Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ocak '07

 
Kategori
Blog
 

Sanal alemden çıkmış balık gibi.....

Sanal alemden çıkmış balık gibi.....
 

O resim şimdi nerededir? Bilemem. Ama az önce bakmışım gibi aklımdadır hala. Orta 2‘ye giden halimizle biz. Herhalde yaşımız 13-14. Resim çektirmişiz Orduevinde. Her yer subay–astsubay ve aileleri. Resimde benim yanaklarım kıpkırmızı elma gibi. Köylü çocuğu gibi süper sağlıklı olduğumdan değil. On dakika önce şarkıcı bayan makas almış yanağımızdan. Şarkı bitmiş, şarkıcı gitmiş; bizim surat gece feneri gibi. Biraz utangaç, biraz içedönük biraz a sosyal. Yolları dolaşa dolaşa geldik bu yaşa.

Milliyet Blog toplantısı açıklanınca. Kararım kesin ve netti, "gitmeyecektim". Aşağı yukarı başıma neler geleceğini tahmin edebiliyordum. Şirketin yılbaşı eğlencelerine katılmayan ben. Özel günlerde kokteyllere gitmezken. Daha bugün çalıştığım şirketin yöneticilere verdiği yemeğe bir bahaneyle katılmayan biri olarak. Birbirini bir kez görmemiş sanal ortam sakinlerinden biri olarak katılmayacaktım buluşmaya.

Gel gör ki, aşağı derken yukarı derken Pirmete Abi’ye ebelendik. "Geliyor musun?" "Geliyoruz abi" "Bak, söz ama!" "Söz verdik mi tamamdır abi." Hal böyle olunca. Bizim sözümüz elin senedine benzemiyor. Biz söz verdik mi tutarız. El alem çek verse tutmuyor ama.

İş bu kadarla da bitmiyor. Ben bu tür ortamlarda küt diye bir kafa dengi bulamazsam canım acayip sıkılır. Sigarayı bırakmışım, kendine yaren olsun diye tellendirenlerin yanında duramam. İçkiyi sevmem arka arkaya içemem. "n’aber?" diye hemen birilerine bulaşamam. Eee?

"Martin Eden" romanını okuyanlar bilir. Jack London orada sevdiği kızın evine giden çocuğun, elini ayağını bir yerlerde nasıl koyamadığını nefis anlatır. Ben de aynen öyle sıkılırım. Ama çözüm bulmayı da severim diğer yandan. Bu duruma da bir çözüm buldum kendimce.

Eşime dedim ki "sen de gel benimle!" Zaten eşimle "müthiş ikili" filmlerindeki ortak polisler gibiyiz. Maça bile gideceksem "hadi sen de gel" derim. Tuhaf ama böyle. Onsuz maça gidersem de, zulu büyüsü beni bulur ve başıma gelmeyen kalmaz. En son böyle bir maçta; numaralı yerimi kaptırmış, aç kalmış ve kapalı tuvaletler yüzünden dişimi sıka sıka maçtan birşey anlamamıştım. Haa! Bir de ışıklar kesilmişti. Tesadüf canım!

Eşim yüzüme bakıp "olmaz "dedi. "Niye olmaz?" "Ben kimseyi tanımıyorum ki orada ne yapacağım?" İşin ilginç tarafı ben de kimseyi tanımıyorum. Pirmete kim? Neye benzer? Tuba’nın saçı ne renk? Celal bey’i görsem resimden tanır mıyım? ''Üstelik'' dedim ''senin yazıların güzeldir''. Yazıları çok güzel kritik edersin. ''Hadi yaz be!''

Eşleri kabul etmiyorlar ya. Bahar’da yazacak, kabul edilecek yazar olacak. Ben de sazını kaybetmiş ozan gibi olmayacağım. Neyse! Yazdı, kabul edildi, o da geliyor. Oh! be.

Sabah kalktım. Şirkette işler var, ekip orada. Acayip halsizim, nezleyim. "gitmesem mi acaba?" dedim eşime. "Kötüysen gitme hem sen karşı tarafta kesin yolu bulamazsın" dedi. En son kitap fuarına giderken kaybolmuşuz onu demeye getiriyor.

Hemen aradım Milliyet’i tarif istedim. Bir adama bağladılar. "Esenler sapağından gir" diye başlayan bir tarif yaptı. Kaybolmayacağız ya bu sefer! Aklımıza, kağıda her yere not ettik. Yolda hastalığım evreden evreye geçiyor. Hapşırmalar, tıksırmalar; Bahar bana mendil yetiştiremiyor.

"Esenler, esenler" diye bakarken bir baktık Bulgaristan’a bir adım kalmış. Hemen gişeye sorup döndük, neyse bin bir zahmet vardık meşhur Milliyet’e. Esenler sapağı diye bir sapak yokmuş. Otogar sapağı varmış! Ne demekse! Hapşırmaktan arabayı kapatamıyorum. İçeri girdik, eşim dedi ki "ben kimseyi tanımıyorum, barda oturayım sen tanış, ortama uy"

Ortam dediğin. Herkes birbirinin yakasına paçasına bakıyor. Barda bir sürü yaka kartı olmayan adam. Meğerse onlar personelmiş. Yaka kartı olanların kartı gözükmüyor. Benim istikamet belli Pirmete ağabeyimi bulacağım. "Kafamı kazıtacağım" dediğine göre önce kellerden başlamalı.

"Şak!" diye buluyorum, "pat" diye kucaklaşıyoruz; hanımı barda bırakmışım "gel abi" diye onu da bara sürüklüyorum. Sohbet hoş, beş. Sonra "gel abi sonra bütün gece oturdular derler, biraz dolaşalım" diyorum. O andan itibaren arada bul Pirmete ağabeyi. Kapan götürüyor. Onun olduğu masa, baca gibi tüttüğü için orada olamıyoruz. Müzik çok gürültülü, konuşma imkanı yok, arkalarda bir yer bulup takılıyoruz.

Su Karakuş hanım geliyor tanışıyoruz. Tuba geliyor tanışıyoruz. Celal Çelik bey. Dünya tatlısı üç insan. Deniz Hanım ile Savaş bey ile tanışıyoruz. Editör Hüseyin geliyor acayip dolu, dünya tatlısı bir insan. Hani birisine kanınız ısınır da "daha önce sizi görmüş müydüm?" dersiniz ya o hesap. Diğer bayan editörler ise, üniversitede kopya yakalamaya çalışan azimli Asistanlar gibiydi.

Ayaklı board olarak bazı yazılar P.O.P olarak konulmuştu. Bunlardan bir tanesi ''Ben clubber değil blogger olmayı seçtim'' şeklindeydi. Bilenler bilir. Bu cümle bizim bir yazımızın başlığı ve içindeki bir cümleydi. Altına ismimizi yazmamışlardı ama gene de hoşuma gitti.

Bence her şey hoştu da. Birbirinin bir kere bile görmemiş. Belki yarım saat aynı odada otursalar birbirlerinden sıkılıp, uflayacak insanları. Öylece "hadi kaynaşın" ortamına dahil etmek biraz fazla gerçekçiydi.

Herkes kendi öbeğinde takıldı. Kimisi tek başına kötü kötü etrafa baktı. Belli ki canları çok sıkkındı. Kimisi öylece oturup kaldı. Ben niyet ettiğim halde kaç kişiye elimi uzatamadım. Keşke bu duruma bir çözüm düşünülseydi. Herkesi bilemem ama ben ve bazıları "sanal ortamdan çıkmış balık" gibiydi. Sigara dumanından ve müziğin gürültüsünden kaçarken insanlardan da kaçar gibi olmak cabası. Dedim ki "Aha! İnternet’te tanışıp evlenenler bundan zart diye boşanıyor"

Ben, Editör Hüseyin kardeş ile konuşurken. Bahar paçama asıldı. Melda şarkı söylüyordu. Güzel söylüyordu. Böyle sesi olan niye yazar ki? Gelen ve gelemeyen herkese selamlar. Sana da tekrar geçmiş olsun Pirmete Abi. Sahi nasılsın?

Not: Bilgisayarımın kafası bozulmasaydı bu yazı daha erken çıkacaktı. Ben de Sapanca’ya gittim bilgisayara kızıp. Geç olsun da güç olmasın.

 
Toplam blog
: 187
: 1260
Kayıt tarihi
: 02.10.06
 
 

İyiye ve güzele götürmeliyiz Dünyayı. Sürekli daha çok kazanmak, daha yukarıdan bakmaya çalışmak,..