- Kategori
- Siyaset
Siyasal İslamcıların üstünde “TEKEL direnişi” hayaleti dolaşıyor
Sonunda ağzındaki baklayı çıkardı. Yıllardır, demokrat görünebilmek için gerçek düşüncesini saklayan ve sol kamuoyunu epeyce meşgul eden, Ergenekon’la yatıp, Ergenekon’la kalkan, siyasal islamcıların önde gelen yazarlarından Abdurrahman Dilipak, 7 nisan tarihli Vakit gazetesinde, öyle bir senaryo yazdı ki, evlere şenlik. Okumaya doyamıyor insan. Yazı, bütünüyle iktidarı korumaya yönelik bir zihniyetin ürünü.
Yazının, bir bölümünü alıntılıyorum: “ Bu arada Tekel işçilerinin de Ergenekon’un koruyucu kalkanı ve tramplen tahtası, Truva atı görünümünden çıkmaları gerek. Son gözaltında bir düzine tutukludan 5’te 4’ü Tekel işçisi değil. Direnişi izleyen bir gazeteci arkadaş aradı, eylemcilerin ayakkabılarının hepsi aynıymış. Kim olabilir bunlar? Birtakım öğrenciler de bildik çevrelerin militanı. Tekel işçileri kendilerini bu kirli ve tehlikeli oyunda daha fazla kullandırtacak olurlarsa kendilerine yazık ederler. Malum medianın da bu gençleri ve çevreleri yangına körükle gider gibi kışkırtmaktan vazgeçmesi gerek. Bu işin bir hak arama mücadelesi değil, birilerini sokağa dökmek için bir istismar vesilesi olduğunu artık herkes biliyor. Ergenekon; işçileri, öğrencileri, emeklileri, gazileri, şehid ailelerini bile sokağa dökemedi. Son çare olarak sanırım Tekel işçilerini buldular. Onlar da bu ilgi ve destekten memnun gibi gözüküyorlar ama, artık gerçekleri görüp umarım kendilerini daha fazla kullandırtmazlar.. Bu işe işçi hakları çerçevesinde destek veren bazı siyasiler ve sendikacıların da artık oynanan oyunun farkında olmaları gerek.”
Bu yazıyı yazan ruh hali bana tanıdık geldi. Sadece bazı kelimeleri değiştirerek bu yazıdaki zihniyeti deşifre edebiliriz. Ergenekon’un yerine “komünistler”, “komünizm tehlikesini” koyun. Dönem mi? Hiç fark etmez. 1950’ler Türkiye’sinde, iktidar payandası bir gazetede, iktidardaki Demokrat Parti’ye akıl veren bir üslupla, pekala yer bulabilir bu yazı. 1960’ların anti-komünistlerinin çobanı, Süleyman Demirel’in okuyacağı başucu kılavuzu niteliğindedir aynı zamanda. 1970’lerin akıncılarına ve faşistlerine, devrimcilere saldırırken ilham verebilir bu yazı. 1980 öncesinin darbe çağırıcısı, 1980 sonrasının darbe şakşakçısı ve bütün iktidarların başmabeyincisi Nazlı Ilıcak’ın kaleminden de çıkmış sanabilirsiniz. Bu yazının benzerlerine, bugünün iktidar yanlısı bir çok basın-yayın organında da rastlayabilirsiniz. Yazıyı kaleme aldıran zihniyet aynı. İktidarı koruma içgüdüsü, iktidarı için tehlike olarak gördüğü siyasal hareketi karalama, mahkum etmek istediği siyasal anlayışı dönemin en olumsuz ve olmadık örnekleriyle özdeşleştirerek, halkın gözünde, bu hareketin meşruiyetini sönümletmek. Yazar, bir ara, Toktamış Ateş ile birlikte bir dizi etkinlik yaptı. Sol kamuoyu O’nu, düzene karşı bir aydın olarak tanıdı. Siyasal İslam’cı kimliği, Toktamış Ateş ile birlikte yaptığı bu etkinliklerle, demokrat bir havaya büründü. Ancak, Siyasal İslam’ın iktidar olmasıyla birlikte, bütün iktidarların, onu destekleyen aydınları yozlaştırması, kuralı, yazarımızı da etkisi altına aldı. Aksi durumda aklı başında hiçbir kişi, son yılların en büyük işçi direnişi olan “Tekel Direnişi”ni Abdurrahman Dilipak kadar çarpıtarak değerlendirmezdi. Dilipak, “Tekel Direnişi”ni mahkum etmek için, Türkiye’ye özgü sağ siyasetin, sol ideolojinin meşruiyetini sorgulatmak için kullandığı argümanların en çirkin örneklerini kullanıyor.
-Tutuklananların 5’te 4’ü Tekel işçisi değilmiş.
-Eylemcilerin ayakkabılarının hepsi aynıymış.
-Birtakım öğrenciler bildik çevrelerin militanıymış.
-Bu direniş, bir hak arama mücadelesi değil, birilerini sokağa dökmek için bir istismar vesilesiymiş.
-Ergenekon; işçileri, öğrencileri, emeklileri, gazileri, şehid ailelerini bile sokağa dökememişte, son çare olarak Tekel işçilerini bulmuş.
-Tekel işçileri bu ilgi ve destekten memnun gibi gözükmeyi bırakıp, gerçekleri gömeli ve kendilerini daha fazla kullandırmamalıymışlar.
- Bu işe, işçi hakları çerçevesinde destek veren bazı siyasiler ve sendikacıların da artık oynanan oyunun farkında olmaları gerekliymiş.
Pes doğrusu. Çarpıtmanın, karalamanın, hakaretin, görmezden gelmenin, küçük düşürmenin, çarpık zihniyetin, sol düşmanlığının, iktidar yandaşlığının ve dar kafalılığın bu kadarına da pes. Siyasal İslamcıların, demokrasi anlayışının sınırı bu yazı olsa gerek. Tarihi, sınıf mücadeleleri ekseninden çıkararak, doğruluğu kendinden menkul bir anlayış olan, merkez-çevre, asker-sivil eksenine oturtmaya çalışan sağ ideologlara söylenecek söz yok. Onlara, ancak mücadeleyi yükselterek cevap verilebilir. Ama, kendine hala solcuyum, hele sosyalistim diyen ve 70 milyon adım vb. hareketlerle stratejik ittifak yapan, iktidar yandaşı gazete ve televizyonlarda boy gösteren, demokrasi lafını dilinden düşürmeyen, düşündükleri demokrasinin sınırını Dilipak’ın dar kafalılığı ile sınırlayan, sözümona demokratların titremesi ve kendine gelmesi gerekiyor. Demokratlar, sosyalistler, aydınlar ciddi bir yol ayrımındadır. Dilipak, üzeri kazındığında bütün Siyasal İslamcıların zihniyetinin açığa çıkacağı bir prototiptir. Bu örneği dikkatle inceleyin. Dar kafalı, kendine demokrat, iktidar yandaşı bu anlayışı artık görün. Demokrasi ancak, demokrasiyi özümsemiş ve bir yaşam biçimi haline getirmiş bireyler ve kitlelerle kurulabilir; mazlum ve mağdur edebiyatı yapan, kendine, demokrat maskesi giydiren, sadece Siyasal İslamcıların değil, düzenin de korkulu rüyası haline gelen “Tekel Direnişi”nin ortaya çıkardığı, sahte demokratlarla değil.
16 Nisan 2010 Abdullah DAMAR
Yazının, bir bölümünü alıntılıyorum: “ Bu arada Tekel işçilerinin de Ergenekon’un koruyucu kalkanı ve tramplen tahtası, Truva atı görünümünden çıkmaları gerek. Son gözaltında bir düzine tutukludan 5’te 4’ü Tekel işçisi değil. Direnişi izleyen bir gazeteci arkadaş aradı, eylemcilerin ayakkabılarının hepsi aynıymış. Kim olabilir bunlar? Birtakım öğrenciler de bildik çevrelerin militanı. Tekel işçileri kendilerini bu kirli ve tehlikeli oyunda daha fazla kullandırtacak olurlarsa kendilerine yazık ederler. Malum medianın da bu gençleri ve çevreleri yangına körükle gider gibi kışkırtmaktan vazgeçmesi gerek. Bu işin bir hak arama mücadelesi değil, birilerini sokağa dökmek için bir istismar vesilesi olduğunu artık herkes biliyor. Ergenekon; işçileri, öğrencileri, emeklileri, gazileri, şehid ailelerini bile sokağa dökemedi. Son çare olarak sanırım Tekel işçilerini buldular. Onlar da bu ilgi ve destekten memnun gibi gözüküyorlar ama, artık gerçekleri görüp umarım kendilerini daha fazla kullandırtmazlar.. Bu işe işçi hakları çerçevesinde destek veren bazı siyasiler ve sendikacıların da artık oynanan oyunun farkında olmaları gerek.”
Bu yazıyı yazan ruh hali bana tanıdık geldi. Sadece bazı kelimeleri değiştirerek bu yazıdaki zihniyeti deşifre edebiliriz. Ergenekon’un yerine “komünistler”, “komünizm tehlikesini” koyun. Dönem mi? Hiç fark etmez. 1950’ler Türkiye’sinde, iktidar payandası bir gazetede, iktidardaki Demokrat Parti’ye akıl veren bir üslupla, pekala yer bulabilir bu yazı. 1960’ların anti-komünistlerinin çobanı, Süleyman Demirel’in okuyacağı başucu kılavuzu niteliğindedir aynı zamanda. 1970’lerin akıncılarına ve faşistlerine, devrimcilere saldırırken ilham verebilir bu yazı. 1980 öncesinin darbe çağırıcısı, 1980 sonrasının darbe şakşakçısı ve bütün iktidarların başmabeyincisi Nazlı Ilıcak’ın kaleminden de çıkmış sanabilirsiniz. Bu yazının benzerlerine, bugünün iktidar yanlısı bir çok basın-yayın organında da rastlayabilirsiniz. Yazıyı kaleme aldıran zihniyet aynı. İktidarı koruma içgüdüsü, iktidarı için tehlike olarak gördüğü siyasal hareketi karalama, mahkum etmek istediği siyasal anlayışı dönemin en olumsuz ve olmadık örnekleriyle özdeşleştirerek, halkın gözünde, bu hareketin meşruiyetini sönümletmek. Yazar, bir ara, Toktamış Ateş ile birlikte bir dizi etkinlik yaptı. Sol kamuoyu O’nu, düzene karşı bir aydın olarak tanıdı. Siyasal İslam’cı kimliği, Toktamış Ateş ile birlikte yaptığı bu etkinliklerle, demokrat bir havaya büründü. Ancak, Siyasal İslam’ın iktidar olmasıyla birlikte, bütün iktidarların, onu destekleyen aydınları yozlaştırması, kuralı, yazarımızı da etkisi altına aldı. Aksi durumda aklı başında hiçbir kişi, son yılların en büyük işçi direnişi olan “Tekel Direnişi”ni Abdurrahman Dilipak kadar çarpıtarak değerlendirmezdi. Dilipak, “Tekel Direnişi”ni mahkum etmek için, Türkiye’ye özgü sağ siyasetin, sol ideolojinin meşruiyetini sorgulatmak için kullandığı argümanların en çirkin örneklerini kullanıyor.
-Tutuklananların 5’te 4’ü Tekel işçisi değilmiş.
-Eylemcilerin ayakkabılarının hepsi aynıymış.
-Birtakım öğrenciler bildik çevrelerin militanıymış.
-Bu direniş, bir hak arama mücadelesi değil, birilerini sokağa dökmek için bir istismar vesilesiymiş.
-Ergenekon; işçileri, öğrencileri, emeklileri, gazileri, şehid ailelerini bile sokağa dökememişte, son çare olarak Tekel işçilerini bulmuş.
-Tekel işçileri bu ilgi ve destekten memnun gibi gözükmeyi bırakıp, gerçekleri gömeli ve kendilerini daha fazla kullandırmamalıymışlar.
- Bu işe, işçi hakları çerçevesinde destek veren bazı siyasiler ve sendikacıların da artık oynanan oyunun farkında olmaları gerekliymiş.
Pes doğrusu. Çarpıtmanın, karalamanın, hakaretin, görmezden gelmenin, küçük düşürmenin, çarpık zihniyetin, sol düşmanlığının, iktidar yandaşlığının ve dar kafalılığın bu kadarına da pes. Siyasal İslamcıların, demokrasi anlayışının sınırı bu yazı olsa gerek. Tarihi, sınıf mücadeleleri ekseninden çıkararak, doğruluğu kendinden menkul bir anlayış olan, merkez-çevre, asker-sivil eksenine oturtmaya çalışan sağ ideologlara söylenecek söz yok. Onlara, ancak mücadeleyi yükselterek cevap verilebilir. Ama, kendine hala solcuyum, hele sosyalistim diyen ve 70 milyon adım vb. hareketlerle stratejik ittifak yapan, iktidar yandaşı gazete ve televizyonlarda boy gösteren, demokrasi lafını dilinden düşürmeyen, düşündükleri demokrasinin sınırını Dilipak’ın dar kafalılığı ile sınırlayan, sözümona demokratların titremesi ve kendine gelmesi gerekiyor. Demokratlar, sosyalistler, aydınlar ciddi bir yol ayrımındadır. Dilipak, üzeri kazındığında bütün Siyasal İslamcıların zihniyetinin açığa çıkacağı bir prototiptir. Bu örneği dikkatle inceleyin. Dar kafalı, kendine demokrat, iktidar yandaşı bu anlayışı artık görün. Demokrasi ancak, demokrasiyi özümsemiş ve bir yaşam biçimi haline getirmiş bireyler ve kitlelerle kurulabilir; mazlum ve mağdur edebiyatı yapan, kendine, demokrat maskesi giydiren, sadece Siyasal İslamcıların değil, düzenin de korkulu rüyası haline gelen “Tekel Direnişi”nin ortaya çıkardığı, sahte demokratlarla değil.
16 Nisan 2010 Abdullah DAMAR