- Kategori
- Siyaset
Siz hiç bir ABD Başkanının..
Ülkemizde neredeyse kendini vatansever/milliyetçi/memleket sevdalısı olarak tanımlayan pek çok kişinin yaptıkları ciddi bir hata var. Yazımızın başlığıyla ilgili olarak da bu konuya değinmek istiyorum. Ancak bu konuya değinmeden önce son günlerde ülkemizde yaşanan şiddet olayları ve her gün ardı arkası kesilmeyen şehit haberleri üzerine birkaç cümle etmek istiyorum. Bu menfur saldırılar ve işittiğimiz şehit haberleri hepimizin canını fazlasıyla sıkıyor. Bu tarifsiz acı, özellikle şehit ailelerini ayrı bir perişan ediyor. Elazığ Asker hastanesinde sağlık asteğmenken ailelere şehit haberini Psikolog olarak vermeye gittiğim günlerde, bir meslek elemanı olarak bile ne kadar zorlandığımı hatırlıyorum. Belki benim için bundan da zoru; gencecik delikanlılara mayın sonucu kollarını, bacaklarını kaybettiklerinde rehabilitasyon amaçlı gittiğim günlerdi.
Yaşanan ölümler, yaralanmalar insanım diyen herkesi derinden, en dipten üzüyor. Ama aslında beni daha da üzen şey; büyük bir ülkenin efradı olarak bizlerin sık sık değişen stratejilerin altında kalmak ve Ortadoğu cehennemindeki alev toplarından biri olmak.. Bunlar, derinlemesine ve dikkatle tartışılması gereken konular olduğundan çok da uzatmak niyetinde değilim.
Ancak şunu da belirteyim ki; sadece devletler değil, herhangi ciddi bir kurum/yapı/teşkilat bile kendisi için ‘hayati olduğunu düşündüğü bir stratejiden’ 2-3 yıl sonra vazgeçmez. Vazgeçiyorsa da, ya stratejisi yanlıştır ya da stratejistleri beceriksizdir.
Analitik düşünceden yoksun ve/veya bilgi yetersizliği olan kişilerin ortak özellikleri vardır; meselelere tek bir zaviyeden bakmaları, derinlemesine araştırmadan buna göre ‘etiketleme’ yoluyla aynı hatada ısrar etmeleridir. Çeyrek asrı aşan bir zamandır özellikle Güneydoğu Anadolu ekseninde yaşanan olaylar sonrası pek kişinin ağzından (muhtemelen çoğu zaman iyi niyetle) ‘Türk, Kürt, Laz, Çerkes kardeştir’ gibi cümleler duyuyoruz. Oysa bu cümle hem teknik açıdan doğru mu hem de zihinlerde bir bütünleşmeye/kaynaşmaya mı yol açıyor yoksa bir ayrışma/kopuş fikri mi oluşturuyor diye çoğumuz muhtemelen hiç düşünmemiştir. Osmanlı devletinin iyice zayıfladığı yıllarda pek çok kişi farklı fikirlerle ülkenin yeniden dirilişi için kendi dünya görüşleri ölçüsünde çözüm önerileri ortaya koymuşlardı. Bu fikirlerin başında da, ‘Osmanlıcılık’ geliyordu. Osmanlıcılık fikriyle; ülkedeki herkesin din, dil, etnik ayrım yapılmaksızın ‘Osmanlı’ kimliğiyle tanımlanması ve bu sayede de ülkenin parçalanmasının önüne geçilmesi düşünülüyordu. Olmadı. Osmanlıcılık fikri, Müslüman olmayan unsurlar dışında neredeyse hiç işe yaramadı çünkü ülke ateş altındaydı ve Osmanlı Devletinin parçalanma düşüncesinin alt yapısı çoktan hazırdı.
Türkiye Cumhuriyeti devleti varlığını dünyaya tescil ettirdikten sonra, ‘Osmanlıcılık’ fikrini ‘Türk Milliyetçiliği’ kavramı üzerinde yeniden uygulamaya soktu. 20. Yüzyılın başında ulusal devlet düşüncesiyle filizlenen bu yeni cumhuriyette, Türk kimliği ve dili üzerine yeni çalışmalar yapıldı. Etnik olarak Türk olmayan unsurlar da çağdaş dünyanın öngördüğü ‘yurttaşlık’ kavramıyla Türk olarak tanımlandılar. Dil, din, etnik ve mezhep ayrımcılığı gözetmeden ülkeye bağlılığı öngören Osmanlıcılık fikri, Türkiye Cumhuriyeti devletinde ‘Türk Vatandaşlığı’ modeliyle hayat buldu. Ayrıca Lozan Anlaşmasına göre de Türkiye’de azınlık kavramı, ‘Müslüman olmayan unsurlar’ ile sınırlı kaldı.
Zaten tarihi açıdan da baktığımızda ‘Türk’ kavramı bir etnik unsurun içine hapsedilemeyecek kadar geniş ve güçlü bir kavramdı. Bu konuyla ilgili Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan çalışmaları burada tek tek anlatmaya da gerek yok.
Şimdi, yukarıda belirttiğimiz üzere ve çokça duyduğumuz; ‘Türk, Kürt, Laz, Çerkes kardeştir’ benzeri cümlelere gelelim. Maalesef bu tip benzeri cümleleri politikacıların büyük bir kısmı da kullanıyor. Kulağımıza çokça pek çok politikacıdan; “Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle..” şeklinde başlayan cümleler çalınmıştır. Peki; dili, dini birbirine benzemeyen pek çok etnik unsurun birlikte kurduğu Amerika Birleşik Devletlerinde, siz hiçbir ABD Başkanından ‘İngiliziyle, İtalyanıyla, Meksikalısıyla, İspanyoluyla, Fransızıyla..” diye başlayan bir konuşma duydunuz mu? Ben hiç duymadım, tam tersine bu kavramları bir arada hiç anmayıp Amerikalılık üzerine vurgu yaptığına ise pek çoğumuz gibi ben de sıkça şahit oldum. Bu kavramları sıkça bir arada hem de yanlış bir şekilde anmak, zihnimizde bütünleşmekten çok aslında ‘ayrışabileceğimizin’ temellerini attığından oldukça sakıncalı buluyorum. Nitekim bunun olumsuz yansımasını da toplumumuzda yavaş yavaş görüyoruz. Öncelikle vatandaşlık bağıyla herkes Türk’tür. Bir etnik unsur olarak bu ülkede Türk yerine de Türkmen/Oğuz demeyi daha doğru buluyorum. Bir başka ifadeyle bir politikacı etnik unsurları sayıp, sonra da biz kardeşiz mesajı vermek istiyorsa; “Türkmeniyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Arnavuduyla hepimiz kardeşiz ve hepimiz bu ülkeye sımsıkı bağlı Türk’üz” diyebilirler. (Böyle ifade eden sadece 2 politikacı tanıdım. Birisi artık yaşamıyor, diğeri de çok etkin bir noktada olmasına rağmen artık beklediğimizden farklı bir portre çiziyor/çizdi)
Dünyada da bir millet adıyla tanımlanmış ülkelerde de tanımlar zaten böyle yapılıyor. En basitinden ifade etmek gerekirse; profesyonel sporla uğraşan ve derisinin renginden de anlaşılabileceği gibi etnik olarak Fransız, İngiliz olamayacak sporcuların Fransız veya İngiliz sporcu olarak hem ülkelerinde hem de dünyada anıldığını uzun uzun anlatmaya gerek bile yok sanırım.
Bunları yazarken şovenist bir yaklaşım içinde değilim, tam tersi çağdaş dünyanın bugün kabul ettiği ve bizim de öncelerde ‘Osmanlıcılık’ sonra da Atatürk’ün ‘Türk Milliyetçiliği’ olarak sunduğu kavramlardan farklı bir şeyler yazmıyorum. Sadece bir psikolog olarak, sanki vatanseverlik vurgusu yapılıyormuş gibi, zihnimizde ayrımcılık fikrinin ‘normalleşmesi’ tehlikesine dikkat çekmek istiyorum; bunu da dünyanın etnik/dini yönden en çeşitli ülkelerinden olan ABD’nin politikacılarının kullandığı üslupla da destekleyerek..
Hepimiz bu ülkenin asli unsurları olarak hak ettiğimiz hayat kalitesi içinde yaşayabiliriz; tarihi ve kültürel donanımımız bu konuda oldukça yeterli.. Biz; geçmişte en iyi çadırını, bugünde en iyi odasını misafirine ayıran, aman dileyene kılıç çekmeyen, savaşta bile ağaçları kesmeyen, yakmayan bir kültürden geliyoruz. Şimdi bünyesinden Yunus Emre’yi, Ahi Evran’ı, Hacı Bektaş-ı Veli’yi çıkaran bizler; kollarımızı açıp, birbirimize sarılabilir ve tüm bölücü/yıkıcı unsurları birlikte etkisiz hale getirebiliriz ve tabii her türlü iyi niyetimizi istismar edenlere de topyekûn anladığı dilden konuşmayı ihmal etmeyerek..
Hepinize barış için savaşmak zorunda olmayacağımız yarınlar diliyorum.
Psk. Nedim Yüksel ÇAKIR
www.facebook.com/nedimyukselcakir
www.twitter.com/yukselcakir
(Bu yazı 3 Ağustos 2015 tarihinde kaleme alınmıştır)