Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ağustos '16

 
Kategori
Öykü
 

Sahanda yumurta

Sahanda yumurta
 

Çanakkale'de bir dilenci-Ş.ODABAŞI


Aynı mekânda, ayrı masalarda oturuyordu iki genç adam. İkisi de açtı. İkisinin de yemek yemesi, su içmesi gerekiyordu yaşamak için. İyi giyimli genç, içinin çektiği yemekleri sorup masasını donatırken, hesap ödeme derdi yoktu. Anasından doğduğunda, babasının parası bin yıl yetecek kadar çoktu.
Vasat giyimli genç, duvardaki yemek listesine bakıyordu derin derin. Cebindeki parayla denk düşecek yemeklerin peşindeydi. Yemeklerin karşısındaki fiyatları topladığında kafasında, su içmeye bile parası kalmıyordu. Garsona yemekleri söylerken, hesap bile ettirdi yemekleri, sonra yedi yemeğini. Artık suyu, sokak çeşmesinden içecekti.
İyi giyimli genç, masasında topladığı yemeklerden, birer lokma alarak doymuştu sanki. Sipariş ettiği birkaç yemeğe de hiç dokunmamıştı. ‘Hesap lütfen’ dediğinde, gelen hesaba göz ucuyla bakıp en büyük kâğıt parayı bırakıp kalkıp gitmişti. Masada kalan yemeklerden, en az beş kişinin tıka basa doyması mümkündü.
Vasat giyimli gencin o adamdan hiç haberi yoktu. O sadece parasını verebildiği yemekleri yerken her lokmanın tadını çıkarıyordu. Zira yarına yemek için harcayacağı parası yoktu. Para kazanacak işi de yoktu. Annesinden doğduğunda, eski bir mintana sarılmıştı yoksulluktan. Babasının bin yıl yetecek yoksulluğu vardı.
Vasat giyimli gencin dikkatini çekmişti, iyi giyimli genç. Garsonun yılışık tavırlarından, parası bol birisi olduğunu anlamıştı. Yanından geçerken yüzüne iyice bakmış, ardından da façalı giyimine yürüyüşüne takılıp kalmıştı bir süre. Sonra kendi dünyasına dönüp gitmişti.
Elinde sıkı sıkı tuttuğu parasını, kuruşu kuruşuna verdi garsona. Çıktı mekândan dışarı. Yüzüne vuran akşam esintisiyle tebessüm etti hayata. Her zaman ziyaret ettiği çeşmenin kurnasına ağzını dayayıp kana kana içti suyunu. Avucuna aldığı suyla yüzünü yıkadı. Islak elleriyle saçlarını sıvazladı geriye doğru, birkaç kez.
Ertesi sabaha kadar derdi yoktu. Bir bank üstünde bile uyuyabilirdi. Öylede yaptı. Güneşin ilk ışıklarıyla, uyuduğu parkın kedileriyle köpekleriyle merhaba dedi güne. Kuşların ötüşleri bir başka geldi. Susadığını acıktığını hissetti birden. Hissetse ne olacaktı, cebinde parası yoktu. Bankın üstünde oturmaktan başka çaresi yoktu. Kumrular, serçeler parkın içinde toprağın üstünde durmadan aranıyorlardı bir şeyler bulmak için. Akşamdan kedilerin köpeklerin ziyaret ettiği çöplerden arda kalanları topluyordu karakargalar.
Oturduğu bankın sağ tarafında mini bir lunapark vardı. Lunaparkın emektar işçisi, sabahın erken saatinde tek başına oturan genci çok olmuştu fark edeli. Bakkaldan iki yumurta ile iki ekmek alıp dönerken gencin hala oturduğunu görünce, gencin kendisine baktığını fark ettiği bir anda, ‘gel gel’ işareti yaptı. Vasat giyimli genç, ‘ben mi’ işareti yaptı. Birde sağına soluna baktı. Kimseyi göremeyince, adama doğru yürüdü. Birbirlerine en güzel sözü söylediler, ‘Günaydın.’
Hiç konuşmadan hareketleriyle anlaştılar. Emektar işçi, bir sahanda pişirdi iki yumurtayı. Akşamdan kalma domates biberleri de doğradı bir tabağa. Eski çaydanlıkta çayda demlenmişti. ‘Tek başıma yemek yemek hiç hoşuma gitmiyor’ dedi ihtiyar işçi. Gülümsedi vasat giyimli genç. Aslında oda sevmiyordu tek başına yemek yemeyi. Bir ekmeyi ikiye bölmek, yerken yarışmak çok hoşuna gidiyordu.
Emektar işçinin, küçük televizyonu hep açıktı. Alışkanlığı vardı, her saat başı haberleri izlemek, ana haber bültenlerini kaçırmamak. Birden yayının kesilip, son dakika haberi olarak bir trafik kazasını verilmesi, ikisinin de dikkatini çekti. “İstanbul’un ünlü iş adamlarından……. Oğlu, bir iş görüşmesi için gittiği …….kasabasının çıkışında, kaza yaparak hayatını kaybetmiştir. Virajlı ve dar olan yolda son model arabasıyla uçuruma yuvarlanan…….. sabaha karşı uçurumun dibinde parçalanmış otomobilin içinde ölü olarak bulunmuştur.
Vasat giyimli genç, sahandan sıyırıp ağzına attığı lokmasını yutamadan, ekrandaki fotoğrafa takılıp kaldı. Ekran donmuştu, hayat donmuştu. Emektar işçiye bakıp, ‘ben bu genci akşam gördüm’ diyemedi.
İyi giyimli genç, o varlığı zenginliği bırakıp gitmişti. Vasat giyimli genç, sahanda yumurta yemekteydi sabahın en güzel saatlerinde. Bin yıl yetecek yoksulluğu olan bir baba ve annenin oğlu, şükretti yaşadığına, o gün.
Lunaparkın o günkü bütün işlerini o yaptı.
Bugün vardı, yarın yoktu.
Çok hırslı olmaya gerek yoktu. Hayat sigortası yapıyorlardı insanlara da, aslında hayatın sigortası yoktu.
Sahanda iki yumurta yemeye garantimiz var mı yarına?
Cevabınız ‘garantimiz yok’ ise eğer, gelin yaşamayı, soluğumuzu paylaşalım.
Herkes payını alsın bu Dünya’da.

Şuayipodabasi….
23.08.2016/Kepez/Çanakkale

 

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..