- Kategori
- Ruh Sağlığı
Sevgi gölgeniz olsun

Sevmek Bazen Suskunluktur
Günden güne artan sorunlar karşısında, ezilir, büzülür, dertten derde düşer, hayattan uzaklaşırız. Bir içe dönüklük, ruhsal çöküntü (depresyon) başlar. Artık yaşamak sadece bir zorunluluktur, görevdir. Her şey boş ve anlamsızdır. Hiçbir şeyin tadı yoktur. Sırtımızda kamburdur adeta yaşamak. Nerde, ne zaman biter bilinmese de sona doğru gidişin beklentisi başlar. Her şey anlamsızdır, boştur. Bir karamsarlık sarmıştır bedeni ve duyguları. Körelmiştir beklentiler, yoktur yarından bir umut. Zaman zaman bir çözüm ararız çıkış yoluna doğru. Ama çözümsüzlük, çaresizlik sarmıştır tüm benliği. Her yerde ararız bizi çıkışa kavuşturacak çözümü. Ama nafiledir uğraşlar. Oysa o, bize bizden daha yakın ve sadece bir sözcüğün gizemindedir: Sevmek…
Sevmek... Neyi ya da kimi? Ne önemi var? Yeter ki sev, sevmeyi bil! Sev ki sevilmenin güzelliğini hissedebilesin. Sev ki sevilesin. Sevgi, derinlere kök salmış koca gövdeli asırlık bir çınar gibidir. Dallanıp budaklandıkça, yıllara meydan okudukça güçlenir. Dallanır her yöne, değişik adla anılır: Ana sevgisi, evlat sevgisi, doğa sevgisi, hayvan sevgisi, vatan sevgisi… Bazen yüreklere sığmayan bu sevgi, bir güzele yönelir adı sevda olur, aşk olur… Adı ne olursa olsun o sevgidir ve kaynağı sendeki “sevmek” duygusudur. Sende hayat bulur, gelişir, yönlenir. Dallanıp budaklandıkça köküne can suyu katar, güçlenir. Bu güç, yaşam sevgisini, yaşama sıkı sıkı sarılmanın, ondan zevk almanın sırrını besler. İşte mutluluğun gizemli kaynağı da budur.
İster, Yunus misali sev, karşılıksız, cenneti bile reddedercesine. Kurdu-kuşu, börtü-böceği, otu-çiçeği sev, hikmetinden sual olunmaz diye. İster, Balık misali suyu sev, onsuz yaşayamam diye. Ya da altın kafeste “Ah vatan!” diye çalı-çırpıya sevdasını haykıran bülbülün sevdasınca sev. Yaradılmışları sev, sev ki yaradan senden hoşnut ola. İster, Karacaoğlan misali sev, sev ve adı ne olursa olsun sevdiceğini bas bağrına “Elif, elif!” diye. Ya da yan o sevdayla, bilirsen yanmasını Mevlana gibi. Sev ki hamken pişesin, piştikçe yanasın, yandıkça insan olmanın, yaradılandan bir parça olmanın farkına varıp yücelere eresin. Öylesine sev ki nefsin ve gururun dış kapıya mandal olsun, küflü ve işe yaramaz halde.
Öyle anlar vardır ki göz göze gelindiğinde sözlere gerek kalmaz. İşte öylesine, lafta değil özde sev. Sevgiden çıkar bekleme, yoksa gönüllerden çıkarsın. Alt tarafı iki sözcük diyerek “Seni seviyorum!” demeyi küçümseme. Gerektiğinde söyle, ama önce bu sözlerin doğruluğuna kalben kendin inan. Sevmek, önce inanmaktır. Sevmek, almadan vermeyi bilmek, karşılığı bir hiç olsa bile kendince mutlu olabilmektir.
Sevmek için gecikmişlik söz konusu değildir. Yaşı-başı yoktur. İstemek yeterlidir. Üstelik başlamak hiç de zor değildir. Sevgiye giden yol, insanın kendisiyle barışık olmasından geçer.
Bu insanî özelliğimizi unutturmaya çalışanlara inat sevelim ve bu duygumuzun körelmesine fırsat vermeyelim.
Unutmayın, sevgi gölgeniz oldukça mutluluk sizinledir.