Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Temmuz '06

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Siyahlar - beyazlar

Siyahlar - beyazlar
 

Bir çocuk filmine tam ortasından dalarsanız bodoslamasına, denk gelirseniz yani bir savaş sahnesine, hemen sorarsınız “ hangileri iyiler, hangileri kötüler ” diye. Gözlerini ekrandan ayırmadan yanıtlar sizi bir ufaklık; “ beyazlar iyi, siyahlar kötü ”…

Afganistan’a saldırmadan önce Başkan Bush, açıklama yapmamış mıydı, “ Dünya artık iki kutuplu, iyiler ve kötüler. Ya onlardansınız ya bizden ” diye?

Çocukken hep “ Yüzüklerin Efendisi ” kıvamında algılıyordum hayatı. İyiler ve kötüler keskin çizgilerle ayrılıyordu. Aydınlık tarafta değil miydi Elfler? Karanlıklar diyarında Orklar yer almıyor muydu?

İnsanların içini ya siyah olarak düşündüm ya da beyaz. Her şey o kadar basitti işte. İyiler hep iyi, kötüler hep kötüydü. Karanlığı, gölgeleri hep kötüler severdi.

Sonra günün birinde “ gölgelerin gücü adına ” iyilik saçmaya başladı iyilerin bir kahramanı. Küçücük dünyam allak bullak oldu. Demek iyiler de gölgelerden güç alabiliyordu.

Şu meşhur “ ying-yang ” sembolünü gördüm sonra. Hani bir dairenin S biçiminde ikiye ayrıldığı, bir tarafının beyaz, bir tarafının siyah olduğu, siyah bölümün içinde küçük bir beyaz noktanın, beyaz olan bölümdeyse küçük bir siyah noktanın olduğu uzak doğu sembolü. Yani o küçük şekil demek istiyordu ki, “ her iyinin içinde biraz kötülük, her kötünün içinde biraz iyilik vardır ”…

Ve daha da büyüğümde, artık yaşımı telaffuz ederken “ yirmi ” ile başlayan sayıları söylemediğimden beri yani, gökkuşağı görmeye başladım insanların içinde. İyilikle kötülüğün iç içe girmiş olduğunu, ama bununla da kalmayıp çok daha farklı bileşenlerin de karıştığını öğrendim. Hiç beklemediğiniz bir anda, hiç beklemediğiniz birinden iyilik görmenin, sırtımızı yasladığımız kişiler tarafından hançerlenebilmenin mümkün olduğunu öğrendim.

En büyük yalanlarımızı kendimize saklıyormuşuz meğer. Ne kadar temiz, ne kadar kirlenmemiş, ne kadar dürüst, ne kadar onurlu olduğumuz masallarına ne de çok ihtiyacımız varmış.

Biten aşklarımızdan arta kalan cümlelerimiz hep incinen dizlerimizle dolu değil mi? Kıymeti bilinmeyen hep biz olmadık mı? Hep bizim sevdiklerimizdi vefasız olanlar.

Yolları ayırdığımız dostlarımız incitmişti bizi değil mi? Bizim için önemi yoktu hiçbir şeyin arkadaşlık dışında.

Ne zamandan beri ihtiyaç duyduk ki biz kendimizi kandırmaya? Kim öğretti bize kanattığımız dizleri yok saymayı?

Biz top yekün yanlış anlamıştık “ Kirlenmek güzeldir ” diyen o reklâmı. Renklilerle beyazları ayrı yıkamaya alıştığımızdan mıydı, kendimizi de “ beyazlar ” ın yanına koyuşumuz?

Hepimiz kendi sabahımıza başladığımız anda ilan ediyoruz o gün kimlerin iyi kimlerin kötü olduğunu. Fakat hiçbirimizin beyazı, bir başkasının beyazıyla uyuşmuyor. Ve hiçbirimiz kendimizi siyahlara dâhil etmeyi yediremiyoruz kendimize.

Şimdi bir çocuk ansızın fırlasa ortaya, bağırsa mesela; “ Anne bak, kral çıplak! ” diye. Elbirliğiyle susturur muyuz, yoksa kendimizle yüzleşmeye mi başlarız? İçimizdeki renkleri kabullenmeyi öğrenebilir miyiz mesela? Sandığımız kadar da beyaz olmadığımızı öğrensek, çok mu üzer bu bizi?

Güneşli bir sabaha uyansak mesela, bir baksak aynaya, “ bugün ” desek mesela, “ bugün kendime yalan söylemeyeceğim ” desek… “Bugün kendimdeki ve bütün insanlardaki renkleri göreceğim, kanayan dizlerimi bildiğim kadar kanattıklarımı hatırlayacağım” desek, dünyanın sadece siyahlardan ve beyazlardan oluşmadığını, iyilerle kötülerin kesin çizgilerle ayrılmadığını kabul etsek çok mu zorlanırız acaba?

Akşam güneşi veda hazırlığındayken kente, balkonun demirlerine yaslayıp kolumu izliyorum çarşı meydanında pür telaş koşuşturan insanları. Bir Sezen Aksu şarkısı mırıldanıyorum önümden akıp giden hayata bakarak

Eller günahkâr, diller günahkâr
Bir çağ yangını bu
Bütün dünya günahkâr…
Masum değiliz,
HİÇBİRİMİZ…

 
Toplam blog
: 70
: 1618
Kayıt tarihi
: 23.07.06
 
 

Milliyet Blog'un ilk yazarlarındanım. Uzun yıllar gazetecilik yaptım, sonra bir sabah uyandım ki ..