Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Nisan '11

 
Kategori
Anılar
 

Şımardık ki hem nasıl...Varan :1

Şımardık ki hem nasıl...Varan :1
 

Tiyatroya,sanata dil uzat...Yapılanı yık...Sahtekarı kolla...Beğenmediğini sürgüne yolla...Molla kendini kolla...

Fukara toplum,faiz kuyruklarında...Tüketim çılgınlığı fora...Banka adı altında tefeciler cenneti olduk ya...

Hırtlağa ve gırtlağa kadar tefeciye borçlanmış;altında son model arabayla gezenlerin simit parası bulamadığı bir paradise...

Önemli hadise ...Tek sorunumuz kaldı...kapatın üleyn..perdeleri...

Şımardık vesselam...

Tuzu kuruların,yapılanları yok etmeye çalıştıkları günümüzde, şımarık ve yüzsüzlerin sınav skandallarını üreterek pişkinlikle sırıttıkları şu saatlerde, mazide yaşadığım sıkıntılar geliverdi gözümün önüne...

Yine bir 12 Eylül öncesi yaşam öyküsü geldi aklıma...

İnsanlar birer birer yıkılırken,henüz heykel yıkmaya vakit bulamayanların çok olduğu günlerdi...

Yaşadıklarımızdan öğrendiklerimiz değil midir, bizi hayat ipine sarmalayan ?..Bildiklerimizi, gördüklerimizi, duyduklarımızı ''Üç maymunu '' oynamadan, yaşam okyanusu içinde yüzerken yorulduğumuzda sahile çıkıp gölgesinde serinleyeceğimiz palmiye gölgeleridir bu anılar...

Kırda bir piknik günü tadında sevdiklerinizle paylaşırsanız anılarınızı , yaşamın tadını alırsınız.Ben de bu duygularla hareket edip bir kış günü soba üzerinde pişen sıcak kestaneleri gözleyen çocukların heyecanı içinde okurlarımla yaşam tarihinden yine, küçük bir sayfayı aralayıp paylaşmak istedim.

............

1971 yılında uzun ve yorucu bir mücadele sonucu, İstanbul Üniversitesindeki öğrenciliğime noktayı koyup Ankara Üniversiteli oluvermiştim.

İstanbul'a göre daha huzurlu geçen üniversite yaşamımın üçüncü yılında mezuniyet tezimizi almak için bölüm başkanımla görüşmek için randevu almıştım.

O günlerde tez konusunu almak isteyen öğrencinin öneri sunma hakkı yoktu.Hocanın talebi doğrultusunda bilimsel tez çalışmalarınızı yapmak zorundaydınız.

Mezun olduğunuz tarihte, tüm derslerinizde başarılı olsanız dahi ''Tez kitabınız'' kabul edilip basıma hazır duruma gelmemişse diploma almanız mümkün değildi.

Fakülteyi 4 yılda bitirmesine rağmen, 4 yıl da tezini verememiş öğrenciler olduğunu duyardık.Yani öğrencinin 8 yıldır aynı fakültede dirsek çürütmeye devam ettiğine tanık olmuştuk.

Hatta yaşlı ve kıdemli bir öğrencinin plastik su tabancasını boyayıp tez profesörünü odasında tehdit ederek tezini kabul ettirme çabasının ''fiyaskoyla'' sonuçlandığı anlatmışlardı da bu duruma çok gülmüştük.

Ve işte o gün gelmişti.Tezimi almak için bölüm başkanımın odasındaydım.Asistanların, doçentlerin ''Desturla'' girdiği ;öğrencilerin derin bir saygı duyduğu, meşhur Edebiyat abidesi Prof.Dr.Kenan Akyüz'ün karşısındaydım.

Dizlerimin titremesini gizlemeye çalışıyordum.Hocamız, kitapların dekor olduğu odasında, sırtı dönük, elindeki klasik piposunun dumanı tüterek DTCF'nin penceresinden fakülte bahçesine bakıyordu.

''İyi günler hocam, tez konumu almak için gelmiştim.Sizce bir mahsuru yoksa...''

''.....'' Pipo tütmeye devam ediyor...

''.........!! ''

Bana dönmeden konuşuvermişti.

''Dün yine bu bahçede bomba patlattılar...Bak !..Kuşlar artık gelmiyor bahçeye...''

''Evet hocam...Çok üzgünüm !..İnşallah bir gün gelecek...bu da geçecek !..''

''Senin okumaya niyetin var mı ?..''

'' İnşallah hocam, bakın tezimi almaya geldim...Sayenizde...''

Aniden dönüp kadayıf sarısı pos bıyıklarının arasından bir gülümsemeyle bana baktı ve...

''Evladım, şu masanın üzerindeki zarflardan birini aç bakalım...İşte -tez konusu-, orada seni bekliyor !..

Ellerim titreyerek bir zarf seçmiş ve bir çırpıda okumuştum :

''Mahmut Yesari'nin 10 romanında vak'a kuruluşu...''

''Mahmut Yesari'nin romanlarının Osmanlıca nüshalarını bulup, önce günümüz diline aktaracaksın;sonra da vak'a kuruluşu üzerinde çalışmalarını tamamlayacaksın...Önümüzdeki Mayıs Ayında tamamla ve getir !..Hayırlı olsun !..''

''Teşekkür ederim efendim!..Eee...şey...Bu romanları nerede bulabilirim acaba ?..''

''Ankara'da bulman mümkün değil...-İstanbul kazan sen kepçe ...- Arayacaksın...Sahaflar sana yardımcı olur !..''

''Ama efendim !..Ben İstanbul'dan canımı zor kurtarmıştım !..İmkanlarım çok kısıtlı!..Başka bir şansım olabilir mi acaba?..Rica etsem !..''

Hocamız, tekrar dışarıyı seyrederek...

'' Hayat, taşlı ve dikenli yollardan ibaret evladım !..''

''.....!! ''

'' Peki efendim !..Saygılarımı sunuyorum...İyi günler efendim !..''

Hocamın elini öpüp dışarı çıktığımda elimdeki zarf terden hamur gibi olmuştu.Hemen asistan Bey'in odasına girivermiştim.

İsmail Bey , bizden üç dönem önce mezun olmuş;saygıdeğer bir ağabeyimizdi.Bana acıyan gözlerle bakarak'' çok zor bir tez konusu'' aldığımı belirtince üzülmüştüm.

Bana yine İstanbul sokaklarını karışlamak düşmüştü.O günlerde anarşi iyice azmıştı ve İstanbul'da devamlı sıkı yönetimler ilan ediliyordu.

''Emir , demiri keserdi.'' Bu kitapları bulmak ve bir an önce tezimi yazmak zorundaydım...Zaman hızla akıyordu.

Bazı öğrenciler harçlık bulamıyor;açlıktan ya da anarşiden ölmemek için üniversitelerini terk edip köylerine dönüyorlardı...

Şimdiki,kültür bakanımız olan Ertuğrul Bey,o zamanlar; yani 68 kuşağının çok hızlı ,örgütçü bir devrimcisiydi...

Bizlerin ...

Şımarmaya zamanımız yoktu...

......................................................................

-İzninizle gelecek bloglarımda,kısa kısa bu öyküyü devam ettireceğim.
..........

Edebiyat tarihimizin puslu dünyasında yeterince anlaşılamamış ve o yılların yoksulluklarında, genç yaşta verem hastalığından kaybettiğimiz kıymetli yazarımız Mahmut Yesarinin yaşam öyküsüne aşağıda, yer vererek sizleri bilgilendirmek istiyorum.
........

Mahmud Yesari
, edebiyatımızın önemli bir romancısı ve piyes yazarıdır. 1895'te İstanbul'da doğdu. Mahmud Yesari'nin soyadı, büyük dedelerinden gelmektedir. On sekizinci yüzyılın son yarısında şöhret bulmuş hattatlarımızdan Mehmed Esat Efendi, sol eliyle yazdığından dolayı -Yesari- lakabıyla anılırdı.

Mahmud Yesari, İstanbul Lisesini bitirdi. Güzel Sanatlar Akademisinde okudu. Bu sırada Birinci Cihan Harbi çıktı. Bunun üzerine askere alındı. Dönüşünde Diken Dergisi'nde karikatürist olarak gazeteciliğe başladı.

Sonra Kelebek adlı edebiyat ve mizah dergisini çıkardı. Piyesler yazmaya başladı. Daha sonra roman ve hikayeler yazdı. Bunlarda hayattan alınmış sahneler çoktur. Romanları daha romantiktir.

Tiyatro sahasına trajedi yazmakla girdi, sonra komediye yöneldi. İlk romanının adı Namus'tur. Piyeslerinin çoğu, Darülbedayi tarafından temsil edilmiştir. Gazetelerde, piyeslere ve temsillere ait tenkitleri çıkmış, birçok fıkraları yayınlanmıştır.

Anlaşılan bir dili ve usta bir anlatımı vardır. Hayatının sonuna kadar çeşitli dergi ve gazetelerde yazı hayatını sürdürdü. 1945'te tedavi gördüğü Yakacık Sanatoryumunda öldü.

Eserleri:

Roman : Çoban Yıldızı (roman, 1925), Çulluk (roman, 1927), Pervin Abla (roman, 1927), Kırlangıçlar (roman, 1930), Su Sinekleri (roman, 1932), Bahçemde Bir Gül Açtı (roman, 1932), Tipi Dindi (roman, 1933), Yakut Yüzük (roman, 1937), Yakacık Mektupları (hikayeler, 1938), Bağrı Yanık Ömer, Geceleyin Sokaklar.

Piyesleri: Tablo, Asri Hülyalar, Bekir'in Rüyası, Ayrı Oda, Çürük Merdiven, Sancağın Şerefi, Sürtük, Telli Turna, Hanife Hanım Hizmetçi Arıyor, Serseri ve daha pek çok hikaye, elliden fazla piyes ve yirmi beş roman yazdı.

.............

Kaynak:1- WWW.Ansiklopedi Türkçe bilgi.com
2 -M.Selek-dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/12/845/10702.pdf - Mahmut Yesari'nin 10 romanında vak'a kuruluşu(AÜDTCF Arşivi-1975)

 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..