Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mart '11

 
Kategori
Deneme
 

Şenkaya üzerine bir deneme

Şenkaya üzerine bir deneme
 

Eskilerin, “nevi şahsına münhasır” dedikleri türden bambaşka bir yerdir Şenkaya..


Dünyanın en güzel coğrafyalarından birisi olduğu hususunda hiç ama hiç kuşku duymadığımız bu mübarek topraklar, verilen kanlı mücadelelerden sonra yurt parçası olmayı fazlasıyla hak etmiş, vatana olan borcun sınırı olmaz belki ama vatandan da hizmet anlamında sürekli alacaklı kalmıştır.. Neden böyledir, niye ihmal hep bu toprakları vurmuştur bilinmez. Temsil kabiliyeti yüksek ve eğitimli insan oranı ülke ortalamalarının çok-çok üzerinde olmasına karşın, bu şirin ilçemizin aydınlık yüzlü evlatları, siyaset kurumu içinde mesela, kendilerine neden yer bulamamaktadırlar?  

Doğrusu bu soruların cevabı bu yazının konusu değildir, lakin mevzu bizim için o kadar önemli ve bir o kadar da inciticidir ki, istemeyi onur kırıcı bulsak da, en azından gördüğümüz her siyasiye, bulabildiğimiz her kamu görevlisine, kusura bakmasınlar ama bunun neden böyle olduğunu sormadan kendimizi alamıyoruz.  

Gelelim asıl söylemek istediklerimize... 

Kırdağ’ın eteklerine kurulmuş birkaç köyü saymazsanız eğer, diğer tüm köyleriyle birlikte Şenkaya, kutsal Allahüekber’le başlayıp bir yay şeklinde Karınca’ya ulaşan ve Kaymaktepe’den Ardahan’a ve hatta Kaçkar’lara kadar devam eden, ki çoğunlukla sarı çam ormanlarıyla kaplı ve kekik kokulu dağların eteklerine kurulmuştur.  

Türküleri Ardahan ağzıyla söylenir, ama Ardahan değildir... Erzurum desen, eh işte!... Oltu mu dediniz?. Ha o başka, şu bizim devlet kurmuş Oltu. Yok-yok, yine de benzemez.. Eskilerin, “nevi şahsına münhasır” dedikleri türden bambaşka bir yerdir Şenkaya ... Belki hepsi, ama hiçbirisi değil... Hülasa, bütün kültürlerin, bütün medeniyetlerin, bütün kimliklerin, bütün dinlerin ve bütün güzelliklerin harman olduğu zengin bir coğrafyadır. O nedenle Şenkayalılığı, salt dadaşlık kavramıyla açıklamak yetersiz kalır; içine biraz serhat duruşu koymanız gerekir. Ve dahası; özgürlük tutkusunu aşka dönüştürmüş, yeniliklere açık, kimlik sahibi ve orijinal bir karakter vardır bu kavramın içinde.  

Penek önlerinde durup çevrenize şöyle bir bakarsanız, tıpkı bir gülün katmer-katmer olmuş yaprakları gibi, her yönden dağlarla kuşatıldığınızı görürsünüz. Onlarca farklı yabani meyvenin, binlerce renk çiçeğin, bitkinin, böceğin, kelebeğin süslediği zümrüt dağlardan ve cennet yaylalardan süzülerek bir araya gelmiş abı hayat, Penek önlerinde adeta bir çağlayana dönüşmüş olduğu halde, biraz buruk, biraz hüzünlü ama her daim coşkulu bir Emrah türküsü söyler gibi çağıldayarak karşılar sizi; “tutam yar elinden tutam /çıkam dağlara-dağlara /olam bir yaralı bülbül /inem bağlara-bağlara..” 

İlle de Penek havzası, şimdi tarih olmuş Alıcığın Bağları, Balkaya’nın Düzü, Tecirek, Pertiven, Eznos, yaylalar, Göllet ve hele de Soğmun. Bu satırların yazarının gönül telini titretmekle kalmayıp, kendinden geçmesine de sebep olan Soğmun; Şenkaya’da bir köy müdür, yoksa Orta dünya’nın ortası mı, belki de Kafdağı’nın kapısıdır kim bilir. (Not: Okuduklarınız, yazarın özlemle dolu iç çekişleridir; hoş görüle ve dahi mümkünse eğer, üstat İhsani’nin söylediği gibi; “öyle ya, her aşıkın bir ahı vardır!” deyip geçile..)  

Penek önlerindeki verimli topraklardan doğuya doğru ilerleyen şoseyi takip ettiğimizde, kendimizi birden bire her yanı yalçın kayalıklarla kaplı çetin bir kanyonun içinde buluruz. Tıpkı, bir zaman tüneli gibidir burası, girdiğimiz gibi bir süre sonra öbür uçtan Kosor’un gizemli aydınlığına çıkarız. Kosor için Kuzey Anadolu’nun kapısı dense yeridir. Lakin kilit Karınca... Kosor’dan doğuya doğru giden yol bizi, yeşil ve aydınlık bir dereyi tırmandıktan sonra, düşmanın açmak için her dem zorladığı bu kilit noktaya, yani Karıncaya ulaştırır. Kosor’un güneyinden Allahuekber dağlarına doğru kıvrım-kıvrım çıkan yol ise, adeta gök kubbeyi yırtan bir kuyruklu yıldız gibidir ve bir rivayete göre cennete çıkmaktadır, ki 1914 yılının 25 ve 26 Aralık günlerinde tam 90.00 yiğidimiz zaman boyutunu ötelemiş ve bu alacakaranlık delikten geçerek, sorgusuz ve de sualsiz zamansızlığa yani şahadet’e yürümüştür. Sair zamanlarda bu yol bizi, güneşin doğduğu yere ve adına eskilerin Örtülü dedikleri Şenkaya’ya, yani bulutların ülkesine, yani Anadolu’nun çatısına çıkarır. Karşımıza aniden çıkıverdiğinde ise, yamaçlarına kurulduğu Allahuekber dağlarının asil ve soylu duruşuyla ne kadar mütenasip bir uyum içinde olduğunu görüp şaşırırız..  

.........................................  

Gördüğüm ilk kentti Şenkaya. Altmış sekiz yılının haziran ayında ilkokul beşi henüz yeni bitirmiş ve öğretmen okulu sınavına götürmesi için babamın peşine takılmıştım. Kosor’a kadar yürümüş sonra da bir kamyon kasasında, benim için düşler ülkesi sayılabilecek Şenkaya’ya ulaşmıştık. Tıpkı bir uçağın burnunu havaya kaldırarak gökyüzüne süzülüşü gibi tatlı bir rampa ile çıkmıştık ana caddeye. Parke taştan yapılmış yollarını, kaldırımlarını, vitrinli dükkânlarını, sarı ampullerle beyaz florasan lambaların ışıl-ışıl yaptığı akşamlarını ve bugün bile hafızamda canlılığını koruyan o siyah-beyaz kasaba görüntülerini nasıl unutabilirim ki. Arada bir köye gelen ya da teeey uzaklardaki bir dağ yolunda ilerleyen orman işletmesine ait cip’ten başka taşıt görmemiş bu ürkek dağ köylü çocuk için, cadde üstünde duran o muhteşem görünüşlü Magirus marka otobüs ve BMC kamyonlar, ki bugünün çocukları için uzay üssü sayılabilecek bir düşler ülkesinin sihirli aletleriydi sanki de. Bütün cesaretimi toplayarak otobüse dokunduğumda, ki hiç unutmam, uyanık şehirli çocuğun hoyrat müdahalesi ile karşılaşmıştım.  

Kaldığımız otel odasında, düğmesini çevirince ışıldayan lambayı izlemeye doyamadığımı hatırlıyorum. İlk korkuyu atlatıp da sihirli düğmeye bir kez dokunduktan sonra kendimi kontrol edemez olmuştum, istiyordum ki onu durmadan çevireyim. Ne büyük bir keşifti o tanrım, aydınlık kontrol edebileceğim kadar yakınımdaydı.  

Burası sinema dediklerinde nasıl da şaşırmıştım. Beyazperdeye düşen görüntüler beni kendi soyut dünyalarına çekmiş, bütün aklım sinema denilen masallar dünyasının gerçeküstülüğüne teslim olmuştu. Ertesi gün sınava girdiğim ve çok sonraları adının “7 Nisan” olduğunu öğrendiğim ilkokul binasının gözümdeki devasa büyüklüğü karşısında hissettiklerim, bugünün modern alışveriş merkezlerini ilk kez gören kasaba çocuklarının duygularından daha az değildi..  

Düşünüyorum da, doğdukları andan itibaren her şeye sahip olan zamane çocukları nasıl da şanssız. Yeniden keşfedebilecekleri ne kadar da az şeyleri var zavallıcıkların, televizyon ve bilgisayar denilen sihirli kutular bütün dünyayı ayaklarının altına seriyor, onları heyecanlandıracak ne var ki hayatlarında. Ama bizim kuşak öyle miydi ya. Dile kolay, on bin yıl boyunca hiç değişmeden yürütülmüş ilkel bir tarım toplumunun içine doğmuştuk. Sonra bütün hayatımız her yeni keşfi gördükçe “abooo, bu da ne lan..” demekle geçti..  

………………………  

Bir Kurtuluş Destanı 

Hey Gidi Günler Hey: 

1876, atamız Osmanlının Ruslarla birçok cephede savaşa başladığı yıldır. Hani şu bize 93 harbi diye anlatılan savaşlar..  

Hikaye uzun, lakin kısa kesmekte fayda var...  

Savaşın sonucu şu: 13 Temmuz 1878 günü Berlin’de Ruslarla bir mütareke yapıyoruz. Oltu, Narman ve Horasan’ın doğusu Rusların, batısı Osmanlının...  

Dile kolay, içinde Şenkaya’nın da bulunduğu koca bir coğrafya tam kırk yıl boyunca Rus egemenliği altında kalacaktır. Ruslar Medeni bir toplumdur, savaş hukuku nedir bilirler, zulüm yapmak onlara göre değildir elbette. Her köyde asayişi temin eden görevlileri vardır. Bazı münferit olayların dışında, hukuk ve adalet aksamadan yürümüştür. Toprak reformu onların eliyle yapılmıştır mesela.  

1917 yılının Ekim ayına gelindiğinde, Rusya karışır. İhtilal yaparak yönetimi ele geçiren komünistler, kırk yıl boyunca egemen oldukları Doğu Bölgelerinden askerlerini geri çekerler. Ne yazık ki bu çekilme, bize kâbus olarak geri döner. Çünkü Ruslar çekilirken silahlarını Ermenilere bırakmıştır. Ve böylece meydanı boş bulan Ermeni çeteleri tüm Doğu’da katliam yapmaya başlarlar. 12 Mart 1918 günü Erzurum, 25 Mart günü Oltu, 7 Nisan günü Penek, Kosor ve Örtülü çevresi bu çetelerden temizlenir ve düşman Karınca’nın ötesine kadar sürülür. Oluşturulan yerli milisler, ki lider olarak Hüseyin Köycü de vardır, Göle’den gelecek sızmalara karşı Karınca civarındaki Kaymaktepe’de beklemeye koyulurlar. Düşman Göle’de bizim kahramanlar Kaymaktepe’de, taa ki bir yıl sekiz ay sonrasına, yani 1 Aralık 1920 tarihine kadar pusuda kalırlar. Ne yazık ki sonunda, Ermenilerin abartılı bir güç kullanması ile Anadolu’nun kilidi olan Karınca düşer. 1 Aralık 1919 tarihinde Kosor’a, Eğitkom’a, Ersinek’e, Soğmun’a, Zuvart’a ve diğer köylere doğru inmeye başlayan Ermeniler, Anadolu’nun kapısını da açmak için var güçleriyle yüklenmeye başlarlar. Bölgenin gördüğü asıl zulüm de bu tarihten sonraki on aylık süre içinde olur.  

Ermeni işgalinden hemen sonra Kosor Eşrâfından Mehmet Bey, Kars’ta bulunan Miralay Rüştü Bey’e bir bilgi notu göndermiş... Mehmet Bey’in tespitlerine göre ilk gün toplam 69 kişi şehit edilmiştir. Dört gün sonra, yani 4 Aralık günü çeşitli köylerden 122 şehit daha...  

İşgal süresince şehit edilen atamızın tam listesi ne yazık ki elimizde yok. 1 Aralık 1919, yani işgalin ilk günü şehit edilen 69 kişinin ise köylere göre dağılımı şöyledir; Kosor’dan üç şehit, Ersinek’den beş, Eğitkom’dan üç, Taht’dan bir, Libi’den sekiz, Pertuvan, Tecirek ve Göllet’den toplam sekiz, Zuvart’dan sekiz, Barik’den sekiz, İğdeli’den bir, Armişen’dan bir, Avunder’den üç, Zadgerek’den dört, Vağaver’den üç, Diğaskor’dan iki, Yığnaki’den iki, Nazırvas’dan üç ve Şamkas’dan üç.. Ayrıca aynı gün, 26.400 koyun, 19.250 sığır, 590 at, 60.200 lira nakit para, 318.300 liralık eşya, zahire, yağ ve peynir gibi tüm gıda maddeleri yağmalanmıştır. Yapılan zulümleri ve özellikle kadınlara yönelik saldırıların ayrıntılarını yazmak bile istemem, yürekleri dağlamak neye yarar ki...  

Hemen belirtmeliyim ki, Oltu bu geri dönüşten etkilenmemiştir... Erzurum ve hatta Oltu tarihine bakarak Şenkaya ve çevresini anlamaya çalışırsak hata ederiz. Şenkaya’nın tarihini anlamak için Göle, Sarıkamış, Kars ve Ardahan yöresindeki olaylara bakılması gerekir...  

Şimdi, biraz daha basitçe anlatmaya çalışalım. 1918 yılının mart ayında kurtuluşu yaşayan Erzurum ve Oltu (dağlardaki varlığını devam ettiren Ermeni çetelerini saymazsak eğer) bir daha düşman işgaline uğramadığı halde, 1919 yılının aralık ayında Penek ve Kosor havzası başta olmak üzere, bugün Şenkaya ilçesine bağlı köylerin tamamına yakını Ermeniler tarafından ikinci kez ve tekrar işgale uğramıştır. 28 Eylül 1920’de Ermeniler, ordumuz tarafından kovulmuş ve bu bölgeler son kez ve inşallah ebediyen düşmandan temizlenmiştir... 2 Aralık 1920 günü Gümrü’de yapılan anlaşma ile Ermeni sınırımız belirlenir.  

Şenkayalı dostlarımıza kurtuluş günlerini yeniden gözden geçirmeleri gerektiğini hatırlatsak, ileri gitmiş olur muyuz? 1920 yılında yaşanan işgalde Örtülü gibi birkaç köy zarar görmemiş olsa da, bugün Şenkaya’ya bağlı köylerin hemen tamamına yakını, Ermeni işgalinden 1920 yılında kurtarılabilmişlerdir. Penek ve Kosor havzası boyunca ilerleyen ordumuz, 29 Eylül 1920 günü Sarıkamış’ı, 30 Eylül günü Göle’yi düşman işgalinden kurtardığına göre, Örtülü ve çevresini 27 veya 28 Eylül 1920 günü düşmandan temizlemiş olmalı. 7 Nisan 1918 Örtülü ve çevresinin birinci kurtuluş günü olabilir, tamam, lakin ikinci ve asıl kurtuluş neden gözden kaçırılıyor, doğrusu bir anlam veremiyorum. Umarım birisi çıkıp bizi aydınlatır...  

………………………  

Ve Bir Kahraman: 

Şenkaya denince akla hiç kuşkusuz Hüseyin Köycü gelir. Doğrusu şu ki, Erzurum ve çevresinde onun çapına ulaşmış adam sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Özellikle kurtuluş sonrası verilen mücadelede bütün bir doğunun en aydınlık yüzüdür belki de. Tıpkı ışığa koşan kelebekler gibidir. Yorgun ve bitkin kalabalıkları da arkasına alarak, hiç durup dinlenmeden aydınlığı koşmuş Mustafa Kemal kuşağının, yerli ve aynı zamanda öncü bir aydınıydı.  

Kurtuluş mücadelesinin verildiği günlerde doğuda ortaya çıkan devlet zaafına karşı kurulmuş Kars ve Oltu Şura hükümetlerindeki görevlerini, gönüllü milis olarak düşmana karşı verdiği mücadeleyi, savaş sonrası yaptığı aydınlık hareketi ve Örtülü’nün üzerinden kaldırdığı karanlık örtüyü keşke genç nesillere daha iyi anlatmanın bir yolunu bulabilseydik..  

Yaşadığı coğrafyanın sert koşullarını o günün şartlarında bahara çevirecek gücü nereden ve nasıl bulduğunu bilemem, ancak bildiğim bir şey var ki, her geçen gün biraz daha hız kesmiş o ilk dinamizmi yeniden yaratacak Hüseyin Köycü’lere, şimdi eskisinden daha da çok ihtiyaç duyduğumuz..  

Son bir şey söylememe müsaade ediniz; ayrısı gayrisi varmış gibi her dem kaşınan ve yumuşak karnımızmış gibi dünya mahfillerine durmadan servis edilen Alevi, Sünni ve Kürt kavramlarının Şenkaya’da bulduğu toplam karşılık tek kelimeden ibarettir; kardeşlik...  

Bakınız, yukarıda verilen şehit listesi...  

Tüm Şenkayalı hemşerilerime baki selamlar!..  

 
Toplam blog
: 19
: 679
Kayıt tarihi
: 01.03.11
 
 

1957 yılında Erzurum ilinin Şenkaya ilçesine bağlı Evbakan Köyünde dünyaya geldim. İlkokulu doğduğum..