Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ağustos '14

 
Kategori
Kitap
 

Satranç...

Satranç...
 

Stefan Zweıg’ la yeni tanışma fırsatım oldu. Neden bu kadar geç tanışmışım diye kendime kızmıyor değilim. Henüz tüm eserlerini okumuş değilim fakat okunacaklar listemde çoktan sıraya girdiler bile. Evet, bu yazımda Satranç adlı kitabından bahsedeceğim biraz. 70 sayfalık (yayınevine göre değişmektedir) dev bir eser. Gerilimli kurgusu ve kahramanın ruhsal gelgitlerinin işlendiği dokusuyla, kısa ama her bakımdan etkileyici olağanüstü bir uzun öyküdür.Okuma hızınıza bağlı olarak ortalama 2 saatte soluksuz okuyup bitireceğiniz bir başyapıt. Yazarımız, bu eserini Brezilya’da sürgündeyken yazıp, Şubat 1942’de eşiyle birlikte intihar etmeden birkaç ay önce tamamlamıştır. Kitap, Avrupa kültürünün nasyonal sosyalist tehlike altında yok oluşuna işaret etmektedir.

Kitabın içeriğine gelince;

Kitabın ilk bölümü Mirco Czentovic’e ayrılmıştır. Küçüklüğünden beri olan gelişimi ve satrançla olan tanışmasının devamında dünya şampiyonu olmasına kadar giden yol anlatılır…Akabinde,bir geminin limandan hareket etmesiyle başlar, kitap. Ünlü dünya şampiyonu Mirko Czentovic gemiye binmiştir. Öykünün kahramanı, arkadaşının uyarmasıyla şampiyonu fark eder ve onunla tanışmak belki de bir maç yapmak için çeşitli denemelere girişir. Bu denemelerin ortasında iş rayından çıkar. Olayların akışı ana karakter tarafından kontrol edilemez bir biçimde gelişmeye başlar. Şampiyonla maç yapmak için tanıştığı arkadaşı Mcconnor yenilgi tanımayan hırslı bir adamdır. Sahip olduğu parası sayesinde dünya şampiyonuyla maç yapmayı başarır. Birkaç kez yenildikleri serinin son maçında, birden bir el oyuncunun kolunu tutar ve doğru hamleyi söyler. Bu hamle yaşanmış bir trajedinin ürünüdür. Hitler zamanında yapılan işkencelerin bir çeşidi de bu kişiye yapılmıştır. Dr. B. İkinci Dünya Savaşı zamanında kapatılmış olduğu otel odasında şans eseri çalmış olduğu bir satranç kitabıyla satrancın inceliklerini öğrenerek bu oyunu bir tutkuya dönüştüren ve giderek bu tutkusu yüzünden beyin hummasına yakalanan Dr. B.nin öyküsüdür. İşte dünya şampiyonun karşısına çıkacak rakip böyle ortaya çıkmıştır…

Keyif veren, bilgilendiren, düşündüren, zekâsına, kurgusuna hayran bırakan ve bitirdiğinizde içinizde satranç oynama isteği uyandıracak bir kitap, Satranç. Hiçlik işkencesine uğrayan Dr.B.nin hikayesini, takdire şayan zekasını, hayata tutunma taktiklerini ve Mirko Czentovic karakterini unutamayacaksınız. Kitabın içerisinden birkaç bölüm paylaşıp, yazımı sonlandırmak istiyorum. Şimdiden keyifli okumalar diliyorum...

“Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz.”

“Hiçbir şey olmaz. İnsan bekler, bekler, bekler, şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür. Hiçbir şey olmaz. İnsan yalnız kalır. Yalnız. Yalnız.”

“…Ama boşlukta, zamansızlıkta geçen bir dört ayın ne kadar sürdüğünü hiç kimse bir başkasına da kendisine de anlatamaz, ölçemez, gözünde canlandıramaz.”

“Dizleri titremeye başladı: BİR KİTAP! Dört aydır elime kitap almamıştım ve içinde insanın art arda sıralanmış sözcükler, satırlar, sayfalar ve yapraklar görebileceği, başka, yeni, şaşırtıcı düşünceleri okuyabileceği, tanıyabileceği, beynini alabileceği bir kitabın hayali bile insanı hem coşturuyor hem de uyuşturuyordu.”

 “Kendime karşı oynamaya kalkıştığım andan itibaren, bilinçsizce meydan okumaya başlıyordum. Siyah ve beyazdan oluşan her iki ben de yarışa girişmeden edemiyordu ve her ikisi de yenmek, kazanmak için kendine göre bir hırsa, bir sabırsızlığa kapılıyordu; siyah olan ben, beyaz olan ben' in yapacağı her hamleyi heyecanla bekliyordu. Bir tanesi bir yanlış yapınca, öteki ben sevinçten havalara uçuyor ve aynı anda da kendi beceriksizliğine kızıyordu.

“Sözcüklerle anlatılamayacak bu durum dört ay sürdü. Eh, dört ay, yazması kolay: Altı üstü birkaç harf! Söylemesi de kolay: Dört ay, iki hece! Çeyrek saat içinde dudaklar böyle bir sesi çabucak uyduruvermiş: Dört ay! Ama boşlukta, zamansızlıkta geçen bir dört ayın ne kadar sürdüğünü hiç kimse ne bir başkasına, ne de kendine anlatamaz, ölçemez, gözünde canlandıramaz; insanın çevresindeki bu hep aynı hiçliğin, bu hep aynı masa, yatak, leğen ve duvar kâğıdının ve hep aynı suskunluğun, insana bakmadan yemeğini içeri iten hep aynı gardiyanın, insanı çıldırtana kadar boşlukta dönüp duran hep aynı düşüncelerin insanı nasıl yiyip bitirdiğini ve yıktığını kimse kimseye anlatamaz.”

“Sadece tek bir fikre saplanıp kalmış her türden saplantılı kişiler hep ilgimi çekmişti; çünkü birisi kendini ne kadar kısıtlarsa, kendisine değil, tam tersine, sonsuza daha yakın olur; gerçeklerden aleni bir şekilde uzak bu tipler, kendilerine dünyanın küçük ölçekli tek ve olağanüstü versiyonunu inşa etmek için kendi malzemelerini kullanan akkarıncalara benzer.”

Sevgiyle Kalın…

 

 
Kayıt tarihi
: 04.01.14
 
 

..