- Kategori
- Öykü
Sen karabiberini döv; bey
Yörük obası
Çocukluk yıllarına denk gelen göçer yaşamın etkisinden kurtulamıyordu…
Ovada binlerce dönüm toprağın sahibiydi. Topraklarında, çiftliğinde birçok işçi çalışıyordu. Evi kalabalıktı. Eşi, çocukları, ebesi, torunları, kardeşleri, kardeşlerinin eşi, çocukları, torunları hep birlikte yaşıyordu.
Sarı keçili Yörük boyundandı…
Karabey obasının bu ovada son temsilcilerindendi. Ovada, kasabada, vilayette her kes onu İbrahim Bey diye tanırdı. Hacı Halil oğlu İbrahim Bey…
Topraklarının yanı sıra koyun ve keçi sürüleri, deve katarları vardı. Tarlalarından her yıl tonlarca pamuk kaldırılırdı.
Ama onun en büyük zevki, tutkusu baharda tüm aile efradını yanına alarak, koyun ve keçi sürüleriyle birlikte yaylaya çıkmaktı. Her yıl yaylada çadırlarını kurdurur, misafirlerini orada ağırlar, ovadaki işleri oradan takip ederdi. O bunun göçerlikten kalma, devam ettirdiği bir yaşam biçimiydi. Adeta gelenek haline getirmişti.
O yıl da çadırları yükletmiş yaylada düzen tutturmuştu. O sabah erkenden kalkmış çadırın girişine bir keçe serdirmiş; üstüne de minderini koydurup üstüne kurulmuştu. Önüne de bir dibek koydurmuş, dibekte karabiber dövüyordu. Tıkkıdı tıkgak tıkkıdı tıkgak ses çıkaran tokmağı karabiberlere vuruyordu.
Bu tıkkıdı tıkgak sesi ve sürüden yükselen çan sesleri, köpek ürüşleri, çobanların haykırışı, az ilerde oyun çıkaran çocukların çığlığı; onu yıllar öncesine, kendi çocukluk günlerine götürmüştü.
Şu anda kendi oturduğu yerde dedesi yanında diz çökmüş babasına günlük işlerle ilgili soru sorarken aynı şekilde karabiber döverdi.
O yıllar göçerlikleri devam ediyordu. Yazın yaylakta, kışın kışlakta tüm oba kona göçe yaşayıp giderdi.
Göçerlik demek özgürlük demekti. Onun için uzun yıllar yerleşik düzene geçmemek için direnmişler; Osmanlıyla çok kavgaları olmuş ama sonunda onlarda ovada yerleşmeyi kabullenmişlerdi.
Çok iyi hatırlıyordu. Dedesi son nefesine kadar bundan şikayet ederek “Yörük sabah kalkanda güneşi selamlamazsa yaşamış sayılmaz” derdi.
Uçsuz bucaksız ovanın genişliği bile onun iç sıkıntısını giderememiş hep dağlara özlemle bakmıştı.
O bile çocukluğundan kıt mıt hatırladığı göçerliğin tadını hep aramıştı. Bu özgülük tutkusu iliklerine işlemişti.
İşte, bu çadırın önünde o özgürlüğün tadını çıkarıyordu.
Az ilerden bir at kişnemesi işitti. Bu kişneme kendi atlarının kişnemesine benzemiyordu. “Her hal bi gelen var” diye içinden geçirdi.
Az sonra adamlarından birinin bir atı yedekleyerek geldiğini gördü. Üzerinde gençten biri vardı. Dikkatli bakınca bunun kaymakam bey olduğunu farketti. Yerinden hafif doğruldu.
O sırada konuk atından inip ona doğru yönelmişti.
“Ooo kaymakam bey hangi rüzgar attı böyle” dedi.
Kaymakam yakına gelmişti. “Ovaya gittim, yaylada olduğunuzu söylediler. Yörük beyimizi bir ziyaret edelim dedim” diye cevapladı.
O sırada içerden kızı Atiye kaymakam bey için de keçenin üstüne bir minder ve yastık atmıştı.
“Ziyaretin başım üstüne kaymakam bey otur hele” diye yer gösterdi. Kaymakam mindere kuruldu mavzerini de yanına koydu. İkram edilen yayıktan yeni çıkmış buz gibi ayranı yudumlarken sohbete başladılar.
Kaymakam “dibekte neyi dövüyorsunuz?” diye sordu. İbrahim Bey gülerek “karabiber dövüyorum. Hem dedem hem de babam rahmetliler yaylakta bunu zevkle yapardı. Dibekten çıkan ses beni göçerlik günlerine götürüyor” dedi.
Kaymakam “izin verirseniz o zevki bende tadayım” dedi. İbrahim Beyin uzattığı dibeği aldı ve karabiber dövmeye başladı”. Tıkkıdı tıkgak, tıkkıdı tıkgak.
İbrahim Bey de çocukluğundan hatırladığı göçerlikle ilgili anılarını büyük özlemle anlatmaya başladı.
Sohbet iyice koyulaşmıştı. Bu sırada yukarılardan bir bağırış, haylama ve ‘canavar’ sesleri duyuldu.
Gelen seslerden sürülere kurt saldırdığı anlaşılıyordu.
Kaymakam heyecanla ayağa kalkıp mavzerini eline aldı, yukarıdakilere yardım için İbrahim Bey’in de davranmasını bekledi.
İbrahim Bey oralı olmamıştı. Heyecanla ayağa kalkan kaymakam beye “hele otur Kaymakam Bey. Sen karabiberini döv” dedi. Kaymakam “canavarın sürüye saldırdığını söylüyorlar yardım etmeyecek miyiz?” diye sorunca; İbrahim Bey sakin “sürüyü canavardan, zarardan korumak çobanların ve köpeklerin işi. Biz olmadan ne yapacaklarsa, şimdi onları yapacaklar. Bizim yardımımız onları şımartıp, şaşırtır. Sonra kendileri de sürüde canavarlara yem olur. Onun için sen karabiberi dövmeye devam et. Onlarda işini yapsın” dedi.
Kaymakam İbrahim Bey’in bu sözlerini hayret ve şaşkınlıkla dinleyip yerine oturdu.
Kaldıkları yerden sohbete devam ettiler. Ama kaymakamın bir kulağı ve gözü gelen seslerdeydi. Bağırtılar bir ara çok yükseldi, sonra uzaklaştı gitti ve kesildi.
Ortalık sessizliğe bürünmüş; yalnızca kaymakamın tokmağının sesi duyuluyordu. Tıkkıdı tıkgak, tıkkıdı tıkgak.
Bir süre sonra yukardan birilerinin geldiğini gördüler. Bir şeyi sürüyerek getiriyorlardı. Yanlarında birde köpek vardı. Yakına geldiklerinde sürüdüklerinin iki kurt leşi olduğunu gördüler.
İlerde bir yerde bıraktılar. İçlerinden biri yanlarına geldi. “Beyim canavarları savuşturduk. Köpekler de ikisini boğdu” diye olanı biteni kısaca özetledi. İbrahim Bey tamam der gibilerden elini salladı. Adam dönüp canavarların leşinin olduğu yere gitti.
Kaymakam İbrahim Bey’in sakinliğine hayran olmuştu. “İbrahim Bey şu kısacık zamanda bey nedir? Beylik nedir? Nasıl yönetilir gayet açık gördüm. Sayenizde uygulamalı bir yönetim dersi aldım” dedi.
İbrahim Bey biraz mahçup “o sizin adamlığınızdır kaymakam bey” dedi.
Kaymakam gitmek için izin isteyip ayağa kalktı. İbrahim Bey “oldu mu şimdi. Daha kuzu çevirmeli yemek hazırlatıyordum. Onu yemeden izin yok” dedi.
Kaymakam “ben köyleri teftişe çıkmıştım. İzin verin bunu tamamlayayım. Söz bir başka gün yemek için gelirim” dedi.
İbrahim Bey haftaya bu gün yemek için söz aldıktan sonra “haydi git sağılcakla” deyip uğurladı. Kaymakam atıyla uzaklaştıktan sonra yerine oturdu.
Adamların ilerde kurtların postunu çıkarışlarına baktı ve dibeği önüne çekip tıkkıdı tıkgak, tıkkıdı tıkgak karabiber dövmeye devam etti.