Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '06

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Sadece blogcusun; gazeteci değil!

Sadece blogcusun; gazeteci değil!
 

Şehrin dışında ıpıssız bir arazide eli sopalı 30 kişinin etrafınızda oluşturduğu çemberden güç bela çıkıyor; gazete binasına dönüp haberi yetiştirmek için kan ter içinde çabalarken, iş arkadaşlarınızın arabayla 3 takla attığını öğreniyor ve bütün geceyi karakolla hastane arasında koşturarak geçirip ertesi güne yarı uykusuz başlıyor; çocuk pornosu suçundan savcı karşısına çıkan çocuk doktorunun ifade verdiği adliye kapısında tam 9,5 saat bekliyor, o arada emniyet güçleriyle inanılmaz psikolojik bir savaş yaşıyor, bir tek belgeye ulaşabilmek için kırk takla atıyor, haberi yetiştirip eve boş bir çuval gibi geliyorsunuz. Yatmadan önce e-postalarınızı kontrol ederken, Milliyet Blog’a da bir göz atmak istiyorsunuz. O da ne? Bütün sinirlerinizi bir anda alt üst eden bir blogda, ‘tüm blog yazarlarının artık bir gazeteci olduğu’ ifade ediliyor. Yazıyı okudukça sinir uçlarınızın daha da şiddetli titrediğini ayrımsıyorsunuz. Zira kameralı bir cep telefonunuz oluşu, gazeteciliğe ilk adım için yeterli sayılıyor.

Yazıdaki tüm detaya girmeye gerek yok esasen. Olay özetle şu şekilde anlatılmış: Herhangi bir olaya, kazaya, felakete vs. denk geldiğinizde görüntü alıp haber merkezlerine geçtiğinizde, ‘yarı gazeteci’ sayılıyorsunuz. Buradan yola çıkarak, blog yazarlarının da bir nevi gazeteci olduğu söyleniyor; bununla da yetinilmeyip daha da ileri gidilerek, "blogcuların dernekleşmesi ve en azından bazı blogculara gazetecilere tanınan bazı imtiyazların tanınması talebinin" olması bekleniyor!

O sinirle hemen yorum yazılıyor blog sahibine, "Herkesin haddini bilmesi gerektiği, gazeteciliğin öyle sıcak odada keyfe keder yazılar yazmak olmadığı, salt fotoğraf çekilerek gazeteci olunamayacağı, sizlerin belki 10 dakikada okuyup tükettiği haberlerin peşinde belki 10 ay koşturulduğu, bu yazıyla çok ileri gidildiği" mealinde, lakin ilgili yorum da yayınlanmıyor doğal olarak. Bunun üzerine karar alınıyor; "Demek ki gazeteciliğin ne olmadığı ve blog hadisesinin gereğinden fazla abartıldığı anlatılmalı pek sevgili baylara bayanlara" denilerek...

MESELA ŞU DEĞİLDİR GAZETECİLİK!

Hemen yanı başınızda gerçekleşen bir kazayı, felaket anında yakaladığınız bir görüntüyü haber merkezlerine iletebilirsiniz. Yalnız, bunun sizi gazeteci yapmaya yetmeyeceğini lütfen unutmayınız! Biz o fakültelerde geçirdiğimiz 4 seneyi, hasbel kader cep telefonuyla görüntü yakalamayı başarmış kişilere ‘gazeteci’ densin diye geçirmedik efendim. Evet, bizim de bu şekilde çalıştığımız kimi ‘yardımcı’ vatandaşlar var; velâkin biz onlara gazeteci diyerek meslek onurunu ayaklar altına almak yerine, "Tamam kardeşim teşekkür ederiz. Buyur; bu da paran. Allah selamet versin; yine bekleriz" biçimli sosyal söylemlerle uğurlamayı tercih ediyoruz.

Çünkü sadece adliye kapısından çıkacak olan doktorun fotoğrafını çekmek yeterli olsaydı gazeteci olunabilmesi için, mesela o gün yanımızda helak olan Milliyet muhabiri hanım arkadaş gecenin o saatine kadar şehrin diğer ucunda kalmaz, evinde kendisini bekleyen eşinin yanına giderdi. Üstelik de biz O’na, "İstersen sen bekleme daha fazla; gerekli detayı biz sana e-postayla yollarız" demiş olmamıza rağmen. Ancak gazeteciliğin daha ilk kuralı olan 5N1K’yı bir yaşam biçimi haline getiren o arkadaşın ifade sonunda topladığı bilgiler ve başından sonuna takip ettiği dava neticesinde; ilgili haberin sadece ve sadece Milliyet Gazetesi’nde objektif bir şekilde yer aldığını, diğer birçok gazetenin çeşitli asparagaslar kullandığını kimse bilmez.

Bizde yanlış olarak algılanan bir hadise daha var esasen: Köşe yazarlarının da gazeteci sanılması. Köşe yazarları gazeteci değildir sevgili, saygılı ve de pek kaygılı arkadaşlar. Köşe yazarları; bir konu, bir olay, bir kişi hakkında kendi düşüncesini kitlelerle paylaşan, hadiselere ilişkin yorumlar yapan kişidir altı ucu. Kimisi kendi anılarını yazar sadece, kimi ilişkilerden dem vurur, kimi siyaset meraklısı olup sağa sola ‘giydirir’, kimi dokunmaz suya sabuna... Ve fakat her köşe yazarını da haberci olarak algılamayınız lütfen.

BLOG YAZMAYI ABARTTIK MI NE?

Sanıyorum biz bu blog meselesini de biraz fazla büyütmeye başladık. Artık kimileri kendini ‘pek bi möhim’ yazar olarak görürken, bir başkaları gazeteci edasıyla dolaşmaya başladı etrafta. Oysaki blog dediğiniz efendim, en basit anlatımıyla ‘internet günlüğü’ mealinde bir hadisedir enikonu! "Web log" tanımından türetilip "Blog" olarak adlandırdığımız bu internet günlükleri, elin gâvur memleketlerinde ezcümle tarafından kullanılan bir hizmettir pek muhterem vatandaşlar! Türkiye’de ilk örneklerinden biri (belki de ilktir; tam bilmiyorum yani) www.blogcu.com adresinde hizmet veren bir sitedir -ki buraya hemen herkes, her çeşit yazıyı yazabilmektedir. Milliyet Blog’un yegâne farkı, bir denetimden geçirmesidir yazılanları.

Amma velâkiiiiiiiiin... Bir gerçeği de göz önüne koymak gerekmektedir artık. Eğer sıkı bir denetim yapılmaya kalkılsaydı Milliyet Blog ‘yazarları’ arasında, şu an neredeyse 1.000’e vurmuş olan yazardan en fazla en fazla 50-60 tanesi kalabilirdi halen yazmaya devam eden! Hadi içerik olarak bir şey söylemeyelim; birilerinin ‘deli saçması’ dediği yazılar, bir başkası için ‘güzel’ olabilir belki ama imla kuralları ve noktalama işaretleri ölçü alınırsa, bizim ‘yazar’ takımının alayı sınıfta kalır. Hem de ilk elden, ‘Blogcuların artık bir gazeteci olduğunu’ iddia eden arkadaş başta olacak şekilde!

Dört adet devrik cümleyi alt alta yazarak şiir yazdığını sanan bir toplumun, yazma eyleminin meşakkatini algılayamaması doğaldır belki. Lakin altı ucu bir internet günlüğüne yazı yollayarak, kendini ‘yazar’ olarak addediyorsa birileri ve daha da ileri giderek, ‘gazetecilere tanınan imtiyazların bir kısmının, blogculara da tanınması’ yolunda bir temennide bulunuyorsa, birilerinin de çıkıp "E yok artık!" demesi gerekmektedir sanıyorum.

Akıl almaz anlatım bozukluklarına ve tahammül sınırlarını zorlayan imla yanlışlarına rağmen, her ‘blog’ yazanın ‘gazeteci/yazar’ olarak görülmesi; hesap kitabı kuvvetli kantincinin, matematik derslerine girerek, ‘doçent doktor’ unvanı almasını beklemek gibi bir şey...

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..