Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Mayıs '11

 
Kategori
Öykü
 

Sabrın Bedeli, Akdeniz Öykü Ödülü Aldı

Sabrın Bedeli, Akdeniz Öykü Ödülü Aldı
 

Ödül Töreni,Alanya 04 Mayıs 2011


“Kaygusuz Abdal Öykü Yarışması (2011) Akdeniz Öykü Ödülü, “Sabrın Bedeli” adlı öyküme verildi. 

Güncel Sanat Dergisi ile TED Alanya Koleji tarafından 4-5 Mayıs 2011 tarihleri arasında Alanya’da düzenlenen Alanyalı Halk Ozanı Kaygusuz Abdal Sempozyumu ve Ödül Töreni’ne davet edildim. 4 Mayıs 2011 tarihinde Alanya Ticaret ve Sanayi Odası’nda düzenlenen, çok sayıda yazar, şair, öğrenci ve davetlinin katıldığı tören sırasında, öykümün teması ve vermek istediği mesajı hakkında bir konuşma yaptım. Ardından da TED Alanya Kolejinden iki öğrenci öykümü seslendirdi. TED Alanya Koleji Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Hulki Çakıcı plaketimi verdi. 

Güncel Sanat Dergisi de kitap seti hediye etti ve kazandı belgesi verdi. Güncel Sanat Dergisi’nin Mayıs-Haziran 2011 sayısında da, benimle yapılan röportaj ile ödül alan öyküm “Sabrın Bedeli” yayımlandı. 

SABRIN BEDELİ 

Kapının eşiğine oturmuş, uzaktan geçmekte olan gemiye bakıyordu. “Yolun açık, denizin dingin olsun, ” dedi kara kuru adam ve birden kaşlarını çattı, çevirdi bakışlarını solundaki tarihi anıtmezara. “Ben de binebilirdim o gemiye, gidebilirdim uzaklara, kavuşurdum huzura. Ama satamadım, senin yüzünden. Çakılıp kalacağım burada, lanet şey! Şeytan, bir dinamit koyuver şunun dibine diyor.” 

Denize nazır, toprak damlı, tek katlı, eski bir taş ev ile içerisinde hurma, zeytin, portakal, limon ve nar ağaçları bulunan bir bahçeydi, pamuk saçlının satmak isteyip de satamadığı. 

“Bildim bileli dikilip durursun burnumun dibinde, neye yarayacaksan! Başkasına var mı bir faydan bilemem ama bana zararın dokunuyor işte, anlıyor musun, boyu bosu devrilesi!” 

Bin sekiz yüz yıldır ağzı mühürlüydü tarihi anıtın. Yine korudu sessizliğini. 

“Merhaba, Sabri Emmi” dedi bir belediye görevlisi, “suyu okumaya geldim.” Uzattı su tüketim bildirimini adama. “Emmi, çok kullanmışsın bu ay. Altmış lira tutuyor.” 

Adam, avucuna kor almış gibi salladı elini, atıverdi kâğıdı. “Ne bu, be! Bu kadar suyu tek başıma nasıl tüketirim ben? Duyan da hamam işletiyorum sanacak.” 

Yanıtlamadı görevli. Çabucak da uzaklaştı oradan. Sabri, ellerini dizlerine çökerek ayağa kalktı. Aldı bildirimi yerden, yerleştirdi yaka cebinden çıkardığı eskimiş cüzdanına, telefon ve elektrik faturalarının yanına. İlk gözdeki kâğıt paralara baktı. “Bu parayla ödenmez ki bunlar! Bir terslik olmalı bu işte. En iyisi gidip, derdimi Başkana anlatayım.” 

Kara lastik pabuçlarını geçirdi ayağına. Duvara dayalı asasını aldı ve düştü yola belediyeye doğru. Kamburu iyice çıkmıştı Sabri’nin. Prangalı gibi ağır adımlarla ilerliyordu. Yol kenarındaki yaşlı harnup ağacının gölgesinde durdu. 

Yıpranmış, rengi atmış ceketini çıkardı. Kirli şapkasını eline aldı, yellendirdi kafasını. Şalvarının cebinden çıkardığı kocaman bez mendile de sardı alnındaki boncuk tanelerini. 

“Başkan bari yerinde olsa da boşuna yürümemiş olsam bunca yolu, ” diyerek kalktı oturduğu taştan. “Söylesem ona evi satacağımı, yardımcı olur mu ki bana! Parası olan biri alır da tamir ettirirse, fıstık gibi olur. Ama şimdi öyle mi ya? Toprak dökülüyor tavanından. Fareler cirit atıyor içinde. Namussuzlar burnumu kemirecek diye ödüm patlıyor geceleri. Ah, bir satabilsem şunu! Atacağım kapağı bir huzurevine. Bastıracağım parayı, baktıracağım kendime. Kurtulacağım yalnızlıktan da sefaletten de. Baksana oğlana! Gitti Almanya’ya; aldı bir sarışın, gel keyfim gel. Ne arar ne de sorar, namussuz. Damat ise, ‘Baba, sıkılırsın sen İzmir’de. Otur oturduğun yerde’ deyip duruyor. Kendi oğlumdan hayır yok ki elin oğlundan olsun! Mal mı bırakırım ben onlara, satıp savacağım, yiyip içeceğim. Ah, bir çıkarabilsem şu viraneyi elimden!” 

Belediyenin giriş kapısında giydi ceketini. Nemli mendiliyle de kuruladı saçını başını. Merdivenleri dinlene dinlene çıktı. Sekreterin odasına girdi. 

“Hoş geldin, Sabri Emmi. Otur şöyle de soluklan biraz.” 

Koltuğun kenarına ilişiverdi, adam. Asasını da bacaklarının arasına aldı. Elleri dizlerinin üstünde, gözleri bir duvarda bir pencerede, boş boş bakınıyordu çevresine. 

“Neden eğreti oturuyorsun, Sabri Emmi? Yerleş şöyle koltuğa. Bir de çay söyleyeyim sana.” 

“Sağ ol kızım. Başkan müsaitse, beni bir görüştürüver.” 

Sarışın sekreter kapıyı çaldı, girip çıktı. “Buyur, Sabri Emmi, ” dedi yüzünde tatlı bir tebessümle. 

“Hoş geldin Sabri Emmi. Geç şöyle otur. Kızım, sen de bize iki çay söyle.” 

“Başkanım, serinmiş burası, yayla gibi maşallah.” 

İlk kez bu kadar yakından bakıyordu Başkana. Pörtlek siyah gözler, kanatlı bir burun, kocaman bir ağız, sivri bir çenenin altında kat kat gerdandı, ilk dikkatini çeken. 

“Böylesini de ilk kez gördüm, ” diye mırıldandı. 

“Neyi ilk kez gördün, Sabri Emmi?” 

“Su parası, Başkanım. Tam altmış lira. Hanım sağ olsaydı, neyse! Ama ben bir ayda bu kadar suyu nasıl kullanacağım ki!” 

Başkan’ın suratı asıldı, gözleri fırıl fırıl dönmeye başladı. “Kullanmasan, işler mi sayaç? Belki de musluğu açık bırakmışsındır, ” dedi azarlayan bir ses tonuyla… 

Başkanın cep telefonu çaldı. “Buyurun, Sayın Vekilim. Saygılar sunarım. Yasa teklifi verildi mi? Çok güzel bir haber bu. Tanrı sizi başımızdan eksik etmesin, efendim. Kesin diyorsunuz yani? Sözünü ettiğiniz türden birkaç yer biliyorum, Sayın Vekilim. Siz nasıl uygun görürseniz, öyle yapalım. Ben önce kendi üzerime alırım, sonra ya ortak oluruz ya da size devrederim. Yok, efendim. Para göndermenize falan gerek yok. Sonra aramızda hallederiz. Teşekkürler, efendim. Size de…” 

Yüzünün gerginliği kuş olup, uçtu gitti. Avuçlarını birbirine sürttü. Zile bastı, odacı geldi. “Oğlum, kaldır şu boş bardakları. Bana orta bir kahve. Sabri Emmi’ye de şekerli.” 

Sabri doğrulmaya çalıştı. “Ben kahve falan istemem, gideceğim.” 

“Oğlum, daha ne bekliyorsun? Çabuk getir kahvelerimizi.” 

Sabri ayağa kalktı, bastonunu aldı ve kapıya yöneldi. Başkan fırladı yerinden. Göbeği adımlarını geçiyordu. Tuttu yaşlı adamın elinden. Çekti onu kocaman masasının önünde duran koltuğa doğru. “Nereye gidiyorsun? Daha su sorununu çözmedik ki! Otur bakalım. Önce şu kahvelerimizi içelim. Sonra da ver bakayım şu bildirimi.” 

Ne diyeceğini bilemiyordu Sabri. Yüzünün uçup giden rengi gelip kondu yerine. Hüzün fışkıran gözleri umut ışığıyla pırıldamaya başladı. Koltuğa öyle eğreti de oturmadı artık. 

Telefona sarıldı Başkan. “Kızım, su işlerinden birini çağır bana.” 

Baktı Sabri’ye. “Sabri Emmi! Yalnızlık, Allaha mahsustur. Seni yeniden evlendirelim desem, elinde yok avucunda yok. Sonra evin de ev değil ki…” 

Görevli girince, sustu Başkan ve döndü ona. 

“Oğlum, Sabri Emmi’nin su saati bozulmuş. Bizdeki sağlam saatlerden birisiyle değiştirin. İhbarnamedeki miktarı da iptal edin.” 

Döndü Sabri’ye. “Senin canın sağ olsun, be Sabri Emmi. Bak, hallettik işte. Ne diyorduk? Ha, evlenmem dersen, bir huzurevine yollasak seni diyeceğim ama emekli maaşın da yetmez ki…” 

“Başkanım, ben de çok istiyorum huzurevine gitmeyi ama şu virane ayak bağı oluyor. Ah, bir satabilsem!..” 

“Seni severim, Sabri Emmi. Eğer cidden huzurevine gitmek istersen de yollarım seni.” 

“İyi de Başkanım, param yok ki! Damı sattıktan sonra ancak gidebilirim.” 

“Ya satamazsan ne olacak?” 

“Satılana kadar bekleyeceğim.” 

Konuşmaya ara verildi, elinde kahve tepsisiyle odacı girince. 

“Oğlum, sekreter hanıma söyle içeriye kimseyi almasın.” 

“Valla, Sabri Emmi, bugüne kadar iyi sabır ettin şu yoksulluğa. Senin de hakkın artık adım gibi yaşamak. Sana para vereyim git istediğin şehre. Yerleş bir huzurevine. Ömrünün son günlerini bari mesut geçir.” 

“Başkanım, sen bana borç vereceğine, önünde yarım dönüm arsasıyla evimi satıver. 

“Yirmi beş bin lira vereyim mi?” 

“Ne dedin? Deli misin, sen? 

“Tamam, tamam. Elli bin olsun. Bak, kabul etmezsen, teklifimi geri alırım ve yirmi beş binden fazla da vermem. Düşün taşın ve kararını hemen ver.” 

Sabri’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Yaşlı yüreği de yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı. 

“Caymak yok ama. Para bir tarafa, tapu bir tarafa, anlaştık mı?” 

Başkan, çıkardı cüzdanını. “Ben de sana bir kıyak çekeyim” dedi. Beş tane iki yüzlüğü verdi, Sabri’ye. “Bankaya gideceğim ve sana tam elli bin lira daha getireceğim. Bu iyiliğime karşılık, sen de bu konuda kimseye bir şey demeyeceksin. Söz verirsen, tüm masrafları da çekerim. Seni şimdi evine yollayacağım. Tapuyu alacak ve beni Tapu Dairesi’nde bekleyeceksin.” 

Başkan yeniden bastı zile. 

Odacıya, “Oğlum, ” dedi, “şoföre söyle, Sabri Emmi’yi önce evine götürsün, sonra da Tapu’ya bıraksın.” 

Onlar çıkar çıkmaz, Başkan aldı telefonu eline: “Sayın Vekilim, hani sizin beğendiğiniz şu taş ev var ya, anıtın yanındaki. İşte onu alıyoruz yüz bine. Az önce anlaştık ev sahibiyle. Şimdi bankaya ardından da Tapu’ya gideceğim. İkimize de hayırlı olsun, efendim. Ne demek! Rica ederim. Görüşmek üzere, Sayın Vekilim.” 

Birkaç ay sonra, iki dirhem bir çekirdek Sabri, ana haber bülteni için televizyonun karşısındaki koltuğa kurulmuş, ayak ayak üstüne de atmış, kahvesini yudumluyordu. 

“Önce özetler” dedi haber sunucusu, “Anayasa Mahkemesi sit alanlarının satışını iptal etti.” 

Ağzının iki yanında iki şirin çukur oluştu Sabri’nin. Başını salladı yukarıdan aşağıya. Gidip kâğıt, kalem getirdi. Taktı gözlüğünü. Akmaya başladı sözcükler: 

“Sevgili Başkanım, Ben, Antalya’da bir huzurevine yerleştim. Size gelince, siz de sabırlı olun biraz; bir gün gelir, amacınıza ulaşırsınız. Sabri…” 

 
Toplam blog
: 95
: 1738
Kayıt tarihi
: 12.06.07
 
 

Emekli öğretim görevlisi, çevirmen, öykü yazarı, kültür ve düşün dergisi Gerçemek'in sahibi ve ge..