Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Şubat '11

 
Kategori
Küresel Isınma
 

Sevgi bilinci ve robot yaşamlar

Sevgi bilinci ve robot yaşamlar
 

Tek gerçek sensin(!)“Dünyada görmek istediğiniz değişiklik ne ise o olun” Mahatma Gandhi


Dünyada olsun, ilişkilerimizde olsun, nereye bakarsak bakalım, gördüğümüz her şey ve herkes, bir şekilde bizi, bize yansıtan aynadır. Nasıl ki fiziksel bedenimizi aynadan bize yansıyan görüntümüzle görebiliyorsak, içimizin aynası ise; diğer insanlarla ve çevremizle olan ilişkilerimizdir. Bu ilişkide-iletişimde nasıl olduğumuz, çevremizde dünyamızda; gözümüze kulağımıza ilişenler, farkındalığımıza yansıyanlar, bizleri bize yansıtan aynalardan başkası değildir. 

Yaşadığımız çevremizde ve ilişkilerimizde iyiye giden, daha güzel günlere varan yarınları, daha sevgi dolu insanları, daha yeşil bir dünyayı, değişimi, dengelenmeyi, bolluk ve adaleti görmek istiyorsak eğer; bu özelliklerin ve değişimlerin hepsini kendi yaşamımızda kendimiz adına gerçekleştirebilmeliyiz. 

Biz nasılsak dünya ve diğer insanlar da öyledir. Bizlerin kendimizi içsel olarak gözlemlemeye başlamamız, dünyamız ile ilgili çok şeyi değiştirecektir. Çünkü her şeyin temelinde insan ögesi vardır. Her toplumsal veya gezegensel olay, insanla başlar, insanla biter. Değişimin başlangıç yeri; her zaman için insanın kendisidir. İnsanı anlayabildiğimizde, her şeyi çözebiliriz. İnsanı bilmek içinse, herkesin önce kendi içine dürüst ve samimice bakması yeterlidir. İşte o zaman üstesinden gelinemeyecek hiç bir sorun yoktur. 

Küresel ısınma olgusu son yıllarda yaşamlarımıza televizyonlar ve gazete haberleri ile girmişti. Sonraları ikibinli yılları aştıkça, bu haberleri daha çok duymaya başladık. Haberlerin şiddeti ve miktarı arttı, küresel ısınmanın sonuçlarından, genel ve bölgesel olarak etkilendik. Kimi bölgelerde; felaketler şeklinde, tsunami, deprem, volkanik patlamalar, tayfunlar olarak, kimi bölgelerde; ürünlerin azalması, toprakların çölleşmesi, akarsuların kuruması, yaz mevsimlerinin uzaması, dört mevsim zincirinden ilkbahar ve sonbaharın yok olmaya başlaması, tatlı su kaynaklarının azalması, tarımda verimsizlik vs. şeklinde yaşanmaya da devam etmektedir. 

Birleşmiş Milletlerin raporlarından, gezegendeki aktivitenin her geçen gün arttığı, buzulların hızla erimeye devam ettiği, tükenmekte olan hayvan ve bitki türlerinin hazin sonunu ve artan ısı raporlarını okumaktayız. Gezegenimizin geldiği son durumsal noktada, insanlık olarak çözümler üretebilmemiz ve kendi adımıza hareket geçebilmemiz için, içsel olarak cevaplandığımızda, yolumuzu aydınlatacak olan sorularımız var. 

Biz insanlar, dünya tablosunun orta yerinde neredeyiz? 

Her birimiz kendimiz ve gezegenimiz adına ne yapıyoruz? 

Yaşamlarımızın ve geleceğimizin sorumluluğunu, her ne pahasına olursa olsun almaya hazır mıyız? 

Bütün dünya size karşı olsa da, her şeyiniz elinizden gitse de, bütün dostlarınız bizi terk etse de; biz yaşamı ve dünya üzerindeki varlığımızı aziz tutmaya ve insan onuruna yaraşır bir şekilde, dünyada yeni bir “Var” oluşa geçmeye hazır mıyız? 

Evrimimizi bilinçli olarak seçmeye kararlı mıyız? Gezegeni plastik, hurda, zararlı atıklardan temizlemek ve şifalandırmak için; gerçek ihtiyaçlarımızı belirleyip, yaşamımızda sadeleşmek ve tüketici alışkanlıklarımızı değiştirmek için, gerekli arzuya sahip miyiz? Kendimizle ve diğerleri ile tüketimimizi ve ona bağlı olarak eski tip üretimleri tetikleyen “yarışı-rekabeti” bırakmaya hazır mıyız? İnsan kardeşlerimizle her zaman ve her yerde, insanca bir “var” oluş için işbirliği yapmaya gönüllü müyüz? Biz gerçek manada binyılların sonucu olarak, 21. yy. da geldiğimiz bu noktada, insan neslinin yaşamda olan üyeleri olarak, “kendimiz” ile yüzleşmeye hazır mıyız? Ve bu sürecin farkında mıyız? Biz Dünya üzerindeki kaderimizin sorumluluğunu elimize alabilecek ve bunu taşıyabilecek kadar “İnsanoğlu”muyuz? 

Eğer, bütün bu sorulara evet diyebilirsek; vakit geç olmadan, dünya üzerinde kaderimizin efendisi olmamız için, bir “şansımız” var demektir. 

Eğer, cevabımız hayır ise; kaderimiz ve bir sonraki evrim basamağımız, yani varoluş şeklimiz, toplumsal bilincin, küresel sermayenin ve onu belirleyecek olanların elinde olacaktır. 

Toplumsal olarak yaşadığımız çalkantılardan; insanlığın gittiği yön ve seçtikleri belli gibidir. Bu bilincin bir parçası olmaya devam etmek istiyorsak ve seçimimiz buysa; her ne yapıyorsak, yaptıklarımızı aynen yapmaya devam ederiz. Ne düşünüyorsak ve ne isek, o olmaya devam ederiz. Kendimiz de dahil, hiçbir şeyi değiştirmeyiz. Eğer seçimimiz buysa, basitçe bilmeli ve emin olmalıyız ki, yönümüz şimdi yaşanan dünya ve onun ağırlaşmış şartlarından farklı olmayacaktır. 

Eğer bir şeyleri değiştirerek farklı bir dünyada yaşamak istiyorsak, o zaman değişimin, düzeltmenin, iyileştirmenin ve hayatımızın sorumluluğunu almamız gerekecektir. 

İnsan olmanın ve geleceğimizin sorumluluğunu üstümüze alıp, değiştiğimiz ve değişimimizle birlikte, değişmesine vesile olduğumuz dünyamızın yarınları aydınlık, temiz, yaşanmaya değer ve insan onuruna yakışır bir dünya olacaktır. 

Değişim sürecimizde üstün bir çaba gösterilmeden, gayret edilmeden, insanoğlunun kendisi üzerinde çalışmadan da değişmesi, bilinçlenmesi mümkün değildir. Değişim kendimizi kandırmadan, “olanı olduğu gibi görme”yi gerektirir. 

Ve insan, ne kadar robotlaşmış olduğunu, eşya ve “alışkanlıklar-kalıplar-inançlar” tarafından ne kadar “tutsak” edildiğini görmeden değişemez. 

Yaşadığımızın robot bir yaşam olduğunu fark edebildiğimiz de, yaşamın gerçeğini yaratmak için, robot yaşamımızı kaybetmeyi göze alabiliriz. Bunu fark ettiğimiz zaman dünyayı ve dünya üzerindeki yaşamı yeniden kazanabiliriz. 

Yediğimiz yemeklerden, seyrettiğimiz dizilere, arkadaşlarımızla konuştuğumuz konulardan, jest ve mimik hareketlerimize, her gün aynı yoldan işe gidip gelmemize, aynı insanlara aynı nedenlerden dolayı kızmamızdan, her gün giyinme stilimize ve saçımıza, başımıza, yaptığımız işe, günlük tasalarımıza endişelerimize, arzularımıza, tutkularımıza, kullandığımız cümlelere ve düşünce tarzımıza kadar her şey aynı. 

Tek tip, sıradan; doğan, büyüyen, üreyen, yaşadığı sürece çılgınlar gibi tüketen, yarışan ve sonrada ölen, bir insanlık…! 

Dünya yüzeyinde, yüzyıllardır aynı yoksulluğu çeken, aynı acıları yaşayan, aynı çatışmanın ve savaşın içinde olan, aynı kaygıları taşıyan, bize dünya böyle olduğu betimlemesiyle uyutulan, yüreğinde aynı kinleri, nefretleri korkuları yaşayan ve “yaşamı” diğerleri gibi ıskalayan bir kitleyiz. 

Kullanma kılavuzumuz, bizi dünyanın böyle olduğuna inandıran ve böyle gelmiş böyle gideceğine ikna eden, toplumsal bilincin ellerinde ve tek gündem, diğerleri gibi olmak. 

Bir düşünün; siz hiç bir sabah erken kalkıp, güneşin doğuşuna eşlik edebildiniz mi? Sabahın köründe geçmişten kalma endişelerle işinize giderken, bir çiçeğin önünde durup, onun muhteşem güzelliğini seyredebildiniz mi? Bir insana hiç nedensiz gülümseyip, halini hatırını sorabildiniz mi? Denizin dalgalarında kendinizi kaybedebildiniz mi? 

Sizi işten atan patronunuza teşekkür edip, umutla yeni bir başlangıca yürüyebildiniz mi? Bir insanı, bütün kimliklerinizden sıyrılarak ve onu sadece özünden dolayı sevebildiniz mi? En sevdiğiniz diziyi yarıda bırakıp, sevdiklerinizle koyu bir sohbete dalabildiniz mi? Çatışma içinde olduğunuz kişileri her şeye rağmen affedip, onunla kırk yıllık hatırı olacak bir kahveyi dost sıcaklığında yudumlayabildiniz mi? 

Bir gün olsun, kimseye aldırmadan, kendiniz için yaşayabildiniz mi? Kendinizi bütün etiketlerinizin dışında, sadece bu dünyada var olduğunuz için, değerli hissedebildiniz mi? 

Siz hiç yalnızca “kendiniz” olmak için, sahip olduğunuz her şeyi; toplumsal değerleri, inançları, kalıpları sınırları, etiketleri, konforu, imkanları bırakıp, değişime yürüyebildiniz mi? Yalnızlığınızın orta yerinde durabildiniz mi? İçinizde ve dışınızda hüküm süren kaosun orta yerinde durup, hala ümitle geleceğe bakıp, kendiniz ve diğerleri için muhteşem canlı ve basit bir dünyayı düşleyebildiniz mi? 

Yaşadığımızı sandığımız düzen içinde her şey birbirine büyük bir makinenin dişlileri gibi bağlıdır ve birlikte hareket ederler. Toplumsal değerler, bizim ürettiğimiz değerler, yaşayış, davranış ve algılayış kalıpları vb. diğerleri, yaşam döngümüz dediğimiz sistemimizi oluşturur. Bu da etki tepki mekanizmasına göre işlemektedir; daha fazla içe dönmek, mesela televizyon seyretmeyi, içsel ve dışsal kavgayı, diğerleri ve hayatla yarışmayı bırakmak, yemek alışkanlığımızı değiştirmek veya sevmediğimiz, bizim için iyi olmadığına inandığımız herhangi bir şeyi değiştirmek, çevremizdeki “insanlarla birlikte döndüğümüz çark”ta bir durma meydana getirir. 

Biz “kendimizle ilgili herhangi bir şeyi değiştirdiğimizde”, “bizimle ilişkide olan her şeyin ve herkesinde de değişmesi”ne neden oluruz. Diğer “şeylerde”, kendilerini ve davranışlarını, bizim “yeni halimiz”e göre ayarlamak durumunda kalır. Bizimle birlikte “yeni yaşama yürüyenler değişir”, değişime direnenler gider. 

Bizim değişimimize uyum sağlayanlar, bizimle birlikte değişerek, hayatımızda daha derin birliktelikleri ve dostlukları yaşamak için yanımızda kalır. Yanımızda kalarak, bizim değişimimizle değişen kişilerin yaşantısındaki diğer kişilerinde, hayatında ve ilişkilerinde aynı deneyimler zinciri yaşanacağı için; diğerleri ve diğerleri olarak, bizim değişimimizden dalgalar halinde doğan değişim hareketi devam eder. Bizim kendimizde en ufak bir şeyi değiştirmemiz, okyanusa attığımız bir taşa benzer. 

Bireyin toplum içindeki etkisi, kendini olumlu yönde değiştirebilme geliştirebilme gücüdür. 

Bizler değiştiğimiz için, çevremiz değişmeye başlar. Herkes kendinde bu değişimleri yapabildiğinde, dünyadaki herkes birbirini etkiler ve dünya insanlığı değişmeye başlar. Fakat değişim uzun soluklu bir yürüyüştür. Robot düşünce tarzını ve hareketleri bırakmak, kararlı bir seçimler silsilesini de beraberinde getirir. 

İnsan tamamen robot davranışlardan oluşan, mekanik bir yaşam sürdüğü sürece mekanik ve robot yaşadığını da farkına varamaz. Fark etmek için veya robot davranışları olduğunu gibi görebilmek için, mekanik yaşamın dışına çıkmak ve kendi yaşamına ve yaşayışına, şöyle bir uzaktan objektif gözlerle bakmak gerekir. 

Yaşam seçimlerden oluşur. Her an, farkında olalım veya olmayalım, seçim yapıyoruz. Ne giyeceğimizden, yiyeceğimize, herhangi bir olay karşısında, hangi tavrı alacağımızdan, nereye gideceğimize, ne söyleyip, neyi dinleyeceğimize ve kimlerle birlikte olacağımıza, ne düşündüğümüze kadar seçimler dünyasında yaşıyoruz. 

Eğer biz kendi adımıza; nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizin tablosunun gözlerimizden ve yüreğimizden kaybolmasına izin vermezsek ve bu kararımızda azmedebilirsek, her anda seçimlerimizi bu tabloya göre yapabilirsek, değişimimiz güçlü bir ivme kazanır. 

Gün be gün, sevinçleri ve sevgileri bizden alıp götüren inançları, kalıpları, yargıları bırakarak, “yüreğimizden geçenleri sevgiyle gerçekleştirme”ye çalışırsak ve kendi yaşamımız, diğer “insan kardeşlerimizin de kendi ve mutlu oldukları bir dünyayı gerçekleştirmeleri”ne hizmet ediyorsa, değişiminiz “evrimleşme” olarak tanımlanır. Yaşadığımız değişimde; bütünlenme, iyileşme, sevgi vardır ve çevremizdeki herkesin kendisi olması ve yüreğindekileri gerçek kılması için desteklemektedir. Sonuçta herkes ve her şey, fiziksel ve ruhsal olarak şifalanır. Yüreğimizde, vicdanımızla yaşamamız; “kendimiz olmak”tır. Sevgi olmaktır. Çünkü, yürek Öz’dür ve sevgidir. Sevginin açılımları; paylaşma, yansıma, sevinç, coşku, merhamet, şefkat, alçakgönüllülük, sevgiyle hizmettir. Kalpten gelen hislerdir. 

Değişimimiz; kendi egomuzu daha da besleyip büyütüyorsa, rekabetten, kibirden hırstan, korkudan ve öfkeden besleniyorsak, değişimimiz “dönüşüm”ümüz olur. Dejenere oluruz. Çünkü “kinde, öfkede, korkuda, hırsta ve kibirde isek, sevgide olamayız.” Egonun ürettiği ve korkunun açılımı olan duygular; endişe, kibir, hırs, öfke, nefret, rekabet, çaresizlik, yetersizlik ve değersizliktir. 

İki temel duygu vardır. Sevgi ve korku. Ya sevgiyle hareket ederiz ya da korkuyla hareket ederiz. Robot bir yaşam sürdüğümüzde, korkularımız yaşamımızı yönlendirir. Yüreğimizde yaşayıp, kendimiz olma cesaretini gösterebildiğimizde, sevgi “davranışlarımızın nedeni” olur. 

Yüreğimizde yaşamayıp, “kendimiz” olamadığımızda, aslımızdan yani sevgiden uzaklaşırız. Ve asıl doğamızda; bozulma, çözünme ve çürüme yaşarız. 

Şu anda dünyadaki bütün ideallerin, ahlaksal sistemlerin, değerlerin ve fiziksel dünyanın çökmesinin nedeni; basitçe “insanoğlunun asıl doğasından, sevgiden uzaklaşmış olması”dır. 

Bu tarz değişimde, yozlaşma, ayrışma ve yalnızlaşma vardır. Değişim diğerlerinden ayrılmayı ve diğerlerini yok etmeyi ve kendi için daha iyiyi ve çok olanı ister. Sonuçta acı, gözyaşı, bozulma ve yok oluş vardır. Sonuçta herkes ve her şey fiziksel ve ruhsal olarak bozulur ve biter. Bizler, yavaş yavaş kendimize yabancılaşırız. Gün gelir kendimizi tanıyamayız. Sevgiden ayrılmak, acı ve karanlık demektir. Bizler bu dünyada kendimiz olmak için varız. Kendimizi gerçekleştirmek için buradayız. Ve bizler, insan türü olarak diğer türlere göre anlamlı bir var oluşa sahibiz. Çünkü “kendimizin” bilincinde ve farkındalığındayız. 

Ve bizim insan olarak özümüz sevgidir. 

Bizler, bu dünyada sevgiyi gerçek kılmak, yüceltmek ve sevgiyle diğer türlere de yansımak, korumak, kollamak için bulunuyoruz. Çünkü bizler sevginin yansımanın ve paylaşmanın ne anlama geldiğini biliyoruz. 

Bizler robot davranışları bırakıp, farkındalıklı bir yaşam sürebildiğimizde, yaşamımızdaki her şey sevginin açılımları olur. Bereket olur, güzellik olur, dostluk olur, barış olur, huzur olur, muhteşem bir dünya olur. İnsanoğlunun, sevgiyi gerçek kılmaya ve sevgi olmaya gücü vardır ve özü sevgidir. Yeter ki “kendisi” olsun. 

Bizlerin, dünya gezegeninde varlığını sürdürmesi için, Sevgi Bilincine evrilmesinden ve sevginin gidilecek tek yol olduğunu idrak etmesinden başka bir seçeneği yoktur. 

Değişim; ya evrime (bütünlenmeye) gider ya da yok oluşa (çözülmeye) doğru gider. 

Ve insanın seçimleri, “değişiminin türü”nü belirler. 

Henüz daha geç olmadan, kendimiz ve dünyamız için, “kaderimizin efendisi” olmayı seçebiliriz. 

“Dünyada görmek istediğiniz değişiklik ne ise o olun” 

Mahatma Gandhi 

 

 

 

Nilgün Nart
İstanbul / Türkiye 2007 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 39
: 639
Kayıt tarihi
: 13.12.10
 
 

Öncelikle Dünya gezegeninde yaşayan bir insan olarak ve toplum içinde yazar- sanatçı  kimliğimden..