sonuç mu? Bir yıl hapis cezası…

                Bir yıl hapis nedir ki, değil mi?

                Evet, evet de, gidin onu hapistekilere sorun bir de: “12 ay, 52 hafta, 365 gün” demektir bu.

                Şu virüs belası nedeniyle, “Evinizden iki hafta çıkmayın” dediler de bu bile zor geldi bize. Eşimizin, çoluk çocuğunuzun yanında olduğumuz halde. Bir de haksız yere hapse atılanları düşünün. Kolay mı?

                Bir türlü kabullenemez bu cezayı yazarımız. Cemal Bey’in intikam amacıyla bu davayı açtığını, tanıkların hep yakını olduğunu uzun uzun yazıp “temyiz”e başvurmak ister ama yine kaybeden O olur: Sen misin, itiraz eden? 12 aylık cezası 14 aya çıkarılır.

                Oh be! Adalet dediğiniz böyle olmalı işte! Ve bir ödül daha verilir. Konya’dan Sinop Hapishanesi’ne nakledilir. Sinop’a varır varmaz, anlar ki çok geçmeden, oradakilerin çoğu, kendisi gibi, siyaseten tıkılmışlardır içeri.

                Sabahattin’nin, Sabahattin adlı babasının subay olduğunu bilir miydiniz? Anne sinir hastası… Dolayısıyla sürekli kavgalı anne – baba… Ve kardeşler arasında ne zaman bir kavga çıksa, “Kekeme Sabahattin”i suçlu bulan bir anne…

                Ayrıca Çanakkale ve İzmir’de geçen çocukluk yıllarında, arkadaşlarınca da dışlanan dalgalı sarı saçlı, peltek bir çocuk… Herkes oyun oynarken, O eve kaçıp kitaplara sığınır.

                Sinop Hapishanesi’nde de gündüzleri hep yazar; geceleri mum ışığında okur. Bir gün koğuşta bir konuda fikri sorulduğunda, “Ankara’daki vekillerin, büyük memurların yolsuzluklarından, hırsızlıklarından” dem vurunca, koğuşun gediklilerinden biri:

                 “Hükümet seni okutmuş, adam etmiş. Ayıp değil mi hükümetle uğraşman!” demesin mi?

                “Bana solcu diyorlar ama görüyorsun yaşayışımı işte. Ya sana ne diyelim? Koğuşta içki içersin, kumar oynarsın. On kuruş yevmiyeyle fakir fukarayı çalıştırıp dışarıya mal satarak oturduğun yerde para kazanırsın” deyiverip hüzünle uzanır yatağına.

                1976’da Kerem Güney’in besteleyip Edip Akbayram’ın başarıyla seslendirdiği, Sinop Hapishanesi’nde yazdığı bir şiiriyle bitirelim bu söyleşiyi:

               

               BAŞIN ÖNE EĞİLMESİN

 

                Başın öne eğilmesin,

                Aldırma gönül, aldırma!

                Ağladığın duyulmasın,

                Aldırma gönül, aldırma!

 

                Dışarda deli dalgalar,

                Gelip duvarları yalar;

                Seni bu sesler oyalar,

                Aldırma gönül, aldırma!

               

                Kurşun ata ata biter;

                Yollar gide gide biter;

                Ceza yata yata biter;

                Aldırma gönül, aldırma!

 

                Dertlerin kalkınca şâha,

                Bir sitem yolla Allah’a.

                Görecek günler var daha,

                Aldırma gönül, aldırma!

 

                Öykümüze devam edeceğiz haftaya. Siz de aldırmayın sakın!

 

                                                                                                                    Hüseyin Erkan

                                                                                              huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

-----------------------------------------------

 

(1) Bu dörtlüğün alındığı şiir, Zülfü Livaneli tarafından bestelenmiştir. Leylim Ley adıyla ünlü şarkı…

 

(2) Cemal Kutay: 1909’da Konya’da doğar. İstanbul Kadıköy Lisesi’ni bitirir. Yazılmamış Tarihimiz, Sahte Derviş, Atatürk’ün Son Günleri gibi eserleri vardır. 2006’da İstanbul’da ölür.

 

(3)Kerrâke, eskiden giyilen ince, hafif ve dar bir üst giysi... O yıllarda Vehbi adlı bir kadı, çapkınlığa gittiği evi basan zaptiyelerce üstündeki kerâke ile yakalanınca, “Anlaşıldı Vehbi’nin kerrâkesi” derler. O günlerden beri, “İşin aslı anlaşıldı” anlamında kullanılır.

 

(4) Yeşil Mürekkep(Bir Sabahattin Ali Romanı): Osman Balcıgil, Destek Yayınları, İstanbul 2016

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 100
: 88
Kayıt tarihi
: 19.02.20
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..

 
 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara