Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Mayıs '15

 
Kategori
Öykü
 

Sahtekar

Sahtekar
 

2015 Yaş çay kampanyası başladı. Artık 5 ay boyunca Doğu Karadeniz'in çilekeş insanı "Yeşil Altın" tabir edilen çayla haşir neşir olacak. Yağmur çamur, sıcak soğuk demeden, güneş altında çaylıklara girip rızkını çıkarmaya çalışacak.

Bu yıl fena taban fiyatı verilmedi ama Çaykur'un kontenjan, özel sektörün "Çayını sat, parası gelecek seneye" eziyeti sürdükçe üretici yine mağdur olacak..

Herşeye rağmen bu toprakların herşeyi olan  çayı Türkiye'ye kazandıranları  başta Zihni Derin olmak üzere rahmetle anıyor ve bir hikâyemi paylaşıyorum.

.........................   ...................................

             Haber köylere çabuk yayılmıştı. Hükumet çaylık yapanlara dönüm başına yüz kilo mısır verecekmiş. Daha önce mısır tarlasının bir kenarına diktikleri çay fidanlarına hor bakanlar çapayı kaptıkları gibi çay tarlası açmaya koşuyorlardı.

            ……………….   …………..

             Zihni Derin’in çabalarıyla Rize topraklarında kök salmaya başlayan çay; bütün gayretlere rağmen fazla yaygınlaşmamıştı. Çaylık yapmak Karadeniz’in zorlu arazisinin set set işlenmesi demekti. Bunun için de her şeyden önce kol kuvveti lazımdı. Halbuki yörenin çalışabilen bütün erkekleri ya gurbette ya da deniz üzerindeydi. Başta Asım Zihnioğlu olmak üzere çaylık kuracak adam arayanların tek umudu Cuma namazlarıydı. Ancak camide çapa tutabilecek güçlü kuvvetli erkekleri değil, imanla müezzini ve birkaç ihtiyar bulabiliyorlardı.

            Sonunda bu işin teşviksiz olmayacağına kanaat getiren hükumet mısırı devreye soktu. Samsun’daki Gelemen devlet üretme çiftliğinde üretilen yüzlerce ton mısır; yüzer kiloluk jüt bezi çuvallara doldurularak Rize’ye sevkedildi. Sonra da yapılan her bir dönüm çaylık için bir çuval mısır verileceği ilan edildi.

            1939 yılında çay teşkilatı müdürlüğüne getirilen Asım Zihnioğlu bu teşviğin etkili olacağını düşünüyordu. Mısır hamsi ve kara lahana ile birlikte yöre halkının gözde besin kaynağıydı çünkü. Mısır olmadan kimsenin karnı doymaz, hayvanlar bile aç kalırdı.

            Çaylık yapmaya ilk önce kadınlar ve çocuklar girişmişti. Ancak yeni tarlalar ortaya çıkıp, teşvik mısırlar birbir verilmeye başlayınca tam bir çaylık yapma seferberliği başladı. Hatta gurbette çalışan erkekler izne gelip çaylık yapmaya koyuldular. Mısır hakkının yarısına başkasına tarla açanlar ortaya çıktı. Mısır karşılığı reçberlik giderek yaygın bir geçim şekli oldu.  

            Mısır dağıtımı o kadar cazibeliydi ki hayatını dolandırıcılıkla kazananların (!) bile dikkatini çekmişti.

 

            ……………..    ………………..

 

            İstanbul’da iken Galata Köprüsü’nü ve  Dolmabahçe Saat Kulesi’ni köyden yeni gelenlere satıp yolumu buluyordum ama Trabzon’da neredeyse aç kalacaktım. Halkın ekserisinde para yoktu. Zenginleri ise benden uyanıktı. Cebimdeki para suyunu çekmek üzereydi. Biraz daha kalırsam güverte bileti bile alamayacak, İstanbul’a yaya dönmek zorunda kalacaktım.

            Tam ne yapacağımı kara kara düşünürken kulağıma bir şeyler çalındı. Kahvenin birisinde boş boş otururken Rize’de hükumetin çaylık yapanlara mısır dağıttığını işittim. Yani önce çay tarlası yapıyorsun, çay fidanı dikiyorsun, sonra da çuval çuval mısır alıyorsun. İçimden bir ses bu işten para kazanacağımı söylüyordu. Hemen kafamda bir plan yaptım ve dört gözle Rize yönüne gidecek vapuru beklemeye başladım.

            Rize’ye gidince ilk işim ucuz bir otele yerleşmek oldu. Bu arada cebimdeki para son derece azalmıştı. Ancak otel parasını verebiliyor ve salaş bir lokantada yağsız çorba içebiliyordum. Bir an önce işe başlamalı ve mümkün olduğu kadar kısa sürede cebimi doldurarak İstanbul’a dönmeliydim. İşe başlayabilmek için çay müdürü Asım Bey’in Rize’de olmaması gerekiyordu. Bu yüzden kısa bir sürede de olsa Rize’den ayrılmasını beklemeye başladım. Çünkü onun yokluğunda rahatça çalışabilecek ve kurduğum planı yağdan kıl çeker gibi uygulayabilecektim. Neredeyse yirmi dört saat kaldığı evin önünde nöbet tutarak gözetlemeye başladım. Evden çıkmayacağına emin olduktan sonra ara sıra köy pazarına gidiyor, halkın arasında dolaşarak onları tanımaya çalışıyordum.

            Bizim meslek sırrımız insanları iyi tanımaktan, onların zaaflarını tam zamanında ortaya çıkarıp bunu paraya çevirmekten geçiyordu. Bir zamanlar İstanbul’da çok uyanık geçinen birisiyle tanışmıştım. Adam Galata Köprüsü’nü satın alan saf köylülerle dalga geçiyordu. Ona göre insanın böylesine aldanması için saf değil daha çok geri zekâlı olması gerekirdi. İçimden ‘’ Şuna bir iş edeyim de saf Anadolu delikanlılarıyla alay etmekten vazgeçsin ‘’ dedim. Hemen adamla ahbaplık kurarak zaaflarını, nelerden hoşlandığını öğrenmeye çalıştım. Adam gerçekten tahsilli ve uyanık birisiydi. Öyle kolay kolay kül yutacak birine benzemiyordu. Vaktini daha çok sahaflarda geçirir, tozlu kitap rafları arasında değerli bir şeyler araştırırdı. Bunu öğrenince kafamda bir şimşek çaktı. Hemen profesör adını taktığımız meslekten bir arkadaşa haber saldım. Kitap piyasasını çok iyi bilen profesörle bizim uyanığa iyi bir oyun hazırladık. Basit bir yazma bularak meşhur bir eski kitap havası verdik ve oldukça yüksek bir fiyata bizimkine sattık. Tabii satıştan sonra hemen ortadan kaybolmuştuk. Adam kitabın sahte olduğunu kısa zamanda anlamıştı ve İstanbul kepçe kazan bizi arıyordu. Umarım saf köylülerle alay etmekten vazgeçmiştir. Onlar gerçekten değerli bir şeyi görüp aldılar ama bizim uyanık değerini bilmeden saydı o kadar parayı…

             Neyse, başınızı ağrıtmayayım, Rizeli köylüleri tanımaya çalışırken neredeyse bu işten vazgeçiyordum. Çünkü durumları gerçekten içler acısıydı. Çarşıda bir şeyler satmak için sırtlarındaki sepetlerle gün doğmadan yola çıkıyorlardı. O kadar yolu yalın ayak yürüdükten sonra şehre böyle girmemek için önce çeşmede ayaklarını yıkarlar, sepetlerinden çıkardıkları beyaz renkli yün çoraplarını giyerler ve bunun üzerine de çarıklarını geçirirlerdi. Köye dönüşlerinde de çorap ve çarıklarını çıkararak yine yalın ayak kalıyorlardı. Bu insanları aldatmanın en azından günah olduğunu biliyordum ama benim de başka çarem yoktu. Buradan İstanbul’a dönebilmek için bu işe mecburdum.

            Asım Bey’in kısa bir süre için Hopa’ya gittiğini duyunca hemen harekete geçmeye karar verdim. Şehre yakın köylerden birine giderek işe başladım. Caminin yanındaki bir kahveye uğrayarak demli bir çay içtikten sonra yüksek sesle:

            - Arkadaşlar, beni dinleyin,

            diye konuşmaya başladım.

            - Ben çay mühendisiyim. Almanya’dan yeni döndüm. Çay müdürü Asım Bey’in kardeşiyim. Onun emriyle köyleri dolaşıyorum. Çay bahçesi kuracaklara verilecek mısır için isteklileri yazıyorum. Eski usul değişti arkadaşlar. Şöyle ki, bir dönüm çay bahçesi için yüz kilo mısır alacaklar önceden beş lira verecekler. Mısırı ondan sonra alacaklar. Bu iş sıraya tabi. Kim daha önce para verip adını yazdırırsa o kadar önce mısır alabilecek.

Bu uzun nutuktan sonra çantamdan bir defter çıkarıp masanın üzerine koydum ve beklemeye başladım. Köylüler bir süre aralarında konuştuktan sonra birer ikişer gelip adlarını yazdırmaya başladılar. Kimileri beş lirayı denkleştirmek için bütün ceplerini boşaltıyor, kimisi de bir başkasından borç alıyordu. Parayı eve gidip getirmek için rica edenler vardı. Nazlanarak kabul ediyordum. Çünkü fazla zamanım yoktu ve daha dolaşacak çok köy vardı.

Aslında biraz para toplayınca hemen kaçmam gerekiyordu ama tamahkarlık edip daha çok yer dolaşmak isteyince köylerde para toplandığı haberi şehre kadar ulaşıverdi. Bir tesadüf eseri bunu haber alınca hemen Rize’ye koşup Hopa’dan dönüş yapacak olan Ege Vapuru’na bir bilet aldım. Yolum İstanbul’aydı ve birinci mevkiden bilet ayırmıştım. Eğer kazasız belasız kendimi vapura kadar atabilirsem İstanbul’a kadar çok keyifli bir yolculuk yapacaktım.

Fazla ortalarda gözükmeden vapur saatini beklerken yanıma esnaftan birileri yaklaştı. Bunca yıllık meslek  tecrübemden ‘’ belanın gelip çattığını ‘’ anlamıştım ama şu anda kaçmanın hiçbir işe yaramayacağını bildiğimden bozuntuya vermedim. Hoş kaçsam nereye gidecektim ki? Bir ana caddeyle birkaç sokaktan ibaret bu şehirde şıp diye beni bulurlardı.

Sonradan Fırıncı Musa Yetim olduğunu öğrendiğim adam selam verdikten sonra damdan düşer gibi:

- Sen Asım Bey’in kardeşi misin?

diye sordu. Kendimden emin bir tavırla:

- Evet, ben onun kardeşiyim, diye cevap verdim.

- Neden sordun?

Fırıncı beni tepeden tırnağa süzdükten sonra:

- Bakıyorum dişlerinin arasında  mısır ekmeği kırıntıları var, dedi alaylı alaylı.

- Kardeşim dediğin Asım Bey’in ekmek karnesi bendedir. Ben ona mısır ekmeği değil ofis unundan yapılan beyaz ekmek veriyorum. Onun kardeşi olsaydın ekmek karnen bende olurdu.

‘’ İşte şimdi yandık ‘’ dedim içimden. Son bir kez durumu kurtarabilmek için sakin bir sesle :

- Gördüğünüz gibi köylerden yeni döndüm, dedim.

- Köylerde adama beyaz ekmek vermezler ya. Mısır ekmeği yedim ben de herkes gibi. Üstelik ekmek karnem henüz çıkmadı.

Fırıncı ve yanındakiler inanmış göründü. Çekip giderlerken ‘’ Haydi oğlum, derhal kaybol buradan’’ dedim kendi kendime. Hemen iskeleye doğru yürüyerek gelişi yaklaşmış olan Ege Vapuru’nu beklemeye başladım.

Vapur Hopa yönünden gelip açığa demir atınca diğer yolcuların arasında motorla gemiye gittim. Hemen kamaramı bulup içeri yerleştim ve kapıyı içeriden kilitleyerek hareket saatini beklemeye başladım.

Aradan ne kadar geçti bilmiyorum kamaranın kapısı vurulmaya başladı. ‘’ Ne oluyor yahu? ‘’ diye söylene söylene kapıyı açtığımda polisleri karşımda görmeyeyim mi? Aslında böylesi durumlarla birçok kez karşılaşmama rağmen birden dizlerimin bağı çözülüverdi sanki. Eşyalarımı toplayarak polislerin arasında tekrar motora bindirildim.

Meğer fırıncı ve arkadaşları beni bırakınca boş durmamışlardı. Peşime adam takmışlar, çay teşkilatına sorarak sahtekâr olduğumu meydana çıkarmışlardı. Savcıya ifade verirken çay müdürü Asım Bey  ‘’ sahte kardeşini’’ görmeye geldi. Yaptıklarıma pişman olmuştum ama adamın ‘’ Tüh sana ! Bu fakir halka hiç acımadın mı? ‘’ diyerek yüzüme tükürmesi gerçekten çok ağırıma gitti.  

             

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..