- Kategori
- Aile
Sen bana hiç masal anlatmadın anne.

Ben bu evde doğdum ve bu evde ilk kez yürüdüm. Ve ilk kez bu evde anne dedim. Oysa ben çocukken masalları çok severdim. Bir Zümrüdüanka kuşunun kanatlarında tüm evreni dolaşırdım. Yedi kat yerin altına giderdim. Yeraltında sular şelaleden akar, orada da kuşlar uçar, hatta çiçekler rengârenk açardı.
Merdivenler, yollar kıvrılarak birbirine bağlanır, sanki tüm sevdiklerim el sallardı ötelerden bir yerlerden. Ama tüm renkler kahverengi ile gri arasında gidip gelirdi.
Saraylar olurdu, penceresinden genç bir kızın özlemle dışarı baktığı, bana el bile sallardı. Tek başıma yeraltının ıslak ve soğuk yollarında dolaşırdım.
Ben çocukken hep yalnızdım anne, hala da öyle değil mi?
Sonra Zümrüdüanka kuşu beni yerin yedi kat üstüne çıkarırdı kanatlarında,
Gözlerim kamaşırdı ışıktan.
Bulutların arasında dolaşırdım, sessizce…
Aşağıya bakardım, denizin rengi ile gökyüzünün rengi birbirine karışırdı, ağlardım.
Gözyaşlarım yağmur olurdu, akardı,
Toprağa düşmüş bir tohum başını dışarı çıkarır merhaba derdi.
Biraz daha yukarı çıkardık, gözyaşlarım donarken milyonlarca şekle bürünürdü,
Bembeyaz dökülürdü yeryüzüne…
Her yer tertemiz olurdu,
Bitmezdi yolculuğumuz Zümrüdüanka kuşuyla birlikte…
Dönmek istemezdim yeryüzüne, ama zaman çabucak biter ayaklarım yere değerdi.
Bakardım deniz kıyısında senin beni bulduğun o kütüğün yanındayım.
Kumlara basamazdım ayaklarım yanardı.
Sen gelir beni kucağına alır “yine nereye kayboldun, merak ettim seni” derdin.
Oysa ben kaybolmazdım, yaz olunca o kütüğün yanı başında olur,
Kış olunca okula giderdim.
Yola kadar dalgaları gelince Karadeniz’in, yokluğumu fark eder beni almaya gelirdin okula…
Kaf Dağının ardındaki Zümrüdüanka kuşunu da, Dedem Korkut Masallarını da,
Kırmızı Başlıklı Kızı da tüm masalları sen anlatırdın bana aslında…
Ninniler söylerdin buğulu sesinle, hala kulaklarımdan gitmeyen.
“Yâd eller aldı beni “ şarkısı radyoda çalınınca ağlardın,
Babam inadına senin kulağına söylerdi, kızardım ona seni ağlattığı için…
“En çok seni ve Lamia’yı merak ediyorum” derdin ve ikimizi hep korumaya alırdın.
Belki de en küçük olduğumuzdan…
Şimdi yine beni merak ediyor musun anne?
Lamia’yla birlikte misiniz, orada?
Bana yine masallar anlatır mıydın?
Hatırlıyor musun, deniz kenarında bir ceviz fidanı bulmuştum.
Seninle birlikte dikmiştik bahçeye.
Tatillerde her gelişimde ağacımın büyüdüğünü gördükçe nasıl sevinirdim.
Evin boyunu geçmişti ağacın boyu.
Meyvesini hiç yiyemezdim ama büyüyüşünü görmek beni sevindirirdi.
Bir gün geldim ceviz ağacım yerinde yoktu.
Sen “Bir gecede kurudu ne olduğunu anlayamadık” demiştin.
Oysa evin temeline zarar verdiği için babamın kestirdiğini üzülürüm diye söyleyememişti.
Bir de benim evim olan dut ağacı vardı evin önünde…
Senin anlattığın masallar o dut ağacının kollarında hayallerimi süslerdi.
Dünya oradan çok güzel görünürdü…
Çünkü o zamanlar her şey bu denli kirlenmemişti.
O zamanlar ağaçlar vardı, dallarında kuşlarla, toprağı göremezdik çimenlerden,
Çam ağaçları denize dek inerdi, çakıl taşarlı vardı, kumlar vardı deniz kıyısında…
Şimdilerde denizle aramızda koskoca, kilometrelerce uzunluğunda bir duvar var.
Denizden bakıca beton yığınlarını görüyorsun…
Ve masallarda yok artık anne…