- Kategori
- Edebiyat
Sait Faik'le Sudan Bir Hayal

Leyla Erbil ile bir fotoğrafı. Yalnızlığı yakıştıramadım Sait Faik'e.
‘’Akşamüstleri Tünel’den Taksim’e doğru sol kaldırımdan yürürseniz, gözünüze dalgın, siyah gözlüklü, yüzü kederli, ama müthiş kederli- yüzündeki keder besbellidir, elle tutulacak gibi, yüzde donup kalmıştır-pantolonu ütüsüz, ağarmış saçları kabarmış bir adam çarpar. Bu adamın bu Beyoğlu kalabalığı içinde bir hali vardır ki ( daha doğrusu her hali ) size bu koskocaman şehirde yalnız, yapayalnız olduğunu söyler. Bu neden böyledir? Orasını kimse de bilmez. Bazı adam vardır insan yüzünde sırf hınç, kin okur. Bazısında gurur, bazısında neşe, bazısında bayağılık, aşağılık… Bu adamın üstünden, başından yalnızlık akar. Bir de bu adama Kadıköy İskelesinin kanepelerinden birine oturmuş, heybeli köylüleri, çıplak ayaklı serseri çocukları, hanımefendileri seyrederken rastlarsınız.
Bu adam Sait Faik’tir. Ona Kadıköy İskelesinin kanepelerinde rastladım.
- Ne var, ne yok Sait? Dedim. Hikâye yazıyor musun?
- Yok, dedi, yaşıyorum.’’
Yaşar Kemal’in 1953 yılında Cumhuriyet Gazetesi için yapmış olduğu bir Sait Faik röportajının girizgâhıdır bu paragraf. Sait Faik Abasıyanık’ın öykülerinde ki başarısı ve kişiliği ile ilgili yerinde tespitler içerir. Yaşıyor gibi yazması, müthiş gözlem yeteneği, sıradan insanı olanca tanıdık kelimeler ve güçlü bir anlatımla öykülerine konu etmesi başarısının belli başlı sebepleri arasında yer alır.
Ciddi bir Sait Faik okuru olarak diyebilirim ki; öykülerini bu denli okunur kılan üslubunda yakaladığı ritimdir aynı zamanda. Savruk, serkeş, odaklanma sorunu yaşayan, disiplinsiz bir insan olduğu halde eserlerindeki kelimeleri, sanki kişiliğinin tersine kılı kırk yararak bir kuyumcu ustası gibi dikkat kesilerek seçmiştir. Kendine özgü ahenkleri, sesleri vardır kelimelerinin… Başka türlü hala aynı lezzetle okunuyor olması izah edilemez bence; zira içinde ritim olmayan hiçbir şey uzun soluklu var olamaz. Aslında değinmek istediğim öykücülüğünden çok şairliği ; düz yazı da bile bu tınıyı, müziği yakalamış bir yazar buradan hareketle çok rahat bir şekilde şiir de yazabilir diyebiliriz. Nitekim; ‘’Hikâyelerimde şiir kokusu var diyorsunuz. Bir iki tane de şiir yazdım. İçinde hikâye kokuları var dediler. Demek ki ben ne hikâyeciyim ne de bir şair. İkisi ortası acayip bir şey. Ne yapalım beni de böyle kabul edin.’’ diyerek eserlerindeki şiirsel havayı ve şiire yatkınlığını böyle yorumlamıştır.
Sanatını son derece basit bulan yazar her konudaki mütevaziliğini şiirleri konusunda büsbütün arttırmıştır. Ancak hece vezniyle yazılan şiirleri eleştirmiş, ilk şiirleri dışında bu vezni kullanmayıp kendi şiir üslubunu, dize ve biçim yapısını oluşturmuştur. Her hususta özgün olduğu gibi şairliği konusunda da son derece özgün davranmıştır.
Eleştirmenlerde, şiirlerinin güçlü olduğunu ve yazarın şiirleriyle sanat bütünlüğünü bozmadığını vurgulamışlardır. Sait Faik; en çok Faruk Nafiz ve Orhan Veli Kanık şiirlerini sevdiğini her fırsatta dile getirmiştir. Yazar-şairin; Şimdi Sevişme Vakti isimli bir şiir kitabı , çeşitli gazete ile mecmularda yayınlanmış elliyi aşkın şiiri bulunmaktadır.
Kendi zamanında yayınlanan beğenmediği bazı şiirler için; ‘’patlıcan dolması gibi geleceğe kalacağını düşünmediğim garip şiirler’’ ifadesini kullanıp yine cesur ve özgün tarzının altını çizmiş, samimiyetsiz, klişe hiçbir şiiri, yazıyı onaylamadığını belirtmiştir. Şairliği hakkındaki kendi görüşleri oldukça sınırlıdır. Hikâyelerini bile kendi halinde hikâyecikler olarak tanımlayan bir yazar için şiirlerinden pek de bahsetmemesi garip karşılanmamalıdır.
Oysa yazdığı şiirler de öyküleri gibi canlanır adeta, kişiliğe bürünür. Ve büyüleyicidir.
Bu yazıyı yazarken bana; Burgazada’dan olmasa da Büyükada ‘dan çok sevdiğim bir dostumun benim için o günün hatırasına gönderdiği bir kozalak eşlik ediyor. Düşünüyorum; büyük hikâye ustası bu minik hatırattan nasıl bir öykü çıkarırdı ya da nedenli büyüleyici bir şiir yazardı. Onun ki kadar zengin bir tahayyüle, Yaşar Kemal’in dediği gibi ciddi bir kedere, derin bir yalnızlığa, muazzam bir yeteneğe sahip olmak gerekiyor belki; insanın baktığı, dokunduğu her şeyden olağanüstü eserler çıkarması için… Belki bunların hiç birine sahip değilim ama yine de inatla karalıyorum kağıtları, kim bilir belki günün birinde doğru düzgün bir şeyler çıkar kalemimden…
Şair Sait Faik‘in en sevdiğim birkaç şiirini yazıp son kısma onun için yazdığım minik bir şiiri iliştiriyorum. Hayal ediyorum adadayım, yanımda Şair Sait Faik; masa da siyah gözlükleri, defteri, sevdiği köpeği, üstünde hep aynı kıyafeti, karşımızda deniz; onun kafasında sadece öyküleri... Sohbeti çok keyifli, çabuk ahbap oluyor. Ayrılırken ben; yine gelin diyor adaya, bu kez haber verin daha iyi ağırlamak isterim sizi.
Şiirimi okuyorum; gülümsüyor sadece gülümsüyor… Bırak kozalağı üzerine bir hikâye yazayım diyor, bir daha ki sefere veririm hikâye ile birlikte. Bırakamıyorum…
BİR BÜYÜK KARIŞIKLIK
Bir büyük karışıklık yaşadığımız sabahlar
Nerde ormanın içindeki sakalı uzamış insan
Mesut dövüşürken aç kurtlarla
Nerede ilk kulübede ilk eşya
İlk insanda ilk hisler
İşte büyük kavak ağaçlarının kaygan,
parlak sırtından inen
Şişman yağlı tırtıllar
Beyhudi saraylar, meçhul aletler
Üst üste
Alt alta apartmanlar
Bir çatıda binlerce insan ama
Yalnız bir katta beraberlik, yalnız bir katta his
Kocaman evin hayali içimdedir.
O büyük dünya yüzünü kaplayan
Dışarda bütün malzeme
Tırtıl, insan, kavak ağacı, orman, balta ve ilahtır.
ALNI HÜLYALIM
Sen benim canım arkadaşım
Gece arka üstü uzanıp otlara
Yıldızlara baktığım zaman
Kolunda karıncalar geziniyor
Alnında ölüyor
Ellerinde gelecek günlerim
Gözlerinde arkadaşlığım
İsmini bağırıyorum dağa
Sen İstanbul’dasın diye memnun ağaçlar
Sen dünyadasın diye esiyor rüzgar
Sen varsın diye insanlar iyi
Böcekler yeşil yeşil
Böcekler kara kara
Karıncalar sevimli
Çiçekler burcu burcu
Kime söyleyebilirim senden başka
denizin mavisini
Dondurmacının kutusunu
Çamların sesini
Kime açarım senden başka
‘’Gül bahçe’’ den
Kim ağlar kağıt helvalarının hikâyesinden
Kim iki kahveye saadeti kilitlemiştir.
Kim sever o ince minareyi, Yüksekkaldırım’ı
Çingeneleri
Alnı hülyalım
Önümden insanlar geçiyor
Tanıyorum hepsini
Ama kim bunlar
Niçin koşuyorlar şehre
Bu yüzlerindeki rahatlık neden?
Ben mesutken de rahat değilim.
SUDAN BİR HAYAL
Adadayız,
Simit atıyoruz martılara,
Kayıklara bakıyoruz, balıkçılara.
Uzaklara dalıyorsun sen
Çok uzaklara!..
Bir öykü yazıyorsun bana,
Tutup elimden ansızın
Yanakimu’ya, yine aynı masa
Üstü çiçeksiz
Örtüsü gazeteden
Bu kez sen ve ben
Hem mesut hem rahatsın
Sudan bir hayal nasıl olsa…