Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Şekilcilik, sözde halkçılık ve fakirlik edebiyatı...

Şekilcilik, sözde halkçılık ve fakirlik edebiyatı...
 

Fikri Sağlar’ın yerinde bir tespitinin düşündürdükleri

Yakın geçmişte bir TV programında Fikri Sağlar aşağı yukarı şu cümleleri söyledi: “Biz yıllarca insanımızı fakirlikte eşit kılmayı, düşüncemizin temelini oluşturduğu sanırdık.”

Bu aslında klasik ve “demirperde ülkeleri”nin uygulamasıydı. Bugün sosyalist sistemin çöktüğü ülkelere gitmiş olanlar bilirler alt yapısından teknolojisine (Ladaları hatırlayın) özgürlüklerin kullanılmasından ekonomisine o ülkelerin ne kadar “geri ve ilkel” kaldığını. Elbette vahşi kapitalizmin insanı öğüten değirmenini savunmuyorum.

Kılıçdaroğlu’nun kurultaydaki “yuvarlak cümleleri”ni dinlediğim zaman her ne nedense “fakirlikte eşit kılmak” söz grubunu hatırladım. Oysa iktidara tâlip olan/olmuş bir siyasi partinin temel hedeflerinden biri âdil bir gelir dağılımı sağlayarak geniş halk kitlelerin refah çıtasını daha yükselterek rahat nefes almasını sağlamaktır. Türkiye, çok partili hayata geçtiğinden beri Türk insanı “fakirlik edebiyatı” yapan partilere asla rağbet etmemiştir. Çeşitli zaman dilimlerinde İktidara gelen DP, AP, ANAP, AKP gibi partilerin sistemleri zaman içinde tıkansa da ((ki dışa bağımlılık en büyük sebebi bence.) geniş kitlelere “vaat” dışında somut refah reçeteleri de sunmuştur.

Kılıçdaroğlu’nun gömleği

Kimin hangi marka giysiyi kaça aldığı elbette kimseyi ilgilendirmez. Ama Kılıçdaroğlu’na Neden kravat takmadığını sorulduğunda (Ki son derece gereksiz ve işgüzar bir gazeteci sorusuydu.) <ı>"Ben kendimi halka yakın hissettiğim için takmadım. Bundan sonra da böyle olacak. " cevap vermesiyle “halkçılığı” şeklen kullandığı izlenimine kapılmadım, dersem yalan olur.

On paralık şapkanın ardından, giydiği gömleğin markalı ve değerinin 500 TL.’lik olduğunu okuyunca hem bir paradoksu tespit ettim hem de “halkçılık”ın hâlâ içinin doldurulmadığını ve yanlış yorumlandığını algıladım. Bu tür çıkışlar, çıkış yapanı izâfi bağlamda “şirin” gösterse de son tahlilde hiçbir işe yaramaz. Bu ülkede zamanın birinde dağa taşa “umudumuz” yazıldı da ne oldu? “Umut” hangi “yara”ya neşter vurabildi?

“Halkçı” Karabey

Karabey Arifiyeli yıllarda tanıdığım benden 3-4 sınıf üstte, Sivaslı, sosyalist bir ağabeydi. Okulun kooperatifi işleten 7 kişiden iki kişiydik. İyi dosttuk. Karayağız bir Anadolu delikanlısıydı Karabey. Okumak ortak uğraşımızdı. Sosyalist kültürle ablamın verdiği teorik kitaplar, sosyalist edebiyatla ise Karabey’in verdiği eserler sayesinde tanışmıştım. Bir zaman sonra Karabey mezun oldu.

Birgün bir baktık ki Karabey, başında kasket, üstünde abadan bir yelek, altında bir potur, ayağında uzun yün çorap ve kara lastik, okul kapısında. İsmimi anons ettirdi. Gittim. İki Anadolu çocuğunun sıcak buluşmasıydı bu. Dışarı çıktık, Kazancı yokuşuna doğru kısa bir gezi yaptık. Bir ara yelek cebinden birinci paketi ve muhtar çakmağı çıkardı. Bana bir sigara ikram etti.

-Ben sigara içmiyorum, dedim, bildiğim kadarıyla sen de içmezdim.

-Dudak tiryakiliği diyelim, dedi. Kılık kıyafetine bir anlam verememiştim.

Merak içinde sordum:

-Karabey bu ne hal böyle?

Sormaz olaydım. İçinde sık sık halk, halkçılık, halka yakın olmak, ezilen halklar, faşizm, devrim, sınıf, sınıf bilinci, komprador ağa düzeni… geçen uzun cümleler kurdu.

Deniz Gezmiş’in son sigarası

Deniz Gezmiş’in avukatı (Ki infaz sırasında hazır bulunmuştur darağacının bulunduğu bahçede.) Halit Çelenk’ten dinlemiştim. Denizler’in idamı onaylandıktan sonra infaz öncesi bir sigara içmek ister. Son sigarasıdır bu ve “samsun”dur. Sonrasını Halit Çelenk, Deniz’in dilinden şöyle anlatacaktır: “Aslında biz halkımızın içtiği birinci sigarasını içiyorduk. Ama idama giderken son kere içtiğimiz sigara samsun olsun, dedik. Bunu söylerken suçluluk hissediyor gibiydi.“

Parka ve kot pantolon giymeyen ülkücüler

1980 öncesinde ülkücüler, asla parka ve kot pantolon giymez, sünnet dışında sakal bırakmaz, saçlarını uzatmazdı. Çünkü parka ve kotu solcu gençler giyer, kirli ve / veya sünnet hassasiyeti dışındaki sakalı onlar bırakır, saçlarını onlar uzatırdı.

Düşünebiliyor musunuz üniversitede okuyorsunuz, sınıftaki bütün erkekler (lise öğrencisi gibi) takım elbiseli ve sinek kaydı tıraşlı. Yakalarda bozkurt ve / veya okulun rozeti. Konuşurken ayağa kalkıyorsunuz, ceketin düğmelerini ilikleyerek. Bir ucu Setbaşı Köprüsü’nde bir ucu Ulucami’nin önünde olan yürüyüşlerinizde, mitinglerinizde rütbesiz askerler gibisiniz. İşin garibi “karşıt gruplar” sokak hareketlerinde birbirini bu şekil şemâlle kolayca tespit edebiliyordu. Hakeza profesör, doçent unvanlı hocalarınız hepsi de sizin gibi. Mehmet Altan türü saçı başı birbirine karışmış öğretim üyeleri yoktu okulda.

Son sözüm edebiyatımızın önemli yazarlarından seçtiğim bir beyit ve bir “tiryâki sözü” olsun. Her ne kadar birbiriyle çelişiyorsa da ikisinin de anlamı göz ardı edilemez.

<ı>“Güzel bir kıyâ<ı>fet, iyi bir tavsiye mektubu gibidir.” (Cenap Şahabettin)

<ı>“Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma,

<ı>Zer-dûz palan ursan eşek yine eşektir!” (Ziya Paşa)

(Kötü soylu kişiye elbise güzellik vermez, Altın işlemeli semer vursan eşek yine eşektir.)

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..