Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '07

 
Kategori
Sosyoloji
 

Sirkeci Garı ve tahta bavullar

Sirkeci Garı ve tahta bavullar
 

Artık kabak tadı verse de, “Altmışlı yılların başında… Sirkeci Garı’ndanEllerinde tahta bavullarla…” diye bir hayli duygusal başlayan yazı ve söylemler, “ Almanya’da şu kadar Türk yaşar; hane başına bu kadar Türk düşer; 90 bin Türk kendi işinin patronudur; Mehmet Scholl’ün babası Türk’tür!” böbürlenmesiyle sona ermekte.

İsterseniz cıvık ve itici bir yaklaşımla “ Gurbetçi” veya “Alamancı” diye isimlendirin, isterseniz “Göçmen” deyin… Veya daha süzülmüş, kulağa daha hoş gelen fiyakalı bir değerlendirmeyle “Euro Türkler” diye nitelendirin; hiç fark etmez.

Bünyesinde her türlü tanıma ve isimlendirmeye uygun bireyleri barındıran ilginç bir toplumdur, Avrupa’daki Türk toplumu.

Pek dile getirilmese de altmışlı yıllarda başlayan göç hiç ara vermeden yetmişli, seksenli, doksanlı ve iki binli yıllarda da sürmüş, zamanla tahta bavulların yerini yapay deri valizler, o meşhur Sirkeci Garı’nın yerini ise havaalanları almıştır.

Başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerine şu veya bu şekilde göç edenlerin elleri boş değildi tabii. Geldikleri dönemim “Değer yargılarını”, Alışkanlıklarını” ve “ Davranış biçimlerini” de beraberlerinde getirmişlerdi.

Anavatandaki siyasi kutuplaşmaların yoğun olduğu seksenli yılların başında Avrupa’ya gelen göçmenlerle, “ kullan kafayı dön köşeyi” düşüncesinin hâkim olduğu doksanlı yıllarda gelen göçmenlerin beklentileri benzerlik gösterse de davranış biçimleri, hayata bakış açıları farklıydı. Kariyerizm kolaycılığının tavan yaptığı iki binlerde ise gecikmenin verdiği bir acelecilikle “ parayı bul da nasıl bulursan bul” parolası etkindi.

Çeşitli ve birbirinden farklı zaman katmanlarında göç kervanına katılan bireyler hem içine girdikleri toplumu etkilediler, hem de ister istemez etkilendiler. Sonuçta ortaya devamlı değişen ve “ Homojen” olmayan karma bir toplum çıktı.

Göze görünür en belirgin “ortak” özellikleri ise, yüzde doksanlara varan bir oranda “geçerli bir meslekten yoksun” olmalarıydı. Bu süreçte “ ısmarlama damatlar” ve “ithal gelinler” ile ilgili haber ve yorumlar çıktı gazetelerde. “Evlilik yapmak” diye bir terim türedi. Her türlü sorun karşısında sanki bir bütünlük varmış gibi ele alınan, benzer ve farklı yönleri görmemezlikten gelinen bu toplumun içine düştüğü açmaz ve çıkmazları yeterli ölçüde araştırıldığını, sağlıklı bir şekilde tartışıldığını söylemek oldukça zor.

Kısaca toparlarsak, sanatta, siyasette, sporda ve ticari kulvarda sivrilebilmiş göçmenlerin tamamına yakını ikinci kuşaktan. Ya bulundukları Avrupa ülkelerinde doğup büyümüşler, ya da çok küçük yaşlarda gelerek eğitim ve öğrenimlerini Avrupa ülkelerinde tamamlamışlar. Bedeli ise birinci kuşak ödemiş.

Seksenli yıllardan günümüze kadar olan göç sürecinde hafızalarda yer edinebilmiş bir ismi telaffuz edebilmek oldukça zor. Bu tür farklılıklara rağmen Avrupa’daki göçmen toplumun bakış açısı hiç değişmedi. Kapıkule’yi ardında bırakan ya “gurbetçi” ya da “ Alamancı” olarak nitelendiriliyor ve bu toplum bir bütün olarak ele alınıyordu.

Kenarından kıyısından yapılan eleştiriler, “ Avrupa’daki gurbetçiler Avrupa Birliği kapısındaki Türkiye’nin ‘imajını’ bozuyorlar mıydı, yoksa bozmuyorlar mıydı?” derecesine ulaştı. Güzel ülkemizi Alanya, Antalya, Bodrum ve Marmaris’ten… Etiler, Şişli ve Akmerkez’den ibaret sayan kimi şaşkınlara göre ise gurbetçiler 50 seneyi aşkın bir süredir Avrupa’da yaşıyorlardı ama anavatana oranla 50 sene geri kalmışlardı!

Bu tür eleştiri ve yorumlar devam ederken, Avrupa ülkelerinin Türkiye’deki konsolosluklarının önündeki kuyruklar uzuyor ve kapağı Avrupa ülkelerinden birine atma tutkularında ise hiçbir azalma gözlemlenmiyordu.

Kendi köyünün üç-beş kilometre uzağındaki bir başka köyü bile “Yaban el” diye nitelendiren bir yapıya ve anlayışa sahibiz biz. Dışlamada, ötekileştirmede, ayrımcılıkta üstümüze yok!

Artık Türkiye’de her şey var” söylemleri hangi yaraya pansuman olur bilemeyiz tabii. Ama kesinlikle bildiğimiz bir şey var:

Kapıkule’yi ardında bırakan her Türk, Türkiye’yi yansıtan bir aynadır!”


Anavatandan Avrupa’ya olan göç nihayet bulmuş değil! Bu yüzden göçmen toplumunu kesin bir şekilde tanımlayabilme imkânlarından yoksunuz.

Ama futbol milli takımımızın neredeyse tamamını oluşturan göçmen çocukları için söyleyebilecek bir çift lafımız olabilir:

“ Onlar ne gurbetçi, ne de Alamancı!”

Onlar içimizden birileri.

Bizden!

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..