Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '09

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Sevgi emek ister! (3/3)

Sevgi emek ister! (3/3)
 

Kaynak: Annem...


Bir akşam anneme uğradım iş çıkışı, ilkokul ikinci sınıfta ara tatilinde gündüzlerini annemlerde geçiren oğlumu almaya, baktım annem kaş göz işaretleriyle beni mutfağa çağırıyor, hayda…

“Hayrola anne, n’oldu?”

“Ah ben bugün ne yaptım?”

“Ne yaptın annem benim, anlat hadi durma!”

“Oğulcan dergi almak istedi, tamam gideriz dedim ama baktım kendi başına gitmeye meyilli, ben gidebilirim anneanne diyor, becerebilirim, becerirsin tabii ki oğlum, iyi o zaman bak şu köşedeki bakkaldan alıp gel madem dedim…”

“İyi yapmışsın anneciğim, ne güzel gözlemlemişsin hazır olduğunu, sağolasın!”

“İyi de kızım, gitti, pencereden bakarken telefon çaldı, kısa kesip yine pencereye gittim, bekle bekle çocuk yok ortada! Çarşının göbeği! Aldı mı beni bir merak, bir taraftan kendime kızıyorum, niye izin verdin diye…”

“Eeee…”

“İndim aşağıya, çarşı içinde yürümeye başladım ki, bir baktım diğer köşeden dönüyor, hemen yolumu değiştirip, hızlıca ona görünmeden eve geldim!...Nasıl canım sıkıldı anlatamam!”

“Ah kıyamam ben sana! İyi de anne, neden yolunu değiştirip, kan ter içinde eve yetiştin ki?”

“Çocuk kendine güvenmiş, ben ona güvenmişim, sokaklarda onu aradığımı görse özgüveni sarsılırdı!”

Annem benim!... Oğlum da aradığı dergiyi bakkalda bulamayınca, bakkalın tavsiye ettiği bir kırtasiyeciye gitmiş meğerse…

O zaman anlamıştım neden annemin elimize dolmuş paralarımızı, bir de dondurma paralarımızı vererek Bostanlı’dan Karşıyaka’ya kahve almaya gönderdiğini…

Sekiz, dokuz yaşlarındaydık, okul için gereken spor ayakkabılarımızı, ki, kes denirdi onlara, almamız için kardeşimle beni alışverişimizi yapmaya teşvik edişini…İşim var, siz alıp gelin deyişi, işi olduğundan değilmiş meğer…

Bu arada, çocukken sanmayın ki popomuza terlik yemedik annemden!...

Zorla bizi öğlen uykusuna yatırırdı, mesela, ilkokula başladıktan sonra da değişmedi, ama bu kez ister uyuyun, ister kitap okuyun demeyi tercih etti… Sıcak yaz öğle saatlerinde İzmir’de sokakta vakit geçirme gibi bir durumumuz olmadı, akşam üstü giyinirdik, taranırdık, olmazsa olmazlarındandı annemin, akşamüstü kahvaltımızı hazır bulurduk, meyve suyu, kek, börek, en olmadı ikişer ince dilim ekmek, dilimler ikiye bölünmüş, birinin üzeri peynirli, birinin reçelli, birinin salçalı, falan…

Arkadaşlarımıza da karışırdı mesela…

Grup arkadaşlarımızı zaten tanırdı, ama diyelim ki ortaokulda bir kızdan fazla söz edip, fazla önemsemeye başladıysak, çağırsanıza arkadaşınızı bir gün, hep beraber oturursunuz burada diye mutlandırırdı… Özellikle öğle yemekleri bu tarz sohbetlerde pek değerliydi… Anne- kız sohbetlerinin merkeziydi bu fasıllar…

Bir gün önce evimize gelen arkadaşımızdan açılırdı elbette bir yerde konu, annem hiçbir zaman için kötü bir şey söylemezdi, ancak öyle ince bir iki soru sorardı ki lafın arasında, bizim bastırmaya çalıştığımız, ya da konduramadığımız bir şeyler çıkardı ortaya, eğer ki annemin gözü pek tutmamışsa…

Tabii ki biz bunları anne olduktan sonra anladık, dediğim gibi, hiçbir zaman “Hiç gözüm tutmadı benim bu kızı!” demedi…

“Arkadaşlık etmeyin sakın!” da demedi…

Eve çağırdı, gözlemledi, olumsuzlukları görmemizi sağladı… Sağlamış yani, biz hiç farkına varmadık ki!

……

Yoldaşsız kalalı üç yılı aştı, yalnız başına oturuyor Gülhan Hanım, hiç of demedi, püflemedi…

“Anne, sıkılıyor musun?” diye sorduğumda hiç evet demedi…

“Yoo, neden sıkılayım, babanızı özlüyorum elbette, ama sıkılmıyorum… Gazetemi okuyorum, bulmaca çözüyorum, sabahları radyo dinliyorum, bilirsiniz pek severim…”

Evhamlı kadındır aslında, asla bizlere söylemez ama!

Sağlığına önem verir yani, evhamlı dediğime bakmayın, biz öyle takılıyoruz, telefonda çok iyiyim der bize, birkaç gün sonra öğreniriz ki doktora gitmiştir…

“Gelmeyin çocuklar, telefonla görüşüyoruz nasıl olsa, yorgunsunuzdur, hava da zaten sıcak/soğuk, iyiyim ben merak etmeyin!” diyen ender yaşını almış ve yalnız annelerden biridir kendisi…

……

Söz etmiştim, gezmeyi pek sevmesine rağmen gündüz gezmeleri dışında babamla istediğince gezememiştir diye, bizler evlenip, babam da emekli olup sera kurmaya heves ettikten sonra gezilere katılmaya başladı annem, her birimizin desteği ile…

Babam da onayladı, haklısın Gülhan, ben sevmiyorum diye yıllarca bana ayak uydurdun, hakkındır, sağlığın yerindeyken, git, gez…

Annem bu şekilde tur ile gezilere başladı, aralarında akrabalarımızın da olduğu çoğu hanımlardan oluşan tur grubu oluştu, aslında annem hep babamla katılmak isterdi, isterdi ki gittiği güzelim otellerde kocası da olsundu yanında, iki duble rakısını içseydi Güngör şu güzelim akşam yemeğinde, deniz kenarında, dağda ocak başında…

Babam da haklıydı kendince, hem kalabalık gruplardan keyif almıyordu, hem de gittiği yerde cebi fazla dolu olsun istiyordu… Kısıtlı bir parayla keyif yapmaya çıkmayı kendine mi yediremiyordu, göz bir şeylere kayar da, ya cebindeki para gözün kaydığını almaya yetmezse diye düşünüyordu?

Hiç kıyamadı karısına! Kızlarına da! Aslında damatlarına da… Kimseye kıyamadı zaten aslında!

Gülhan Hanım da öyle…

Yeri geldi maddi çok sıkıntılar yaşandı… Gülhan Hanım’ın hiç yüzü düşmedi!

Yeri geldi yaşanacak sıkıntıları önceden gördü, kocasını uyardı, kocası yapamam Gülhan, bu dükkanları kapatamam, arkamdan alay ederler dedi, ekonomik kriz oysa hiçbir şey dinlemedi…

Bir-kaç konuşmada, tatlı tatlı söylemiştir Gülhan Hanım, ahh be Güngör’cüğüm, keşke kapatsaydın şu dükkanları zamanında…

Sorma Gülhan’cığım, ne bileyim bu hale geleceğini…

Gülhan Hanım hep zaten erkenden kalkar güler yüzüyle kahvaltı hazırlardı, o vakitler öğle yemeği için tostlar da hazırlamaya başladı, kocasının, kızlarının yanına…

Yüzündeki gülümseme hiç eksilmedi!

Güngör Bey, asli işinin yanı sıra başka işlere kalkışmıştı, pek de başarılı olmuştu aslında, ekonomik kriz ve az biraz da gurur meselesi sonucunda haciz dahi yedikten sonra maaşına, pazarcılık yapmaya başladı, Çarşamba, Cumartesi ve Pazar günleri…

Asli işinden hak kazandığı tatil hakkını Çarşamba’ları birer birer kullandı…

Sabahın dördünde kalktı, annem her zamanki gibi kahvaltısını hazırladı, tostlar yaptı, öğlen için, hale yetişsin diye Güngör Bey, ilk otobüs bilmem kaç kilometre ötedeki Karşıyaka’dan kalkıyor diye ona yetişmek istedi, yetişmesinin tek bir çözümü vardı: Yürümek! O da öyle yaptı!

Cebinde çok değerli bir unvan kartı…

Pazarda mevsimin sebze-meyvelerini sattı!

Annem hep havayı takip etti, Güngör ıslanmış mıdır, Güngör güneşten fenalık geçirmiş midir?

Hava çok soğuk, babanız üşümüştür!...

En kötü zamanlarda dahi kavgaya tanık olmadık biz hiç!

Tartışmalar elbet olmuştur, annem babamı öperken geçirirken, eğer biraz soğuk öpmüşse anlardık ki, aralarında bir tartışma geçmiş…

Akşam ki hoşgeldini beklerdik, birbirlerini sıcak mı öpecekler, az biraz uzak mı?

Hiç küfür duymadık evimizde… Korkuyla büzüşmedik hiç, endişelenmedik bir kavga çıkar mı diye…

Varlığı da, yokluğu da gördüğümüz evimizde, aslında biz hiç üzülmedik!

……

Oysa yedi yaşında bir evlat yitirdi Gülhan-Güngör çifti, çocukları Gülgün ve Nilgün ortaokuldaydılar, tedavisi imkansız bir hastalıktı, evin babası imkansızlığını karısı ve çocuklarından sakladı, belki de o yüzden doktorların beklediği sona daha bir geç vardı adı Simten olan melek kardeş…

Güngör Bey’in ilk gözyaşına şahitliğimdir o gece…

Gülhan Hanım’ın iki ay kadar sonra kız kardeşine söylediklerine kapı arkasından tanıklığım gibi: Türkan, içim yanıyor, iki çocuğum daha var, onlar için toparlanmam gerek! Allah yardımcım olsun!...

Nereye akıttı gözyaşlarını o saatten sonra annem, bilemem, muhtemelen kocasının koynuna, biz ağlamasını görmedik ama bir daha…

……

Her şey bir emektir aslında…

Sevgi de emek istiyor, saygı da…

Kölesi olmadan, kendinden vazgeçmeden, senden başkalarını yok saymadan…

Yaptığının, yaşadığının, etkilediğin ayırtında olmak…

İsteyerek adım atmak, hedefini şaşırmamak!

Elma ile armudu sonrasında toplamaya kalkmamak!

Empati, sempati, hoşgörü…

İnce çizgilerdir velhasılıkelam, özgüvenin olacak ki kendini seveceksin, kendini seversen ancak bil ki başkalarını sevebileceksin! Sevdiğin sürece eşit görebileceksin, eşit gördüğün sürece hoşgörün olabilecek, empati yapmayı becerebileceksin…

Bunları becerebildiğin ölçüde tartışmaların anlamlı olacak, amacın ille de galip geleyim, alttan girip üstten çıkayım da yeter ki kazanayım tarzında olmayacak, bazen savunduğumuz konuda ısrar etmeyip, karşı tarafı dinleme, anlama eğiliminde olmamız ne pencereler açar, ne armağanlar sunar oysa bize…

Kendini sevemeyen insan köledir!

Hangi toplumda yaşadığı, kimler tarafından sömürüldüğü de pek önemli değildir…

Yüreğinde kin, nefret taşıyan insan en onmaz köledir! Yaşadığı sürece sırtında taşımak zorunda olduğu bir yüke sahiptir çünkü!

Evrene bir yukarıdan bakabilsek, hangimizin hangimizden farkı var ki?

Bu arada her birimiz birer ışığız, ya yalnızca kendimizi parlatacağız, ya da etrafa ışık saçacağız!

Etrafa ışık saçarak ışıldamayı tercih eden bir yuvada büyüdüğümden dolayı Gülhan Hanım ve rahmetli Güngör Bey’e bu vesile ile bir kez daha teşekkür ve sevgilerimle!...

……

Bir bakış açısı sömürü olabiliyor, bir bakış açısı emek…

İlle patronun, ille milletin sömürüsü ile uğraşmak niye, bireyden başlıyor bu işler!

Emeksiz kazanç olamaz, kazançsız emek de aynı şekilde!

Baş koyulan niyet, hedef… En basit haliyle budur işte mesele, bence…

……

Gülgün Karaoğlu
Şubat,20/09

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..