- Kategori
- Anılar
Sevgi ilişkileri
Bay Çarli
Kısım II.
Anılar
Bay Çarli’ yi zaman zaman kaçırırlardı. Ama o her zaman bir yolunu bulur, boynunda kopuk bir iple önce parka uğrar, sonra eve gelmenin bir yolunu bulurdu.
Beslenmesinde pek müşkülpesent değildi. Ne bulursa götürmekte tereddüt etmezdi. Hatta kendisine “ulan bir parça kemik için beni bile satarsın” dediğimde, onaylarcasına kuyruk sallamasına gıcık olurdum.
En büyük zevki yazın kayısı ağacının altına oturup düşenleri daha havadayken yakalayıp mideye indirmesiydi. Allahtan kısa zamanda çekirdeklerini çıkarmayı öğrenmişti. Yok deve demeyin çekirdekleri de kırıp içini keyifle götürdüğüne de şahidim.
Elma ve havucu da affetmesi mümkün değildi.
Hatta onları yerken yutmakla soluk alma arasındaki tercihini yutmaktan yana kullandığını söyleyebilirim.
Doğal olarak da bizim bay Çarli’yi bir elma yada havuca satın almak mümkündü.
Böyle anların birinde kendisini hayretle izleyen bir dostuma bay Çarli’yi seslendirdim.
“Ulan nerden memur kapısına köpek oldum.
Milletin ki kemik et götürür, tabi bunlar bulsalar kendileri yerler, bana da elma havuç..
ulan koyun muyum ben?
Tamam arada bir “kuzum muzum” muhabbeti ama o lafın gelişi sevgi sözcükleri olmalı.
Kurban bayramını gelmesinden korkuyorum.
Nasıl olsa kurban alamayacakları için Allah bilir beni kurban etmeye de kalkarsınız…
Bak buraya yazıyorum.
Ben köpeğim köpek…
Tamam elma, havuç, kayısı falan ama bunlar genetik bir sorun olduğundan değil.
Zorunluluktan. Et kemik adlında mı yemedik. Töbe töbe..beni zorla söyletiyorsunuz…” vb.
Arkadaşımın şaşkın bakışları arasında Bay Çarli’nini bir de havlayarak yaptığım tercümeyi onaylaması her şeyi anlatırdı.
En büyük zevklerimden biri “Bay Çarli ver bakalım abine biraz “burunla karışık yanak” der acaip sıkıştırırdım.
Tabi bay Çarli böyle anlarda tevekkül etmek yerine diş göstererek boğuşmayı tercih ederdi.
Hep ben galip gelirdim.
Ama fark ettiğim şuydu bay Çarli bu muhabbet devam etsin diye o haşmetli burnunu uzatmakta tereddüt etmezdi.
Kendine bazen “Harnup” derdim. Hiç itirazı olmazdı.
Sanki Bay Çarli demişim gibi bütün özendiriciliğiyle uzattığı burnunu önde tutarak koşup gelirdi.
Sevgisiz yapamazdı. Ona çok bağlanmıştık.
Geceleri en büyük zevki kendisine yaptığım kulübede değil de kapının önündeki paspas üzerine kıvrılmak ve ara sıra da bir iki “hav” çekmekti.
Bir de bekçilik yaptığını kanıtlamak istercesine acaba duyduk mu diye ayaklarını dayayıp pencereden içeri bakmaya çalışırdı.
Bir gün dış kapıyı kasıtlı açık bıraktım.
Bunu gören Bay Çarli koca gövdesiyle öyle bir içeri daldı ki direk salona girip çek yat kanepenin baş köşesine poz verecek şekilde kuruldu.
O görünüşünü gördüğümüzde yumuşayacağımızı çok iyi biliyordu.
Amacı da “bakın gördünüz, yol yordam da biliyorum, içeri nasıl girilir, nerede oturulur, nasıl poz verilir, yahu niye anlamıyorsunuz ben sokak köpeği değilim.
İnsanlar benim türümü evlerinde bakarlar… siz… atın kapıya…
Allahtan sizi çok seviyorum, yoksa bu aşağılanmayı kaldıramazdım…. bla.. bla…bla… “ demekti, hem de hiç umursamayacağımı bildiği halde.
Bay Çarliye komşular da alışmıştı. Aslında Çok yakışıklıydı.
Aslen Coli cinsi olduğu halde, Televizyonda oynayan köpek dizisindeki “Lessi”nin aynısı olduğu için, bazen dostlarımıza tarif ederken “Coli” yerine Lessi cinsi derdik.
Televizyon köpeğine benzediği için gelen geçenin de aşırı ilgisi olurdu.
Mahallenin sevgilisi olduğunu da sonradan fark ettik.
Bay Çarlinin iki belalısı vardı. Bunlardan biri iri bir çoban köpeği olan “Kocabaş”, diğeri de “Tekir” kediydi.
Her ikisini de sevmemize katlanamazdı.
Bay Çarli, Kocabaşa pek sarkıntılık edemezdi ama çizilen karizmasını, tekiri taciz ederek kurtarmaya bayılırdı.
Tabi Çarli’nin koca ağzı karşısında Tekirin pek şansı da yoktu.
Tek seçeneği kapı önündeki kaysı ağacının en tepesine tırmanmaktı.
Böyle durumlarda Bay Çarli de aşağıda nöbete durup ara sıra yukarı bir “hav” çekerek, nasıl olsa ineceğini ima ederdi.
Neredeyse bizim tekir uzun ağaç nöbetleri sonunda bazen kedinin kedi mi yoksa kuş mu olduğuna karar veremez hale gelirdi.
Sonunda iş başa düşer, ağaca çıkarak tekiri omzumda indirirdim.
Ağaca çıktığımı gören Bay Çarli derhal havlayarak acitasyona başlar adeta “indir, indir, indir” diye gaz verirdi.
Tabi indiğimizde omzumdaki tekiri sevdiğimi gördüğünde ise resmen kopardı.
devamı var
Kısım II.
Anılar
Bay Çarli’ yi zaman zaman kaçırırlardı. Ama o her zaman bir yolunu bulur, boynunda kopuk bir iple önce parka uğrar, sonra eve gelmenin bir yolunu bulurdu.
Beslenmesinde pek müşkülpesent değildi. Ne bulursa götürmekte tereddüt etmezdi. Hatta kendisine “ulan bir parça kemik için beni bile satarsın” dediğimde, onaylarcasına kuyruk sallamasına gıcık olurdum.
En büyük zevki yazın kayısı ağacının altına oturup düşenleri daha havadayken yakalayıp mideye indirmesiydi. Allahtan kısa zamanda çekirdeklerini çıkarmayı öğrenmişti. Yok deve demeyin çekirdekleri de kırıp içini keyifle götürdüğüne de şahidim.
Elma ve havucu da affetmesi mümkün değildi.
Hatta onları yerken yutmakla soluk alma arasındaki tercihini yutmaktan yana kullandığını söyleyebilirim.
Doğal olarak da bizim bay Çarli’yi bir elma yada havuca satın almak mümkündü.
Böyle anların birinde kendisini hayretle izleyen bir dostuma bay Çarli’yi seslendirdim.
“Ulan nerden memur kapısına köpek oldum.
Milletin ki kemik et götürür, tabi bunlar bulsalar kendileri yerler, bana da elma havuç..
ulan koyun muyum ben?
Tamam arada bir “kuzum muzum” muhabbeti ama o lafın gelişi sevgi sözcükleri olmalı.
Kurban bayramını gelmesinden korkuyorum.
Nasıl olsa kurban alamayacakları için Allah bilir beni kurban etmeye de kalkarsınız…
Bak buraya yazıyorum.
Ben köpeğim köpek…
Tamam elma, havuç, kayısı falan ama bunlar genetik bir sorun olduğundan değil.
Zorunluluktan. Et kemik adlında mı yemedik. Töbe töbe..beni zorla söyletiyorsunuz…” vb.
Arkadaşımın şaşkın bakışları arasında Bay Çarli’nini bir de havlayarak yaptığım tercümeyi onaylaması her şeyi anlatırdı.
En büyük zevklerimden biri “Bay Çarli ver bakalım abine biraz “burunla karışık yanak” der acaip sıkıştırırdım.
Tabi bay Çarli böyle anlarda tevekkül etmek yerine diş göstererek boğuşmayı tercih ederdi.
Hep ben galip gelirdim.
Ama fark ettiğim şuydu bay Çarli bu muhabbet devam etsin diye o haşmetli burnunu uzatmakta tereddüt etmezdi.
Kendine bazen “Harnup” derdim. Hiç itirazı olmazdı.
Sanki Bay Çarli demişim gibi bütün özendiriciliğiyle uzattığı burnunu önde tutarak koşup gelirdi.
Sevgisiz yapamazdı. Ona çok bağlanmıştık.
Geceleri en büyük zevki kendisine yaptığım kulübede değil de kapının önündeki paspas üzerine kıvrılmak ve ara sıra da bir iki “hav” çekmekti.
Bir de bekçilik yaptığını kanıtlamak istercesine acaba duyduk mu diye ayaklarını dayayıp pencereden içeri bakmaya çalışırdı.
Bir gün dış kapıyı kasıtlı açık bıraktım.
Bunu gören Bay Çarli koca gövdesiyle öyle bir içeri daldı ki direk salona girip çek yat kanepenin baş köşesine poz verecek şekilde kuruldu.
O görünüşünü gördüğümüzde yumuşayacağımızı çok iyi biliyordu.
Amacı da “bakın gördünüz, yol yordam da biliyorum, içeri nasıl girilir, nerede oturulur, nasıl poz verilir, yahu niye anlamıyorsunuz ben sokak köpeği değilim.
İnsanlar benim türümü evlerinde bakarlar… siz… atın kapıya…
Allahtan sizi çok seviyorum, yoksa bu aşağılanmayı kaldıramazdım…. bla.. bla…bla… “ demekti, hem de hiç umursamayacağımı bildiği halde.
Bay Çarliye komşular da alışmıştı. Aslında Çok yakışıklıydı.
Aslen Coli cinsi olduğu halde, Televizyonda oynayan köpek dizisindeki “Lessi”nin aynısı olduğu için, bazen dostlarımıza tarif ederken “Coli” yerine Lessi cinsi derdik.
Televizyon köpeğine benzediği için gelen geçenin de aşırı ilgisi olurdu.
Mahallenin sevgilisi olduğunu da sonradan fark ettik.
Bay Çarlinin iki belalısı vardı. Bunlardan biri iri bir çoban köpeği olan “Kocabaş”, diğeri de “Tekir” kediydi.
Her ikisini de sevmemize katlanamazdı.
Bay Çarli, Kocabaşa pek sarkıntılık edemezdi ama çizilen karizmasını, tekiri taciz ederek kurtarmaya bayılırdı.
Tabi Çarli’nin koca ağzı karşısında Tekirin pek şansı da yoktu.
Tek seçeneği kapı önündeki kaysı ağacının en tepesine tırmanmaktı.
Böyle durumlarda Bay Çarli de aşağıda nöbete durup ara sıra yukarı bir “hav” çekerek, nasıl olsa ineceğini ima ederdi.
Neredeyse bizim tekir uzun ağaç nöbetleri sonunda bazen kedinin kedi mi yoksa kuş mu olduğuna karar veremez hale gelirdi.
Sonunda iş başa düşer, ağaca çıkarak tekiri omzumda indirirdim.
Ağaca çıktığımı gören Bay Çarli derhal havlayarak acitasyona başlar adeta “indir, indir, indir” diye gaz verirdi.
Tabi indiğimizde omzumdaki tekiri sevdiğimi gördüğünde ise resmen kopardı.
devamı var