- Kategori
- Anılar
Sedat...
1984’ün Aralık’ında, zamansız rotasyon atamasıyla Kayseri-Sarız Lisesi’nde göreve başlamıştım. Eylül’den beri fizik öğretmeni olmadan eğitim gören okulun son sınıf öğrencileri, benim gelmemi büyük bir sevinçle karşılamıştı. 7-8 ay sonra girecekleri üniversite sınavı için onlar açısından güzel bir şans olmuştu Sarız'a gelişim.
Lisenin sayısal bölümünde bir son sınıfı vardı. Bu sınıftaki ilk dersimi öğrencilerle tanışmaya ayırmıştım. Öğrenciler kendilerini tanıtırlarken arada bir onlara, adlarının anlamlarını da soruyordum:
-Adın Hıdır demek. Peki Hıdır ne anlama geliyor?
-Ölümsüzlüğe kavuşmuş olduğuna inanılan ulu kimse, öğretmenim.
-Bektaş ne demek?
-Arkadaş, demek öğretmenim.
-Zülfikar ne demek?
-Hazreti Ali'nin çift çatallı kılıcı öğretmenim.
-Fatma ne anlama gelir kızım?
-Hazreti Ali’nin eşi, Hazreti Muhammed’in kızı öğretmenim.
Sorular ve yanıtları böyle sürerken sıra, sınıfın bir köşesinde sessizce oturan utangaç tavırlı öğrencime gelmişti. Saygıyla ayağa kalktı.
-Senin adın ne?
-Sedat, öğretmenim.
O ana kadar Sarız gibi kışı soğuk olan bir ilçede yaşam kavgasıyla büyümüş öğrencilerimden farklı bir fiziğe sahipti Sedat. Sarızlı değildi. Babasının Sarız Jandarma Komutanı olduğunu ilkokul, ortaokul ve lise sınıflarını başka başka yerlerde okuduğunu, şimdi de Sarız'da olduklarını anlattı kibarca. Ancak orada babasıyla hiç görüşemedik.
-Sedat’ın anlamı nedir oğlum?
-Bilmiyorum öğretmenim.
-Sedat, doğruluk, haklılık demektir arkadaşlar. Anne ve babalarınız size ne güzel isimler koymuşlar. Hiçbirinin kötülük, riyakârlık, sahtekârlık, ahlaksızlık gibi kavramlarla ilgisi yok. Adınıza ve atalarınıza layık olmalısınız, dediğimi anımsıyorum.
O yıl son sınıftaki bu öğrencilerime hafta sonları halk eğitim merkezi destekli üniversiteye hazırlık kursları verdim. Sınavlara girdiler.
Sarız'da bir öğretim yılı görev yaptıktan sonra da istifa edip ailemin yaşadığı İzmir'e taşındım.
*
Aradan 14 yıl geçmişti. İzmir'de çalışırken oluşturduğum birikimlerle bir kooperatiften ev sahibi oldum. Kooperatif evlerine taşınmalar başlamıştı. Ben taşınmayı birkaç ay geciktirdim. Kirada oturduğum ev aynı semtin varoş bölgesinde, kenti tepeden gören, uzakça bir yerdeydi. Kira evimden yeni evimin bulunduğu kooperatif binalarıda az çok görülebiliyordu.
Bir gün havada askeri bir helikopterin, birden alçalarak kooperatif binalarına doğru yöneldiğini fark ettim. Helikopter binaların üzerine iyice yaklaşıp bir tur attıktan sonra yükselmişti. Uzaktan bu olayı değişik şeylere yorumladım. Ancak daha sonraki haftalarda da birkaç kez daha aynı görüntüleri izledim.
Sonunda yeni evime taşındım. Komşularımla yeni tanışıyordum.
Bir gün apartman bahçesindeyken helikopter sesiyle irkildim. Başımı kaldırdığımda daha önce gördüğüm görüntüler karşımdaydı. Askeri bir helikopter benim yaşadığım binanın üzerine doğru alçalıyordu. Helikopterin açık kapısındaki iki asker apartmana doğru selam duruyordu. Gözlerim apartmanın dördüncü katına döndüğünde balkonda bir kadının onlara el salladığını gördüm. Helikopter yükselerek uzaklaşmıştı.
Olanlara anlam vermekte zorlanıyordum. O dairede oturan astsubay emeklisi Süleyman Ağabey’le yeni tanışmıştım. Henüz yeterince birbirimizi tanımıyorduk. Birkaç gün sonra Süleyman Ağabey’le karşılaştığımızda bunun nedenini sordum. Anlattı. O bir şehit babasıydı.
Bana, oğlunun helikopter pilotuyken 1997 yılı baharında teröristlere karşı icra edilen operasyon sırasında Çukurca Bölgesi Kuzey Irak sınırları içerisinde teröristler tarafından atılan bir füze sonucu 11 subay ve astsubay ile birlikte şehit olduğunu anlattı. O olayın ayrıntısını gazetelerden de okumuştum:
Helikopterle operasyon bölgesine askerlerimiz bırakılıyor ve helikopter havalanıyor. Ancak pilot, askerleri bıraktığı bölgede bir pusu kurulduğunu havalandıktan sonra fark ediyor. Aşağıda çatışma başladıktan sonra dönüp arkadaşlarını almak için yere inmeye karar veriyor. O sırada aldığı isabetle düşürülüyor. Pilotla birlikte 11 askerimiz şehit oluyor.
-Başın sağ olsun, başımız sağ olsun Süleyman Ağabey diyorum. Peki bu apartman üstünde dolanan askeri helikopterin amacı ne?
-Onlar oğlumun İzmir'deki pilot arkadaşları. İzmir'de görev uçuşuna çıktıklarında acımızı hafifletmek için selam vermeden buradan geçmezler. Helikopter sesini duyduğumuzda balkona çıkar oğlumun arkadaşlarına el sallarız.
-Ne müthiş bir vefa örneği…
Süleyman Ağabey’le sohbetimiz koyulaşıyor. Nerelerde çalıştığımızı karşılıklı anlatırken bana, 1984 yılında Kayseri-Sarız'da da görev yaptığını söyleyince irkiliyorum. Endişeyle tekrar soruyorum:
-Sen Sarız'da jandarma komutanlığında mı görev yaptın?
-Evet, Sarız jandarma komutanıydım .O sırada oğlum da son sınıfı Sarız Lisesi’nde okudu.
O anda kafam allak bullak oluyor. Sakın o utangaç tavırlı, saygılı öğrencim olmasın? Yine korku ve endişeyle sadece:
-Oğlunun adı neydi Süleyman Ağabey? diyebildim.
-Sedat…
-!!!
O anda boğazım düğümlendi. Konuşamadım…