- Kategori
- İstanbul
Şehri İstanbul
Sana dün akşamüstü Galata Kulesinden baktım İstanbul… Güneş kızıl pembeydi bulutların arasında… Yavaş yavaş çekilip aya yıldızlara bırakacaktı yerini belli ki… Yine gözlerimi kamaştırmayı başarmıştın İstanbul… Zaten sık sık yapardın bunu. Hayran bırakırdın kendine… Her köşeden bir başka görünürdün gözüme… Masmaviydi alabildiğine Boğaz… Sanki yarışıyordu gökyüzüyle hangimiz daha maviyiz diye…
Telaşeliydi köprü üzerinde insanların… Hoş keyfine bakanlarda vardı oltasını atıp mavi sulara… Hele takıldı mı bir de oltasına balık, şişede rakı olurdu çoğu kez…
Saraylarla bezenmiş hemen her köşen… Oralarda mı geziniyorsun, çocuklarını uykuya yatırıp… Yoksa sen bir kraliçe misin… Başında erguvanlardan taç taşıyan…Kabarık eteklerinde iki sıra inci işlemenle…
Gülhane Parkındayım bu sabah… Rengarenk çiçeklerle bezenmiş taşın toprağın… Fıskiyeler çağıldamakta serin serin… Çayımı burada içmek istedi sabah sabah canım… Yanında gevrek İstanbul simidi… Ve simidime katık ettiğim Boğaz manzarası. Yük gemileri, dilenci vapurları, motorlar, tekneler… Boğaz’ın oyuncakları… Nasıl da yakışıyor sana mavi… Nasıl da yakışıyor gümüş rengi kanatlar… Martı çığlıkları…
Öğleden sonra boş vaktim var… Düşünmemeli ne yapmalı diye… Can sıkılmasına olanak mı var… Gidecek yer mi yok bu devası şehirde… Ver elini Mısır Çarşısı… Kapalı Çarşı… Naftalin kokusu… Renk cümbüşü…
Uzan Tahtakale’ye… Açmadı mı hadi Sarraflar Çarşısına… Kaybol tarihin tozlu sayfalarında…
Deniz havası al biraz da… Bin bir tekneye… Geç karşıya mesela… Kız kulesinde al soluğu… Bir de oradan bak bu büyülü şehre…
Anadolu, Rumeli Kavağı… Olmadı Hıdiv Kasrı… Çıkıver Çamlıca’ya… Ya da yol al Adalar’a doğru…
İşte akşam oldu bile… Sultan Ahmet’te… Fatih’de…
Ezan sesleri birbirine karışır ya hani… Nasıl bir andır o… Huzur dolar insanın içine… Güvercinleri doyurursun ya savurup da havaya teneke kapaktaki yemleri…
Balık ekmek yaparlar ya denizin içinde sallanarak bir sağa bir sola… Ne çok açı doyurursun İstanbul ekmek arası balığınla…
Sonra durup seyredersin evlerine ulaşma derdindeki insanları…Kalabalıktır duraklar… Kalabalıktır köprüler…Tünel, tramvay, metro kalabalık…
Şikayet etse bile yavruların bırakıp da seni gidemezler ki İstanbul…
Sen alışkanlık yaparsın… Sen bağımlılık…
Kaç masalın var içinde sakladığın…
Kaç şiir yazıldı sana ithafen…
Kaç romana konu oldun…
Söyle kaç yüzün var senin…
Geceleri şen, şakrak… Şuh bir kadın gibi baştan çıkarıcı…
İkindi vakitlerinde teslim olmuş bir suçlu gibi isyankar…
Sabah ezanlarında masum bir bakire gibi arzulanan.
Söylesene İstanbul neden bu kadar güzelsin… Neden bir bakan bir daha dönüp bakıyor… Analar neler doğuruyor diyesi geliyor görünce bir kez insanın seni…
Doyasıya seyrediyorum seni her köşenden… Güzele bakmak sevaptır ya o bakımdan yani…
Aklına bir şey gelmesin vallahi billahi yok kötü bir niyetim… Taşın toprağın altınmış bana ne… Sen kucak aç, bir yer ver eteklerinin altında, esirgeme sevgini, şefkatini… Okşa saçlarımı Boğaz’dan gelen esintinle… Bana yeter, yeter de artar bile…
Bak bir gülümseyişin şair eder beni… Senin sundukların karşısında sözü olmaz amma kabul et bu nacizane satırlarımı…
ŞEHRİ İSTANBUL
Yakamoz düşmüş çehresine
Kımıl kımıl dalga akisleri
Gece örtmüş İstanbul’u
Tatlı tatlı bir esinti var Boğaz’da
Uyuyor mu sandınız koca şehri
Akmış alem İstiklal Caddesine
Zevki sefa peşinde hepside
Yesin, içsin, volta atsın sevdiğiyle
Muhabbetin bini bin para
Her yanı başka bir tat bırakır damakta
İnanmazsan gel de dene.
Sokak aralarında meyhaneler
Zengini yaşıyor adam gibi
Fakiri karın doyurma derdinde
Kemençe, akordiyon ellerinde,
Oturmuşlar kaldırım üstlerine
Kaç milyon kişi yürüyor caddelerinde
Kaç martı kanat çırpıyor yaşama
Ah! İçimden kaç gemi geçiyor
Kaç tramvay eziyor yüreğimi.