Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Haziran '07

 
Kategori
Sinema
 

Şiddete meyyalim vallahi dertten: "Polis"

Şiddete meyyalim vallahi dertten: "Polis"
 

"Bu filmi yönetmene (Onur Ünlü) ve senaryosuna çok güvendiğim için kabul ettim. Türkiye'de bir ilk, ezberinizi bozacak..." demiş Haluk Bilginer.

"Polis" çok ilginç ve çok başarılı bir Türk filmi. Öyle ki, sinemeya "yeni bir soluk getirme" gibi bir derdi başından kabullenmiş ve yerine getirmek için elinden geleni de yapmış.

Musa Rami mesleğinin zirvesinde bir cinayet masası polisi. Özellikle yıllardır mafyaya karşı verdiği mücadele, filmin başındaki aksiyon sahneleriyle veriliyor...

Ailesinin hazırladığı sürpriz bir parti ile 63. doğum gününü kutlamasından 1 gün sonra kanser olduğunu ve 2 ay ömrü kaldığını öğreniyor.

Musa Rami, bu 2 ay içinde hem ailesine karşı tehditlerini iyice yoğunlaştıran mafyayla, hem de kendisinden 40 yaş küçük üniversite öğrencisi Funda’ya (Özgü Namal) karşı hisleriyle mücadele etmek zorunda kalıyor.

Ancak attığı her adım onu son adımına biraz daha yakınlaştırıyor.

Ünlü mafya ailesi İzmitlilerin Rami ailesine yönelik bitmek bilmeyen tehditleri, filmde sürekli sıradaki kim sorusunu sordururken, Musa Rami'nin analttığı birbirinde renkli hikâylerin mesajı şu: "Hiçbir şey göründüğü gibi değildir!é

Ben de filmi baştan sona böyle izledim. Tüm önyargıları baştan kıran film, aslında hiçbir şeyin, hiçkimsenin, yaşanan hiçbir olayın öyle olmadığını, gerçek olmadığını gösteriyor ki, bu anlamda çok başarılı...

Ayrıca ailenin piknik dansı, Musa Rami ile polis arkadaşının çeşitli knouşma versiyonlarının üst üste dört kez verilmesi ve dördünde de aldığı cevpların hiçödeğişmemesi, filmin deneysel ve yeni tarafını oluşturuyor.

Uzaktan çekimler ve yer-mekan kesintileri ise filmin en büyük iki handikapı. Pisuvar sahnesi gibi bir olayda Musa Rami'nin satranç oyuncusunu nasıl sıkıştırdığını öğrenmek istesek de nafile...

Musa Rami iyi bir baba, iyi bir polis ve iyi bir âşık... Görünen bir yüzü bu.

Görünmeyen diğer yüzünde, filmin açılışında dört kişiyi yere seren, hakaret eden korumaları pataklayan, şiddete meyili olan bir Musa Rami var.

Musa Rami işi, aşkı ve ailesi arasında giderken, aldığı beynindeki ur ve ölüm haberi, her şeyi değiştiriyor. Üstelik mafya da tüm ailesini yok etmek üzere...

Bazı sahneler çok komik ve neşeli, ancak öyle sahneler de var ki (Büyük oğlunun Musa Rami'yle hastanedeki konuşması gibi) vurucu bir hüzün. Yer yer de keskin bir romantizm.

Yönetmen çok cesur... Bilerek şaşırtmaya, önyargıları kırmaya, beklentileri yok etmeye çalışıyor. Üstelik tüm bunları yaparken "Şiddete meyyalim vallahi dertten" tarzı muhteşem bir şiirsellik de akıp gidiyor... Ağlatsa da, güldürse de, şaşırtmak en ön planda.

Polis filmlerinin hiçbiriyle bağdaşmadığı gibi, türler arasında rahatça dolaşıyor. Bir bakıyorsunuz aksiyon, bir kara film, bir dram...

Yönetmen Ünlü anlatmanın biçimleriyle oynarken, sürekli merak duygusunu korumuş. Kendini izlettiren, olayı ve karakterleri merak ettiren, yönetmenin neyi niye yaptığını düşündüren yapısıyla, seyirciyle oynayan bir film Polis.

Hangi sahne gerçek hangisi gerçek değil?!... İşte bunu yanıtlaması epey zor... Bir sanrının içindeyiz ama bu yönetmenin mi, Musa Rami'nin mi yoksa bizim sanrımız mı, anlayamıyoruz...

İntihar gibi şok eden sahneler, yönetmenin stilize ettiği, şimşek gibi aniden inen mizahı aynı zamanda...

"Gerçeklerle yetinen insanları aklım almıyor..."

Aslına bakılırsa güç gibi şiddet de zayıflık belirtisidir. Güçlü insan gücünü göstermez. Güç, gizli ve sessizdir.

Aklıma çok iyi bir roman olur düşüncesi gelse de, Murat Menteş'in "Dublor'ün Dilemması" romanını da andım...

Haluk Bilginer, Murat Menteş'le yaptığı söyleşide şunları söylemiş: "Seyirciye teslim olmak da pek isabetli değil. Yani “Seyirci acaba neyi beğeniyor?” diye yola çıkarsanız, samimiyetsiz ve kötü işler yaparsınız. Bu kaçınılmazdır.

Çünkü o zaman seyirciye yeni bir kapı açma imkanınız kalmaz. Sanatınız geri plana düşer; kitlenin gözünü boyama, onu ayartma ya da avutma devreye girer. Sanatsal gerçeğin yerini; günü kurtarma gibi temelsiz, verimsiz bir tutum kapar. Sinemada ya da tiyatroda “Bu yıl ne tutar?” sorusuna yanıt arayarak proje seçerseniz, bence batmaya mahkumsunuz ve batın da zaten.

Samimiyetsizlik içeriyor. “Bu yıl şunlar moda, şöyle şöyle şeyler moda, bu konular moda, bu konunun üzerine biz bir film yapalım abi!?” gibi bir yaklaşımla yola çıkmak, sanatın değil, holdinglerdeki halkla ilişkiler departmanlarının işidir. O yanıltır insanı.

Harika işi hiçbir zaman yapamayacağız. İnsan kendi kendini coşturmamalı. En iyi oyunumu, rolümü oynamadan ölüp gideceğim bir gün. Bunu biliyorum. Herkes bilir, fakat çoğu kimse bilmezlikten gelir. “Biz yaptık, oldu ve bundan iyisi de yoktur” demek çok büyük bir yanılgı. Hattâ, diyalektiğe ters, tabiatın kanununa ters.


Biz elimizden gelenin en iyisini yaptık, severek çalıştık. Bundan sonra bizim ağzımızı fermuarlayıp oturmamız gerekiyor. Seyirci verecek kararı. Seyirci heyecanlandı mı, bu filmi izlemek ona bir şey kattı mı, mesele budur.


(...) Fakat “iyi oyuncu” olarak ünlenmiş biri üzerinden iyi oyunculuğu tarif etmek aslında çok isabetli değil. 20 yaşında bir delikanlı çok dönüştürücü yenilikler getirebilir. İyi oyunculuğu birilerine zimmetlediğinizde, oyunculuğun sınırlarını daraltmış oluyorsunuz.

Bir sektörde çalışan herkesin yalnızca o sektörden ekmek yemesi lazım. Sinema bütün çalışanlarını besleyemiyorsa, henüz sektörleşmemiştir. Işıkçı, kameramanından, aktörlere kadar herkes bizde başka işlere de koşuyor.

(...) Her türlü çelişkiyi barındıran, benim oynamaktan çok hoşlandığım türde bir karakter. Adam 63 yaşında. 1 ay sonra ölecek. Beyninde ur var. Genç bir kıza aşık. Mafya başına bela. Ailesi tek tek öldürülüyor. Başına gelmedik felaket kalmıyor. Bu felaketler arasında bir insan nasıl davranır? Benim oyuncu olarak ilgimi çeken de bu. Çünkü tipik bir kahramanı oynamak eğlenceli değildir. Düz bir tiptir o. Kendi başka, aklı başka, kalbi başka bir yerde olan karakteri oynamak ise bir oyuncu için çok caziptir. Çünkü daha çok ‘malzeme’ vardır orda.

Hem Müslüman, cumaya gidiyor, hem de gözünü kırpmadan adam öldürüyor. Adam dövüyor, işkence derecesinde. Aynı zamanda aşık, aynı zamanda baba, aynı zamanda merhametli. Her şeyi yapıyor.

Bence çok dozunda kullanılmış bir anlatım unsuru olarak beliren bir şiddet var bu filmde. Fiziksel şiddeti estetize etmekle yetinen bir film de değil. Aynı zamanda, aşktaki, merhametteki şiddeti de yansıtmayı başaran bir film. Ayrıca “Şiddete meyyalim vallahi dertten” sloganı da filmin ironik, mizahi tatlar içeren ve derinlikli tarafını ifade ediyor.

Hakikaten ben de “Çok şükür” dedim Musa Rami rolü için. Bugüne kadar çok esaslı roller vardı da ben mi oynamadım? Bazılarını vaktim yoktu geri çevirdim, ama “Hay Allah, şu rolü oynasaydım keşke!” diye hayıflandığım bir rol de çıkmadı. Musa Rami karakteri, benim için bir şans oldu, işin gerçeği bu. Böyle roller, bu derece ilginç, güçlü karakterler çok nadir çıkıyor karşıma. Çok severek oynadım Musa Rami’yi.
"

Oyunculuklara gelirsek, Haluk Bilginer tek kelimeyle harika. Uğur Yücel'in yazıp yönettiği "Karanlıkta Koşanlar" dizisinde de polisti Haluk Bilginer. Sadece kulaklarımıza yer etmiş "Allah cezanızı versin" sözü, bize Kurutemizlemeci İhsan Yıldırım'ı anımsatıyor... Bilginer, oyunculuğunu öyle iyi konuşturuyor ki, bizi Musa Rami'yle ne yapacağımızı düşünmek kalıyor... Bu orjinal ve cesur deneme için en uygun isim, Bilginer olmuş.

Musa Rami’yi yaşamı ve mesleği şiddete yöneltiyor. Öldürdüğü bir adamın üzerinden 18 kurşun çıkıyor. İlk sahnede mafyanın oğlunu öldürüp eve gömleği kanlı geliyor ve kızı "Ay baba yine üstün başın kan olmuş" diyor. "Bir fırıncının nasıl üstünde un varsa Musa Rami’nin üzerinde de kan var." demiş Bilginer.

Tamamı oyunculuk eğitimi almış 25 oyuncu ve yaklaşık 300 figüranın görev aldığı filmin set efektleri ile dövüş ve dans koreografileri konusunda yardım almak üzere yurt dışından uzman ekip getirtilmiş. Yaralanmalar ve benzeri efektler için uzman bir plastik makyaj ekibi ile çalışılacak olan filmin post-prodüksiyon işlemlerinin bir bölümü yurt dışında gerçekleşmiş...

Filmde, Haluk Bilginer (Musa Rami), Özgü Namal (Funda), Ragıp Savaş (Komiser Yılmaz), Sermiyan Midyat (Nihal), Settar Tanrıöğen (Hayri), Kaan Çakır (Tayfun Selanikli), Aylin Çalap (Sevgi), Sinan Çalışkanoğlu (Haluk), Yeşim Ceren Bozoğlu (Derya), Emel Pala (Perihan), Neşe Şayler (Yo Yo Ma), Engin Benli (Volkan Selanikli), Murat Cemcir (Komiser Hüseyin) ile Gözde Akyıldız (Ece) rol alıyor.

Onur Ünlü'nün bu ilk yönetmenlik denemesi ve Haluk Bilginer'in oyunculuğu uzun süre takdir edilecek... Üstelik ilerki yıllarda ders niyetine de gösterilecek "Polis"... Hem Polis hem de müslüman olan bir karakterin sürekli adam öldürmesi, ateş etmeden önce dua etmesi ve intihar girişimi önce camide okunan duanın açıklaması da ayrı süprizler...



İronisinden deli kızlı kahramanlarına, versiyon ve dans sahnelerinden senaryosuna kadar "sıradışılığıyla" bu Polis size de içine alacakk... Ve "Biz çekerken çok keyif aldık, inşallah onlar da izlerken çok keyif alırlar." diyen Haluk Bilginer'e hak vereceksiniz...

Ya da kurşun... Her neyse...


Meraklısına filmin müziği:


SİTEM - CEZA

Kimse bilmez ki neye ne için ne kadar vakit var
İstesen de sırası yok ki ölümü ölmez sanan yar
Neler için harcarsın ömrünü neler için akar gider
Arkada kalana mı üzülürsün bence gidende çok beter
Mecbur kalıp yaptığın hatalar mı sana kaldı kâr
Dönüp baktığında verdiğin zarar elbet bir yerden patlar
Sıranı beklerken büyür şans beynindeki bir ur gibi
Hayat bazen de tatlı bir güzele yapılmış kur gibi
Bilmeceleri tek tek çöz yorgun olan bir çift göz
Üzgün olan her bir kimse düzgün olan hiç iş yok
Farkına var doğru sensin essin daim rüzgarın
Öyle çok yorulmuşsun ki saplanmış sanki bir ok
Senin işini senden daha iyi yaptığını sananlar
Vardır elbet bazen sende kendini en iyi sanırsın
Zaten sınırlar çizilmiştir çoktan buna inanırsın
Mecbur kalınca denize düşmeden de yılana sarılırsın

En son aldığın sayfaya ilk yazdığın sözler bunlar
Sende bu defter gibiydin öncede beyaz ve tertemiz
Şimdi bir müsvedde gibi hissetmektesin silmek imkansız
Birçok şey ve sen aynı bu kalem gibi oldun günbegün
Aynı bir kalem gibi tükenip bitecek her ömür
Ve geriye kalansa tahta sıraya kazılı ismimiz olur belki
Anlatılacak çok şey var paylaşılacak çok şey vardı
Fakat kaldı senle hepsi artık çok geç zaman geçti
Gerçeklerden kaçtıkça gerçeğinde vardın farkına
Üçüncü gözün açıldı ve beyninde kopar fırtına
Ben hep karanlık yerdeydim yalnız başıma
Şu an aydınlık önünde ama korkun aydınlıktan da fazla
Niçin yazmaya başladığımı hatırlamıyorum
Bir gün birleşti kağıt kalem ve ben
O gün bu gündür yazıyorum bu gün o gün olsa keşke
Zaman bir geriye dönse şöyle vicdanda ki azapta kalmazdı
Kader bu böyle yazılmış.

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..