- Kategori
- Felsefe
Sanat diye bir şey kaldı mı?
Böyle bir sorunun altında yatan cevap, kalmadı, olmalı.
Tabiki, böyle bir cevap vermek çok zor.
Böyle bir cevap, sadece, geleneksel sanat kavramını yeniden tanımlayarak verilebilir.
En basitinden, sanatın hiç de özgürlükçü olmadığını, hiç de insanlığa ilişkin evrensel değerlere ilişkin soyutlamalar içeren üstün bir durum, insanoğlunun diğer canlılar arasındaki yetkinliğinin bir yansıması gibi, esasında ıvır zıvır sayılabilecek bütün yüceleştirmelerden uzak olduğunu ve hatta bu tür yüceleştirmelerin aslında ıvır zıvırın edebiyatı olduğunu güçlü bir şekilde ve temellendirerek savunabilirseniz, hareket noktasını ortadan kaldırdığınız için, sanat diye bir şey kalmadı şeklinde cevap verebilirsiniz.
Ancak bu yol, çok zor olmakla birlikte aslında kolay yoldur. Şunun gibi; tıpta hasta dokuyu tedavi etmektense, o dokuyu kesip atmak kolay bir yoldur, ama yaratacağı ya da göze alınacak sonuçları açısından çok zor ve ağır bir durumdur.
Sanat diye bir şey kalmadı demenin bir diğer yolu daha vardır.
O yol ise, sanatı yukarıda belirttiğim şekilde bir yüceleştirme tutumu içinde benimseyerek, yine de hala sanat diye bir şey kalmadı diye cevap vermektir.
Bu yolda ilerlemenin yöntemi, bu yüce sanat kavramıyla, verili sanat eserlerinin ne derece örtüşüp örtüşmediğini araştırmaktır.
Ama sonuçta, sanat kavramına ilişkin tanımı değiştirmediğiniz ölçüde, cevabınız benmerkezci ve snobist olacaktır.
Bundan kaçamazsınız. Her ne yaparsanız yapın, savınıza karşı bir sav ileri sürülebilir.
Biz yine de deneyelim.
Diyelim ki, Muhteşem Yüzyıl dizisi sanat eseri midir?
Hemen, kolay soruculara ve kolay cevapçılara kapıları kapatalım ve bu soruyla, özde sanat eseri sözde sanat eseri ayrımı gibi bir cevabı ciddiye almadığımızı belirtelim.
Ki az buçuk sanat tarihini okuyanlar, benim gibi, bileceklerdir ki, bir sanatçının sanat adına yaptığı, gündelik sağduyuya çok ters gelecek bir sanatsal ürünün de bir sanat eseri ve diyelim, Mona Lisa tablosu da bir sanat eseri olarak adlandırılmayı hak eder.
Bir şeyin ne derecede sanat eseri olup olmadığına, ona para yatıranların, yaratcısının adını satın alma çabası, bir sanatsal ürünün, bir ürün olarak değerini hiç ilgilendirmez.
Peki bu noktada, sanatsal meta ile sanatsal eser ayrımı yapmak, niteliksel ve yerinde bir ayrım olmayacak mıdır?
Çünkü sanatçı, sanatı sanat için yapan değilse nedir?
Bu basit bir formül, bir şeyi kendisi için yaparsan, ona ulaşabilirsin. Bunu yapmadığında mantıksal bir hata vardır. Örnekleyelim, sandalye yapan bir kişi, onu üzerine oturulan vs. bir amaçla, yani sandalye yapmak amacıyla yapar. Eğer bundan sapma gösterirse, sandalyeyi sandalye yapan özellikleri gözden kaçırmış olur ve nihayetinden yaptığı şey sandalye olmaktan çıkar.
Bu durumda, bu kişiye sandalye yapan kişi denemez. Sandalyeyi, başka her ne amaçla yapıyorsa, o başka şeyi yapan kişi adını hak eder. Çünkü sandalyeyi başka bir şey için yaparken, o başka şey, bir şeyi kendisi için yaptığı şey haline geliyor.
Buradan hareketle, bir ressam, bir tablosunu, her neyi konu ediniyorsa edinsin, onun resim için resim, sanat için sanat adına yapmıyorsa, ne kendisine ressam ne de sanatçı demek mantıklı olurdu.
Bu yaklışımım doğru olsa bile, ama yine de sorunları çözmez. Çünkü sanatçının neyi ne için, ne adına yaptığından tamamen habersiz bir kişi, bir sanatsal ürün karşısında, tamamiyle başbaşalık içindedir.
Yani sanatçının o şeyi kendisi için mi yaptı, yoksa bir şey için mi yaptı bunu bilemez.
Bu bize kapıyı kapatıyor görünüyor, ama tam da kapı kapanmaz.
Biz şu an burda bunu düşünebiliyorsak, sanat çalışmalarında ve aslında hayatın her alanında bir şeyin kendisi için mi yoksa başka bir nedenle mi yapılıp yapılmadığını sorma hakkımız, buna cevap verme, ve buna ilişkin tutum alma hakkımız vardır.
Bu hak, bir sanatçının sanatsal ürün ortaya koyarken yaşadığı özgürlükle eş özgürlüktür. O, ortaya bir şey koyma özgürlüğüne ve biz de ona ilişkin bir şey söyleme özgürlüğüne sahibiz.
Ve ben diyorum ki, sanatsal ürün konularda, bir şeyin ticari meta olarak üretilmesi ile sanat için sanat adına üretilmesi arasında (bu arada sanat sanat için midir, sanat toplum için midir, tartışmasında, sanatın toplum için olduğu yolundaki savı, bir açıdan bir propagandist yaklaşımken, bir açıdan da, bir şeyin kendisi için yapılıyor olması ne demektir, sorusuna verilecek bir cevap olarak da görmek mümkündür. Öyle ya, bir şeyin kendisi için yapılması ve yapılmaması sözkonusudur dediğimizde, haklı olarak, bir şeyin kendisi için yapılıyor olması ne demektir diye daha derin sorular sormak mümkündür ve gereklidir) fark vardır, bunlara ilişkin farkındalıklar ve tutumlar takınmak gayet yerindedir ve bunu yapmak zorundayız.
Bu şekilde baktığımızda, problemi güncel bir konuya bağlarsak, bir TV yapımının sırf, paraları cukkalamak için yapıldığında, kendisini sanatsal ürün olarak nasıl pazarlayıp, vatandaşın damarlarına süzüldüğünü görebiliriz.
Muhteşem Yüzyıl dizisine yönelik Başbakan'ın eleştirisi ne kadar yersiz ve eleştiriye mahkumsa, aynen, bu tür dizilerin, sanat eseri olduğu, sanatın kendini ifade özgürlüğü içerdiği, -bunlar ilkesel olarak kesinlikle doğru olmakla birlikte, buraya kadar yazdıklarımı anlatabilmişsem ve anlaşılabilmişse, ortaya çıkan bakışla anlaşılacak olan- savunusunun aslında kuzu kılığına girmiş kurtluk olduğunu söylemek ve onu da eleştirebilmek mümkün ve gereklidir.
TV dizilerinin ya da pek çok sanatsal ürün ya da kılıf altındaki şeylerin, sanat adına değil de cukka adına yapıldığı kesindir. Bu ayrımı yapmak gerekiyor. Muhteşem Yüzyıl savunulurken, hep onun sanat eseri olduğu, sanatın ifade özgürlüğü olduğunu söylenegeldi ve birileri mutlaka, hadi canım sen de, cukkalama özgürlüğü desene sen şuna, diye aklından geçirdi. Ama tabiki o işin şablonu, kuzu kılığına girmiş kurt olmak tercih ediliyor. Duyduğum kadarıyla, bu sözkonusu dizi, Başbakan'ın eleştirisinden sonra kendine çeki düzen vermiş. Hani nerde kaldı, sanatın özgürlüğü, asiliği, muhalifliği, estetik olarak hastir çekmesi. Ayıp değil mi, hem cukkala, hem de kekle!
Evet sanat diye bir şey kaldı mı hala?