- Kategori
- Sosyoloji
Saldırı altındayız
‘’Çoğunluk öyle istiyor’’ diye olan şey, yanlıştır. Çoğunluk millet iradesi ise, bir zamanlar çoğunluğun istediği bir çok şeye bugün yaşayanlar lanet edebiliyor (savaşlar, katliamlar vb.). Çünkü çoğunluk içinde, inananlar kadar provakatörler, çıkarcılar ve manipule edilenler de var.
"Çoğunluk", karar mekanizmasında bir veri ise, o karar mekanizması kesinlikle yanlıştır.
Bu, tarihten örnekler vererek de tartışmaya açılabilir. Çoğunluk isteyince olan şeylere Nazi Almanyası örnek verilebilir mesela, lakin bunun yerine genel mantık içerisinde anlamlandırmak daha evrensel olacaktır. Yani kararları çoğunluk için değil, genel mantık içinde evrensel fayda adına almalıyız.
2x2=4 iken, 2x2 nin 26 olduğuna inanan 100 kişilik bir grubun içine 101. kişi olarak girip 2x2=4'tür derseniz, 26 rakamının o toplumdaki değerine göre, başınıza bir sürü şey gelebilir. Eğer bu çoğunluk kendi içinde çağdaş olduğuna ikna olduğu için size demokratik bir değerlendirme önerirse, oylama sonucu 2x2 yine 26 çıkacaktır; bu sonuç ise hem ironik, hem de komiktir.
Matematiksel bir işlemin sonucuna oylayarak karar vermenin saçmalığı herkes için ortada iken, aslında modern toplumların meclislerinde çoğu zaman olan da budur. Reel bir değerlendirmede siyah ve beyaz kadar net matematiksel sonuçlar verecek olan toplumsal bir sürü konu, hıyar gibi parmaklar sayılarak oylanır. Modern demokrasilerin tamamının teklediğinin, artık eskidiğinin kanıtı bu açığın günaşırı olarak senatolarda sömürülmesidir. Ülke insanlarının sürekli kutuplaşmalara kaydırılması, siyah-beyaz kavgaları ile toplumların zorlanmaları hep bu bipolar davranışı yaygınlaştırma gayretidir. Gerilen halk rahatlamak için çoğunluğun söylediğini duyabilir, uyabilir, uysallaşabilir. İlk Cumhuriyet yıllarındaki ülkemizin yüksek gelişme trendi çoğunluk için değil, evrensel fayda için kararların alınmış olması idi ve bütün kararlarda en önemli payda ‘Barış’ idi.
Örnek üzerinden devam edersek, elbette 26 sayısının tabu olduğu bu toplumda -evrensel bir tarafsızlık konsepti içerisinde- cevap henüz bilinmiyor iken, cevabın 4 olduğunu söyleyen kişiye de güvenilemez; çünkü , o an için cevabın 28 olduğunu da söyleyebilirdi ve hatta bu kişi kötü niyetli birisi de olabilir vs vs. İşte bu yüzden, cevabın 4 olduğu bilinmediği sürece, bunu ölçebilecek, "duygu"dan kendini kurtarmış, rasyonel, kendini sürekli yenileyen ve her şeyi makine gibi yorulmadan sorgulayan bir otoriteye ihtiyaç vardır.
Bu otoriteye "bilim" diyoruz.
Maalesef bugüne kadar bırakın Türkiye'yi, hiç bir toplumun çoğunluğu; eğitimli, akıllı ve toplumun bekasını düşünen bireylerden oluşmamıştır, oluşturulmamıştır, sürekli farklı gündemler yaratılarak oluşmasına fırsat verilmemiştir, oluşamaz, malum kaygılara dayalı bu mantık nedeniyle de hiçbir zaman da oluşmayacaktır.
Çoğunluk nedir? Çoğunluk bizim 'devlet' diye öne sürdüğümüz sistemlerde ilgisiz bırakılan, yeterli kültür, zenginlik ve iştihamdan pay alamayan bazı film ve dizilerde Roma’daki kolezyumda gladyatörleri izleyerek birbirini yiyen ve bağıran insanlardır, bu ise onların suçu değildir, ama gerçek de öyledir. Çoğunluk maalesef kelle sayısıdır, ikna edilen veya kandırılan parmaklar dahil kalabalığın içindeki çok olan taraftır. Azınlık ise ötekidir. Aslında demokrasinin tek güvencesi işte bu azınlığın yani muhalefetin sesidir, yapılması gereken kalıcı barış için (yurtta ve dünyada barış) bu sesinin güçlü çıkmasının desteklenmesidir. Aslında sorunun çözüm yeri parlamentolar olsa da, sorunun kaynağı da orasıdır. Çünkü iktidar sahipleri başta devletin medya gücü olmak üzere, bütün kaynakları kendilerini uzun süre koltukta oturtacak şekilde kullanmak ve muhalefetin bu kaynakları kullanmasına fırsat vermemektir. Her değişen hükümet, bu sistem içinde aynı rolü oynar, bu da halkın demokrasiye inancını zayıflatır, devlet kurumları zarar görür. Hatta bu çoğunluk maalesef araştırma şirketlerinin bulguları ile yönlendirilir, çünkü Maslow'un İhtiyaçlar Hiyerarjisi Grafiğinde de gösterilen 'Aidiyet' yani 'bir gruba ait olmak' önemli bir insani ihtiyaçtır. Birey için tek sorun kalabalıkta mı, azınlıkta mı kalınacağı olmaktadır. Karşısında duran yol ayırımında; ya sorunlara karşı genellemelerle uyum göstermelidir veya sessiz çığlıklarla ümitsizliklere sürüklenmektir.
Fanatik taraftar kafasında yaşayarak bir şeylere ait olan, akıldan ziyade duygu bütünlüğü altında toplanmış bu güruha ne yazık ki sürekli yanlış kararlar verdiklerini de söyleyemezsiniz. Sizin öldürülmeniz olasılığını, suçlanarak hapsedilmenizi, toplum tarafından dışlanmanızı filan geçtim, bunu söylemeniz zaten onların toparlanıp bundan sonra mantıklı kararlar vermeye başlamasını da sağlamayacaktır.
Bu yüzden Türkiye'yi ve bu milleti yanlış kararlar veriyorlar diye suçlamayı artık bırakınız! Doğru kararlar verebilecekleri bir sistem içerisinde maalesef zaten yaşamıyorlar. Olayları sorgulayabilecek kaynaklara sahip değiller, doğru karar verebilecek kadar da şanslı değiller, hatta örgütlenince kararlarda söz sahibi olabildiklerini bile yeni keşfediyorlar. Tüm bu gelişmeleri görmeden yargılamayın ülkemi, bir durun bakalım!
Çözüm nedir? Aslında herkes için mutluluk dolu bir çözüm üzülerek söyleyelim, yok, çünkü barış güvercinini dünyadan kaçırdılar…
Cumhuriyetimizin ilk yarısına kadar Atatürk'ün ve arkadaşlarının yaratıcı ve gelişmeci düşüncesi ile muhalefet bile yürütülürken; Ata'nın ölümünün ve sistemin çoklu parti sistemine geçişinin ardından, parti içi demokrasilerin kalkması, halkın değerleri üzerinden siyaset yapılması, halka karşı işlenen mali, siyasi, hukuki suçlarla, daha sonra değerlerin yozlaşması ile zayıf karne notları alınmış, yönetimler dıştan gelecek tüm müdahalelere açık duruma düşmüştür. Borçlanmanın ardından yönetimin kararları da dışa kaymaya başlamıştır ve maalesef bu durum halkın yönetimini bile sorgulamak ve yeni yönetim biçimlerini konuşmak noktasına sürüklemiştir. Bu nedenle geçen yıllarda 2. Cumhuriyet safsatası başlatılmıştır, bugün ABD benzeri başkanlık sistemi konuşulmaktadır. Günümüzde yaşanan 'Dalga' olayları eski figüranların yenileri ile yer değiştirilmesidir. Anayasa değiştirme çabaları da muhalefetin intikamını durduracak yapılanma gayretinin ötesinde değildir. Aslında iktidar, öfke yaratması ile tuzağa düşürülmektedir. Anayasayı değiştirirken eski sistemin kalın duvarlarına dokunulmaması bunun en bariz kanıtıdır. Üzülerek söylemek durumundayım ki, tahminimce İngiltere kaynaklı belki de İmmunati kaynaklı saldırılar ile yozlaştırılmaya çalışılan bu sistemimizi maalesef artık atamayız, hatta değişimini düşünemeyiz, çünkü artık çok kalabalığız, globalleştik de; bu sefer hepimiz sürünürüz.
Pekala etik olmayan bir yönetim çözüm olabilir mi?
2012 yılında dünyanın bu olaya bulduğu çözüm demokrasi görünümlü meritokratik diktatörlüklerdir. Yani manipüle edilmiş (yönlendirilmiş, ki bunu medya ve global dünya ile bütünleşmek diyerek yapıyorlar) çoğunlukların çok demokratik bir yönetimde karar mekanizmasını elinde tuttuklarına inandığı, doğru kararlar verdiklerini zannettikleri ve aslında tüm kararların merit (uzmanlık) sahibi insanlar tarafından kampanyalaştırılarak dizayn edildiği, en son olarak da tek bir lider veya örgüte hizmet eden yönetim biçimleri... Başkanlık sistemi bu yönetim biçiminin tam ucudur. Bütün ABD kaynaklı filmlerde ve fantastik görüntülerde hep başkanlık sistemi gösterilmektedir. Aslında istenilen tüm dünyanın ABD Başkanını (ki O da İngiltere Kraliçesi’nin kontrolünde olacaktır) kabul edeceği, alt yönetim biçimleri ile yönetileceği ve tüm dünya kaynaklarının lider tarafından kullanıma sunulacağı bir sistem, tıpkı yaban arısı koloni mantığı.
Zaten ısrarla mükemmel sistemi kurmaya çalışan dünyadaki bir kaç düşünen ve araştıran bireye dünya çoğunluk toplumunun bakış açısı sadece 'acımak'tır; çünkü o kişi zekasını boş işlerle doldurmaktadır ve gayreti boşunadır. O kişilerin toplumsal olaylara yaklaşımı fark edilmez, ama toplumun duygusal açlığına dokununca alkışlanır ve gözler çevrilir. Özellikle ülkemizde de Akdeniz insanının duygusallığı öne çıkar ve hukuksal düzenleme yapmak yerine ah! vah! ve beddualar ile bütün olaylar geçiştirilir. Sistem kendini düzenlemeye, düzeltmeye çalışamaz, sürekli gündem değiştirilerek sorunlar ötelenir. Bunu da çoğunluk elindeki veya ele geçirdiği medya ile yapar, kendi yerine geliştirme kaygısındayken temel emperyal sisteme hizmet ettiğini fark edemez. Azınlık olan muhalif grup acılarını yaşasa da, tek gayesi acılara sebep olan sorunu çözecek tedbirler değil, çoğunluk olarak, çoğunluğu ve elbette getirisi iktidarı ele geçirerek aynı sistemi kendileri için kullanmaktır. Bunun için sürekli olarak dünyada 'Bahar' programları uygularlar, uygulamaları için desteklenirler.
Düşünen ve inanan kişiler için yaşanacak tek yer, maalesef (belki biraz fazla fantastik filmlere benzedi) yer altı olarak kalmaktadır.
Yapılması gereken bence, yeniden aynı sistem için bir Anayasa yazmak, Başkanlık sistemine geçiş vb. falan değildir; yapılması gereken; bütün kurumlarımızı, bütün yazılı kurallarımızı, hukukumuzu, irdelemek, incelemek; barışa hizmet etmeyenleri, azınlığa sahip çıkmayanları, insani değerlere, insan haklarına dayanmayanları temizlemek yerlerine medeniyet için, insan için yenilerini düşünmek ve koymaktır...
Siyasetle ilgilenen herkese şiddetle şu vecizeleri hatırlatayım:
- Yurtta sulh, cihanda sulh.
- Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.
- Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
- Türk Milletinin istidadı ve kesin kararı medeniyet yolunda durmadan, yılmadan yürümektir.
- Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur, işte parola budur.
- Gerçi bize milliyetçi derler. Ama, biz öyle milliyetçileriz ki, işbirliği eden bütün milletlere hürmet ve riayet ederiz. Onların milliyetlerinin bütün icaplarını tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz herhalde hodbince ve mağrurca bir milliyetçilik değildir.
Uzm. Psk. Dnş. Hasan FIRINCIOĞLU
Kaynak: www.eksisozluk.com