Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '16

 
Kategori
Öykü
 

Şerife

Şerife
 

Görsel netten alıntıdır.


Eski püskü tahtalardan yapılmış, aralıklarından sesiyle birlikte giren rüzgarın gücüne direnmeye çalışan, mandalını V şeklinde bir tahtaya geçirdiği kapıyı sürgülemiş, kendisi de odanın köşesindeki salaş divanın köşesine kıvrılıvermişti. Divan, sobanın yanında camın karşısındaydı. Sobanın yanında evin arkasındaki çalılıklardan topladığı çalı çırpı duruyordu. Tam önünde kenarları pırtık pırtık olmuş küçük bir muşamba seriliydi sobanın. Oda dediğin de oda değil, indirmeydi aslında. Evin tümü bir oda, ona bitişik yarım bir odadan ibaretti. Duvarları, yerleri çamurla sıvanmış, tavanındaysa kim bilir kimin artığı tahtalar çakılmıştı. Marifetliydi rahmetli. Başlarını sokacakları bu evi! kendi elleriyle yapmıştı. Tahtaları kendi çakmış, çamurları kendisi karmış, kendisi sıvamıştı. Yattığı yerden camın dışına takıldı gözü. Tam onaltı gündür aralıksız yağıyordu mübarek. Gündüz yağan kar gece ayazıyla buza çekiyor, ertesi gün yağan o buzun üstüne yağıyor derken, yerdeki buz katmanı neredeyse diz boyu olmuştu. Pısır pısır yanan sobanın içinde biraz daha çalı çırpı atmazsa, kendisi de dışarıdaki karlar gibi kakılıp kalacaktı. Ayakları buz kesmişti zaten. İstemeye istemeye kalktı kıvrıldığı yerden. Sobanın önüne çöktü, kapağını açtı biraz çalı kırıp attı maşıngaya. Sabah yaptığı çorba tası yerde duruyordu, onu alıp koydu sobanın üstüne, unu kavurup suyla kaynatmış, içivermişti sabah. "Kalanını da şimdi içersem içim ısınır" diye geçirdi içinden. Neredeyse odanın ortasına kadar, aralıklardan savrulmuş olan karları, kapının arkasında duran süpürgeyle topladı. Geri gelip camın önündeki sedire ayaklarını altına toplayıp oturdu. Camın kenarındaki betona kolunu dayayıp, elini yanağına koydu. Evin önünde, rahmetlinin diktiği elma ağacı vardı. Yanında erik, onun yanında vişne. "Zaten o ağaçlar olmasa kışın ne yerdim ki" diye düşündü. Topladığı erik elma kuruları kışlık erzak oluyordu çünkü ona. Cansız, fersiz, gıdasız kalmıştı ağaçlar da. "Biraz daha gübrelenmezse dibi, yaza iki elma vermez bu ağaçlar" diye mırıldandı kendi kendine. 

         Evi köyün en alt başında, hafif bir yamacın üstündeydi. Kendisine en yakın ev bile bu karda kışta hemencecik gidilemeyecek mesafedeydi. Köye geri döndükten sonra yapmıştı rahmetli bu evi. Babası köyden kurtulsun, birazcık rahata ersin diye vermişti onu komşu köyün çocuğu İsmail'e. Makinistti İsmail. Evlenip şehre gitmişler, ikisi kız bir erkek üç çocukları olmuş, orta okula kadar okumuştu çocukları. İsmail işinde, Şerife'yse evinde çocuklarıyla mutlu mesut yuvarlanıp gidiyorlardı. Çocuklarına çok düşkündü karı koca, varı yok edip, gözlerinin içine bakıyorlardı. İş bulduğu zamanlarda gündeliğe gidiyor evin geçimine katkı sağlıyordu oda. En çok da oturdukları mahallenin kasabı Nevzat Bey'in hanımı Neriman Hanım'lara gidiyordu, pek de memnun dönüyordu oradan. İki katlı bahçeli bir evde oturuyordu Neriman Hanım. Pek de eli bol kadındı, kendisinin, eşinin oğlunun giymediklerini ona veriyor. Evde kullanmadığı kap kacağı da esirgemiyordu Şerife'den. Zaman bu şekilde akıp giderken tersine dönüverdi her şey birden.

        Annesinin yanına gelip gittiği günlerden birinde evin oğlu Murat, alt kattaki bahçeye bakan küçük odada gözbebeği kızı Sevgi'ye tecavüz etmiş, sonra da "sakın kimseye söyleme, sen rezil olursun" gibilerinden tehditler savurup, kızı yarı çıplak orda öylece bırakıp gitmişti. 

       Daha Onatlısındaki Sevgi, ne bu olayı kotarabilecek ne altından kalkabilecek güce sahip değildi. Yarı dalgın, yarı baygın bir süre orda öylece kaldı. 

      Az sonra ev Şerife'nın çığlıklarıyla inledi...

      Bu ikinci çığlıktı Şerife’den yükselen. Daha geçen yıl toprağa vermişlerdi büyük kızını, doğum sancılarına yenik düşmüştü Sevil. Bebeği de kendisi de doğum anında ölmüştü.

      Dar gelmişti koca şehir onlara tası tarağı toplayıp, bir oğullarını da alıp köye dönmüşlerdi geri. Ne o ne kocası unutamadı bu olayı. Yara gibi kaldı yüreklerinde. 

     Hayat artık tatsız-tuzsuzdu. Çok dayanamadı İsmail. Köye döndüklerinden üç-beş yıl sonra gözlerini yumdu oda. Şerife yine acılarla kalmıştı. Bir tek oğlu vardı şimdi hayata bağlayan onu.

    Gözlerini daldığı yerden ayırdı. Karşı köşedeki divanın üstünde yatan oğluna baktı.

"Civanımmm" dedi mi bir civan daha çıkardı Şerife'nin ağzından. "Kuzummm " "Kara kuzum" diye severdi oğlunu. Gerçekten de civan delikanlı olacaktı Yavuz. Babası gibi elli- ayaklı, iri yarı, esmer delikanlı olacaktı...

"Mum gibi sararmış yüzü" diye düşündü.

"Üşüdü mü acaba?"

Şerife her ne kadar  gerçeği kabullenmek istemese de...

 

Ölüler üşümezdi!

 

 

Nuray ÖRS

Şubat 2016 Bilecik.

 

 

 

 
Toplam blog
: 153
: 1584
Kayıt tarihi
: 18.12.08
 
 

Yaşamayı seven, yaşamı dürüst ve içten yaşayan, evi, eşi ve iki yavrusunun annesi... ..