Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '10

 
Kategori
Öykü
 

Sevginin gücü

Hatice nine doksan yaşındaydı, kocası evlendikten on sene sonra vefat etmişti. Babası kasabada sözü geçen saygın bir kişiydi. Kasabanın en eski mahallesinde iki katlı bahçeli bir evde yalnız yaşıyordu. İki çocuğu evliydi. Oğlu Ankara Gazi üniversitesinde öğretim üyesiydi. Sömestre veya yaz tatillerinde fırsat bulursa, annesinin yanına gelirdi.

Bugün evde misafirleri vardı. Kızı Süheyla ve torunu Sibel. Hatice nine derinden bir ah çekerek, konuşmaya başladı. “Babam ölünce analığın elinde kaldık.. Kendi Çocuklarını okula gönderdi.Bizi göndermedi. İnsanın kendi anası gibi olur mu?” ”Annesiz yaşamak çok acı “Sibel ve kızına dönerek” sizin için sabah, akşam dua ediyorum.” Geçmişte yaşadığı olayları unutmamıştı. ”Kızım Allah Kimseyi anasız, babasız bırakmasın!.. Analık bir lokma ekmeği bile burnumuzdan getiriyordu.” Gözleri yaşlandı .Eliyle gözyaşlarını sildi.. ”Siz de öksüz kaldınız.Ben okumadım. Çocuklarımı okutacağım. Ben cahil kaldım.Onlar kalmasın dedim. Sizi okuttum.” Bu sefer hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Kızı “Ağlama anneciğim. Her şey geride kaldı.Çalışıp emekli oldun.Kimseye ihtiyacın yok. Kendini üzme.” Hatice nine gençliğinde ailesinin geçindirmek için çok çalışmıştı. Analığı okula göndermediği için okuma-yazma bilmiyordu. Küçük kızı Süheyla annesini ziyarete gelirdi. Annesini sık sık arıyordu. Torunu Sibel ninesinin yanına geldi. Yanağından öptü.”Nineciğim!..“ dedi. Birbirlerine sarıldılar. Anne annesi saçlarını okşadı.”Sibel benim biriçik torunum. Ölürsem beni unutma.” “Tamam mı?” “Unutmam nineciğim.” Küçük Sibel sekiz yaşında ilkokul ikinci sınıf da okuyordu. Annesi ne zaman ”anneme” gidelim dediğinde Sibel çok seviniyordu. En güzel elbiselerini giyip, aynanın karşısında süsleniyordu. Torunu gelmediğinde ninesi “Sibel nerde? “ diye soruyordu.

Hatice nine canlı bir tarihdi. O anlattıkça küçük Sibel in ilgisi daha çok artıyordu. İki elini çenesinin altına koydu, karşısına geçti. Onu dinliyordu. “ Kurtuluş savaşı yıllarıydı.. Yunan askerleri önce İzmir’i daha sonra diğer şehirlerimizi işgal ettiler. Bizde dağa çıktık. Orada saklandık. Deden bir gün köye inerken yunan askerlerini görmüş. Tabii deden kaçmaya başlamış. Arkasından ateş etmişler. Sırtından yaralanmıştı. Fazla kan kaybı olmadığı için tedavisini kendimiz yaptık. Elin gavuru ülkemizi işgal etti.” “ Peki sonra ne oldu nineciğim.” Ninesi “gel kucağıma otur” dedi. Torunun sarı saçlarını okşadı. Gözlerinden öptü. “Çeteler yunanlılara karşı iyi mücadele ettiler. Bir çok yerde cemiyetler kuruldu. Daha sonra düzenli orduya geçtiler.” Birden sessiz kaldı.İçinden “Hey gidi günler hey” diye mırıldandı. “Ankara da Atatürk meclisi açtı. Batı cephesinde şiddetli savaşlar yapıldı. Birçok askerimiz şehit oldu. Memleketimizin her köşesinde bir şehitlik var. Yunanlılar kaçarken köy ve şehirlerimizi yaktılar, insanlarımızı çocuk, kadın, yaşlı demeden öldürdüler. En sonunda İzmir de denize döküldüler.” “Sizler o günleri yaşamadınız. Bilemezsiniz.”

İki üç kere soluklandı. Yüzünde derin çizgiler vardı. Konuşmayı çok seviyordu. “ Size bir sırımı vereyim mi? “ “Uzun yaşamanın sırrı.” “ Ve başarılı olmanın sırrı” Sibel düşündü. Ninesinin ne sırrı olabilirdi ki?. Uzun yaşamanın bir formülümü vardı. Ama “başarılı olmanın sırrı da” dedi..Kafası karıştı. Şimdi gerçekten meraklanmıştı. “ Nineciğim nedir?. Söyle!..” Bu sırada kapının zili çaldı.. “Hatice teyze evdemisin?..” Hatice nine, ” Bu Ayşen karşı komşumuz, sesinden tanıdım. Benden yaşça küçük ama adeta iyilik meleği. Yaşlılık işte!.. Hava soğuk ve yağışlı olmazsa kapının önüne çıkarım. Orada oturur. Komşularımla muhabbet ederim. Ayşen kızım da beni görmeyince seslenir.” Ayağa kalktı. Bacaklarını tuttu. Ayaklarında kireçlenme ve romatizma vardı. Yürümekte zorlanıyordu. Pencereden “Ayşen !.. Kızım ve torunum Sibel geldi.” “İşin yoksa sende gel” “.Biraz sonra gelirim” Yerine oturdu. Kızına ve Sibel’e “Nerde kalmıştık?. Unuttum.” dedi. Sibel “uzun yaşamanın sırrı “ “ Ha!.. Birde başarılı olmanın sırrı” “Tamam. Hatırladım.” Kızı da meraklanmıştı. Oda heyecanlandı. Eskiden annesinin hastaları iyileştirdiğini biliyordu. Hasta olanlar onun yanına gelirdi. Annesi bitkilerden karışım hazırlar, onlara verirdi.Eğer cildinde yanık ve yarası varsa, karışımını yaptığı ilacı merhem gibi sürer, pansumanını yapardı. Şifa bulanlar.annesini ziyaret eder. Dua ede ede bitiremezlerdi. Acil olmadığı takdirde yabandan gelen hastaları kabul etmezdi. Bu yüzden annesinin adı “Doktor hanıma” çıkmıştı. “Anneciğim bize hiç bahsetmedin? ” “Kızım hayat tecrübeden ibarettir.” “Yaşadığınız hayatı her yönüyle inceleyip, değerlendireceksiniz” Küçük Sibel ve annesi Hatice nineye şaşkınlıkla baktılar. “Kulaklarınızı açın, beni iyi dinleyin!..” “Tamam dinliyoruz.” “Sevgi!..” “Sevgimi?” “Evet. Çocuklar!.. Her şey sevgiyle başlıyor.. Ümitsizliğe kapılmayacaksınız. ” “Şu doğadaki bitkileri, çiçekleri görüyormusunuz?, Hepsi birbirlerine gıpta ile bakıyorlar.. Ben uzun yaşamamı sevgiye borçluyum. Doğayı, insanları sevdim.. Babanız ölünce zorluklarla mücadele ettim ve ümidimi kaybetmedim.” “Biz kurtuluş savaşını nasıl kazandık? Sevgiyle. Vatan sevgisiyle. “Buna sevginin gücü diyebilirsiniz.”

Sibelin kulaklarında ninesinin söylediği “sevgi” sözcüğü yankılandı. Kızı da annesinin yaşamayı çok sevdiği için; onca yokluğun ve sıkıntıların üstesinden geldiğini anladı. Küçük Sibel ninesinden yeni bir şey daha öğrenmişti. “Sevgi “ ve “Sevginin gücü”
 

 
Toplam blog
: 58
: 809
Kayıt tarihi
: 09.10.10
 
 

Şiir ve makaleler yazıyorum. Yazılarım Salihli Sektör Gazetesinde yayınlanıyor. ..