Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 

17 Ekim '10

 
Kategori
Deneme
 

Şiirden boşanmak

Şiirden boşanmak
 

Artık düzyazı saati geldi.


Azımsanmayacak bir süre şiirle uğraştım. Önceleri bu çocukça bir uğraştı, ancak daha sonra şiir beni telaşlı bir kadın gibi, hızlı bir şekilde içine aldı. Onun dünyasına bu kadar acemice girmek, bende bir güçsüzlük duygusu uyandırmış ve içimde çok da haksız olmayan bir eksiklik ve toyluk duygusu oluşturmuştu. İçimde duyduğum bu eksiklik ise beni şiirden vazgeçirmek yerine, onun en önemli metinlerini ve tabiki yazarlarını keşfetmeye sevk etmişti.Bu sebeple, bütün yazdıklarımı bir kenara attım ve durmadan daha önce yazılanların evreninde kendime bir yön ve bir ses bulmaya uğraştım. Halk, Divan, İkinci Yeni, Mavi ne bulursam okuyor, okudukça da bu alanda başarısız olacağıma dair kuşkusuz bir inanç ediniyordum.

Uzun süren bir demlenme döneminden sonra kendi şiirlerimi oluşturma işine giriştim. Ama ne yaparsam yapayım, yazarsam yazayım bir türlü istediğim ritmi yakalayamıyor, aklıma geliveren güzel bir dizenin güdümüne girerek bütün olarak bir güzellik yaratamayacağımı acı bir şekilde fark ediyordum. İlk anlarda hissettiğim eksiklik duygusu, yerini bir hüsrana bırakmak üzereydi. Hüsrana uğradığımı kabul etmemek için, yolumu şiirden, şiir hakkında yazılan yazılara ve şair röportajlarına çevirdim, belki onlardan bir yol çizebilirdim. Bu umutla kendimi bu metinlere uzun süre kaptırdım. Attila İlhan’ın, Cemal Süreya’nın, İlhan Berk’in şiir hakkında yazdıkları, söyledikleri kafamda, şiir yazan insanların dünya ile ilgili bir dertleri olduklarını gösterdi bana.

Şairler, dünyayla alıp veremedikleri olan, kendilerini dünyadan alacaklı hisseden ve bu sayede bir şeyler yazabilen insanlardı. Çünkü şiir, dünyayı olduğu gibi kabullenmeyenlerin sanatıydı. Cemal Süreya, “Şiir Anayasaya Aykırıdır” isimli yazısında Novalis’in “Şiir alışkanlıklara karşı bir yaylım ateştir” sözünü hatırlatıyor ve “Bugün şiirin bir ucu toplumsal planda insan haklarını kolluyor. Bu şiirin çekirdeğinde ahlaki bir kaygı bulunduğundan değil, belki kurulu düzene aykırılık niteliği ağır bastığından oluyor. Çünkü insan haklarındaki ilkeler daha yürürlükte değil. Çünkü o ilkeler kurulu düzenle daha çatışma halinde. Ama onların bir gün toplumlarda geniş olarak uygulandığını, kurulu düzen içinde kaynaşarak ayrılmaz birer parça olduğunu düşünelim, o zaman şiir artık kollamayacak onları”* diyor ve şiirin hep anayasaya aykırı kalacağını söylüyordu. İlhan Berk ise bir röportajında “Şiir dünyayı değiştirmese de bir yerinden tutar diye düşünüyorum” diyordu. Bunlar ve buna benzer okuduğum metinler kendimi sorgulamamı sağlıyordu.

Bu sorgulamalarım sonucunda bir gün, benim dünyayla bir sorunum olmadığına, mutsuz insanların arasında olmamam için sandığımdan çok sebep olduğuna karar verdim ve şiire, uzaktan sevdiğim o telaşlı ama güzel kadına, daha mesafeli davranmaya, düzyazıyla ufak tefek kaçamaklar yapmaya başladım. Çünkü ben insanlara, dünyanın aslında mutlu olunabilecek bir yer olduğunu, ıssız bir yolda yalnız başımıza yürürken üstümüze çöken hüzünden bile mutluluk parçacıkları çıkarabileceğimizi anlatmayı sevmeye başlamıştım. Onlara, bir kitaptan okuduğum bir pasajı anlatmaktan müthiş bir zevk duyuyor, üstüme çöken hüzün bulutundan bile zevk aldığımı gülerek itiraf ediyordum. Hayır Polyanna değildim elbette ama şiirden; telaşlı ama bana hep üstten bakıp, kendini bir ödül gibi sunan ve içine alınca hala bırakmayan o kadından, düzyazının; sakin, hüzünlü ama neşeli kollarına kendimi atmıştım artık.

 
Toplam blog
: 3
: 502
Kayıt tarihi
: 16.09.10
 
 

Edebiyata, siyasete, yaşam tarzlarına ilgi duyan, son sınıf hukuk öğrencisi...

 
 
 
 

 
Sadece bu yazarın bloglarında ara