Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mayıs '11

 
Kategori
İlişkiler
 

Sevilmek

Sevilmek herhalde en beceremediğim şey. Diyeceksiniz bunda senin suçun ne? Oysa ki tamamıyla ben suçluyum. Nitekim doğduğumdan beridir hep özel bir insan olmak gibi bir problemim var. Bunu annemin benim küçüklüğümü anlatışından bile anlarsınız: “1.5 yaşında hatasız konuştun! Daha üç yaşındayken 450 kişiye 3 kıtalık şiir okudun Canım Anaokulunda!”  

Evet, ben Türkiye’nin ilk anaokulu çocuklarındanım. Bu benim annemin çalışma azminin sonucundan başka bir şey değil oysa ki. Ama bu sayedir ki çok erken bir dönemde yoğun bir öğrenme sürecine girdim. Muhtemelen hobilerimin bir kısmını bu hocaların yönlendirmelerine borçluyum. Yani ben küçükken elimde şemsiye şarkı söyleyip dans ediyordum demek istemiyorum ama gerçek öyle. Muhakkak birilerinin yönlendirmeleri var benim yeteneklerimin ortaya çıkmasında. Aslında bu hep böyledir; yani, gerçekte, şanslı olmaktır, böyle insanlarla tanışıp onların bilinçleri doğrultusunda sen de bilinçli hareket edersin. Bu bağlamda benim teşekkür etmem gereken o kadar çok kişi vardır ki ede- ede bitmez. Ama bazıları vardır ki onlar senin hayatını değiştirmişlerdir. Benim için bu insanlardan ilki Mustafa Kemal Atatürk’tür. Hayatım boyunca onun gibi olmak için mücadele veriyorum. Daha ucundan bile yakalayamadım. Diğeri ise Yusuf Bolayırlı, THY eski genel müdürü, bendeki cevheri ilk görüşte keşfeden insan. İş hayatında ondan daha farklı herhangi bir şey üretmeyi başaramadım. Kendisinin başarılı bir taklitçisiyim o kadar. Ne kadar çok teşekkür etsem azdır. Ben sadece Yusuf Bolayırlı depreminin herhangi bir artçılıyım. (Bu depremle ortaya çıkmış nice depremler var ve her birimiz ayrı, ayrı minnettarız…)  

Asıl konumdan uzaklaşmış gibi görünsem de gerçekte öyle değil. Çok başaran insanların en büyük problemi anlaşılamamaktır. Çünkü zannedilir ki yapan-eden-gerçekleştiren bu insanların hiç birisi aslında insan değildir. Oysa tüm ihtişamlarına rağmen basit bir insancıktan ibaretlerdir onlar. Yani basit duygular içerindedir hayatları. Bunu ne kendileri, ne de çevredekileri fark etmezler ne yazık ki. Ve sonuçta onları korkunç bir paylaşımsız yalnızlık beklemektedir. Hatta bazıları sırf bu yüzden kendileri için arkadaşlar yaratırlar; tıpkı benim Eric’i yarattığım gibi. Kendi yalnızlıklarından korkarlar. Oysa korkunun ecele faydası yoktur. Bu tür insanlara hissedilen duygular genellikle yoğun duygulardır: Aşk, kin, nefret ve hayranlık gibi. Oysa sevmek duygusu tüm bu duyguların altında ezilen sessiz bir gemidir ve kimse varlığının farkında bile değildir.  

Ecrin’i gece devraldım bu sefer. Allah’ın armağanı anlamına gelen Ecrin, yani kızım. İleride toplumsal konumu belirsiz olan bir genç kız mı olacak? Yoksa benden gibi ya da benim gibi anlaşılmaz mı olacak? Ve bu yüzden bana yapıldığı gibi, toplum tarafından hünharca ötekileştirilecek mi? Yoksa kendine uygun bir erkek hiçbir zaman bulamayacak kadar yalnız mı olacak? O da benim gibi örnek gösterilen ama sevilmeyen bir insan mı olacak? İşte bu korkular yüzünden neredeyse baba olamayacaktım. Ama eşim evlilikteki eşitlik hakkını kullanıp çocuk istediğini söyledi ve Yetkin doğdu. Ve arkasından sabırsız Ecrin...  

Sevmek ve sevilmek ne kadar basit ama son derece doyurucu duygulardır. Ve kimseyi bu duygulardan mahrum etmeyelim?!!  

Olur mu???  

 

 

By Eric Van Buyten  

 

 
Toplam blog
: 631
: 293
Kayıt tarihi
: 10.04.11
 
 

Eric'i külden yarattım. Tamamıyla benim eserim. Söyleyeceği çok sözü, söylemek istediği az sözü. ..