Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Haziran '21

 
Kategori
Güncel
 

Sınırlayanlar, Sınırlananlar

Zaman zaman Avrupa’nın ve dünyanın haritalarını animasyon yapıp sosyal medyaya yüklüyorlar. Bir dakikada dünya haritası, beş dakikada Avrupa tarihi gibi foto-video türünde çalışmalarda renkler her an değişiyor, bir imparatorluk sonraki aşamada parçalanıyor, beş altı farklı renk oluyor. Haritada renkler her an değişiyor. Sürekli bir hareketlilik söz konusu yani.

Özellikle konu Avrupa’ya getirilirse değişimler nefes kesici hızla ilerliyor. Değişiklikler son yüzyıllarda sürekli İngiliz, Fransız, Almanlar arasında gel-gitler var. İnsanların geldikleri 2021’e kadar ne aşamalardan geçtiklerini gösteren bu animasyonlar tarihçi değilim ama ülke sınırlarının değişiminin ne aşamada gerçekleştiğini göstermesi bakımından nefes kesici. Medeniyetler de anlaşıldığı kadarıyla doğuyor büyüyor, parçalanıyor ve yok oluyor. Vahşi bir orman misali güçlü zayıfı yiyor hayatta kalıyor sonra o da yaşlanıyor o da ölüyor. İnsanların yaşadıkları çağı zamanı, savundukları fikirleri ölümüne savunmalarını doğrusu anlayamıyorum. Dün var olan bugün geçerli değil, bugün var olan belki yakında olmayacak. O yüzden öleceğe o kadar da fazla umut bağlamak, ölümlüye ölümsüz muamelesi yapmak ne anlamsız. Kasıla kasıla yürüyen insanın ruhuna bilmem ama bedeni yarın minicik kurtlara yem oluyor. Beden ilk yumuşak dokulardan başlıyor, bağırsak, mide, dil, cinsel organlar herhalde ilk çürüyenler, kemikler ise en sona kalacak olanlar.

Sıfatları ne olursa olsun mevzu yaşayan bir varlıksa ve doğmuş, doğurulmuşsa ölümlü oluyor ki buna kurallar, kaideler hatta medeniyetler de dâhil. Buna rağmen nasıl oluyorsa oluyor birileri diğerlerinin kararları üzerinde o kadar etkili oluyorlar ki tabiri caizse karar vericiler kendilerini kısacık hayatlarında tanrı yerine koyarken haklarında hüküm verilenler köleleşebiliyor. Mevzu bizim için de fark etmiyor. Günlük hayatımız o kadar yoğun ki birçok Avrupa ülkesinde bir yılda olmayacak olaylar bizde fazlasıyla ve bir haftada gerçekleşebiliyor. İster kabul edelim ister etmeyelim ki bu gerçeği değiştirmez Avrupa ve Amerika bizim gibi birçok ülkenin patronu. Bunu nereden anlıyoruz, şirketlerimiz satılıyor onlar alıyor, en değerli madenlerimiz onlar için üretim yapıyor, otellerimizde onlar en ucuza konaklıyor, bizler onların ülkelerine gitmek ve onlar için çalışmak için can atıyoruz. Onlarsa daha önce yaptıkları gibi insanlarımızın dişinden dinine, mesleğinin niteliğine kadar her konuda karar vericiler. En güzel çaylarımız onlar için kesiliyor, toplanıyor, yerli piyasasında görülmeyen her türlü ürünü onlar test edip onayladıktan sonra alıyor. Eğer biz güçlü olsaydık, biz onların rolünde olurduk. Bunun neresi yanlış! Düz mantık yani…

Türkiye’nin Osmanlı’nın son yüzyılının kaderini Avrupa ile Rusların çizdiği bilinen bir gerçek. Özellikle 2. Dünya Savaşından sonra dengeler değişse de bu Almanya’nın ve Türkiye’nin kaderini bir kez daha değiştirdi. Atatürk gibi sonrakilere göre kat be kat atılım yapmış bir liderin erken ölümü sonrasında Amerika’nın uydusu haline getirilişimiz ise ayrı bir olay ki, ağır sanayiden tekrar tarıma yönelişimiz, üretim bandında uçaklarımız varken fabrikaları kapatışımız abartılı ve çarpıtılmış devrim hikâyeleri arkasından sağ-sol sonrasında doğru-yol, anavatan falan derken bugünlere geldik. Özellikle 50’lerden sonra temeli atılan birçok örgüt, komünizmle mücadele dernekleri, solcu örgütler, dini yapılanmalar Türklerin peyderpey Almanya’ya işçi olarak gitmesinden sonra atıyor ve seksenlerde doruk noktasına ulaşan sağ sol olayları neticesinde askeri darbe geliyor. İlginçtir Türkiye’de o zaman da Almanya, Fransa, Belçika, Avusturya, Hollanda ve İsveç gibi ülkelere sığınanlar her iç kargaşadan sonra sağcısı solcusu, İslamcısı asla başka ülkelere sığınmıyor da sanki evlerine dönüyormuş gibi orada hayat buluyorlar.

Avrupa aslında ilginç bir kıta; aslında devletlerin hepsiyle problemi var. Misal Polonyalılar Almanya’nın yaptıklarını unutmamış, öte yandan Avusturya’nın onlara yaptıklarını da bir yere not etmişler ve Ruslar da potansiyel listelerinde ancak tarihsel belleklerinde yine de Avusturya’nın yanında bize karşı kazandıkları zaferle gurur duyuyorlar.

Macarlar da aslında farklı değil, bir Rusya’nın çizmeleri altında bir Almanların ezdiği daha önce Avusturyalı liderlerin sömürge valileriyle idare ettiği ülke. Osmanlıya karşı şavaşları onları dinçleştiriyor. Gerçi son zamanlarda Fransız tarihçinin yazdığı “TURAN” fikri çerçevesinde bir sıcaklık gelişse de elektrik dağıtımından, metro hatlarına kadar hemen her konuda Alman ve Hollanda menşeili şirketlerce kontrol edilen ülkede kaymağı Batı Avrupa devletlerinde yerleşik şirketler yiyor.

Romanya da benzer süreçlerden geçmiş, onların da motivasyonlarından birisi kazıklı voyvoda ile gurur duyuyorlar. Ülkede otel işletmecileri, kumarhaneler de dâhil Gürcü Yahudilerinin elindeymiş, petrol şirketleri Batı Avrupalıların eline geçmiş durumda. Kayda değer bir Macar nüfusu içinde barındıran ülkede ikinci sınıf statüsü gören bu insanların kendi bayrakları var ve kendilerini Türk olarak değerlendiriyorlar. Köstence’de ise Osmanlı’dan kalan Müslümanlar varlıklarını devam ettiriyorlar.

Slovakya beş milyondan biraz fazla bir ülke ancak söz konusu ülkede beş yüz binden fazla Macar yaşıyor. Macarların kendi dillerinde ibadet etmeleri yasaklanmış, Macarlar huzursuzluk içindeler

Doğu Avrupa’nın Varşova Paktına üye olması ve elbette batı gibi Rönesans yaşamaması ekonomisi onları da bizim gibi batının hem işçisi hem pazarı hem de kaynaklarının doğal sahibi yapmaya yetmiş görünüyor.  Bulgaristan Yunanistan gibi ülkelerde bulunmadım ancak yukarıda saydığım ülkelerde en etkili ülke elbette Almanya ve Almanya Hitlerin zorla yapmak istediğini ekonomik olarak bu ülkelerde fazlasıyla yapmış görünüyor ki, Almanya İkarus gibi kendi ülkelerinin gururu olan markaların ölümüne çok üzülen halklar aslında sınır anlamında da sorunlar yaşama potansiyeli taşıyorlar. Öte yandan Almanya, malumunuz düzenli orduları terhis edildikten sonra hemen her şehrinde Amerikan üssü ile ülkede gerçek patronun kim olduğunun izlerini verse de dünyaya sundukları markalar onlara Alman olmanın haklı gurunu yaşatıyor. Özellikle 2. Dünya Savaşı esnasında Hitleri destekleyen şirketlerin varlığını devam ettirmeleri onlara IRAK-İRAN savaşı esnasında en fazla silah ya da silah parçaları satma imkânı veriyor.  Amerika orada süs için elbette kalmıyor. Hatırlayın 11 Eylül saldırılarını düzenleyenlerin Almanya’da pilotluk eğitimi aldıkları açıklanmıştı ve Afganistan’dan Irak’tan getirilen tutuklular Almanya’daki Amerikan üslerinde sorgulamışlardı.

 

 

*

**

Milletler dünyanın her bir tarafına dağılmış olmakla birlikte kendi varlıklarını koruyan ve bir araya gelebilme konusunda etkileyenler ve etkilenip parçalananlar olarak ikiye ayırmak mümkündür. Aynı şekilde sınır çizenler ve sınırları çizilenler olmak üzere yine ikiye ayırılan devletlerin varlığı şüphe götürmez bir gerçektir. Bulgaristan sınırı çizilen ülke olarak doğan ülkelerden biridir ki Bulgaristan’ı kuran kurucu kadronun Merzifon’daki Amerikan Kolejinden mezun olanların olması, akıl hocalarının evanjelistler olması gerçeği karşımızda durmaktadır. Aynı şekilde Yunanistan’a da çok sayıda Türk’ün sırf Ortodoks oldukları için gönderildiklerini bugün daha iyi biliyoruz. Ataları Karamandan giden Karamanis sanıyoruz ki bu gerçeği daha önce söylemişti. Bu bölgede diğer bölgeler gibi din çerçevesinde ümmetçi bir toplum oluşturulduğu daha o günden görünen Karamanoğlu Beyliği bünyesinde bulunan Ortodoks Türklerden şu anda pek azı Türkiye’dedir ve halen bir patrikleri dahi mevcuttur. Sevgi Erenerol, Atilla Erenerol isimlerini daha önce bazıları duymuş olabilirler ki söz konusu isimler rivayetlere göre yüce önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “sen papa patrik değil, baba patriksin” diye övdüğü rivayet edilir. Papa Eftim’in torunları olan söz konusu kişilerin dinlerinin farklı olması bazıları için sorunken bugünlerde son elli yıldır yabancılarla evlilik furyasını, Adana İncirlik, İzmir Çiğili Nato üssü sebebiyle yabancılarla evlilik, din değiştirme de dâhil normal karşılanmaya başlanmış bu halk nazarında bir soruna neden olmamıştır.

 Kurtuluş Savaşı sırasında Atatürk’ten yardımlarını esirgemediği bir Türk olarak kayıtlarda dururken, Yunanistan’a gönderilen Türklerin gönderilmemesi Papa Eftim cemaati için çok uğraşlar vermiş ancak pek başarılı olamamıştır. Cemaati Yunanistan yolcusu olmak mecburiyetinde kalmışlar çeşitli kaynaklara göre; giderken de “bizler Rumca bilmeyiz, Türkçe bilir, Türkçe söyleriz bizi göndermeyin” ricaları pek bir karşılık bulmamıştır.

Gelecekte belli bir denge içinde kontrol altında tutulan uluslar projesinin çeşitli örnekleri mevcuttur. Buna her ne kadar Yunanistan, Rumlar, Macaristan, Bulgaristan, Romanya, Polonya ve elbette eski Yugoslavya mirasçıları da dâhildir. O halde Avrupa’da gerçek patron kimdir.  Sınırlarını kendi başlarına çizme kabiliyetleri olan, Rönesans’ın getirdiği bilimsel altyapıların, gelişmelerin etkilerinin en çok görüldüğü, diğerleri karanlık çağda iken bulundukları konum itibariyle erken dönemde sömürgeci olmuş devletlerdir ki, Katolik ağırlıklı olmayan bu yapının içinde, merkezinde elbette Cebelitarık’ta ayrı bir devlet kurulmasına boyun eğecek kadar güçsüz bir İspanya, ilk sömürgeci unvanını elinde bulunduran ve Osmanlı Devletini deniz savaşlarında mağlup eden, en ünlü Türk denizcilerinden birinin bu yenilgiden ötürü kellesinin gitmesine sebep olan Portekiz yoktur. Avrupa’nın patronu nüfusları ne olursa olsun, ‘Protestan Akraba Krallıklar Topluluğu’dur.

 

 

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..